27 Dec
27Dec

Faruk, biliyorum benden bıktın ama senden başka kimsem yok dır dır edebileceğim.

Ne yaptım bugün biliyor musun, son kırk yılımı, dibi tutmuş eski bir bakır tencereyi tahta kaşıkla sıyırır gibi sıyırdım. İçim kalktı. Midem çok kötü oldu. Neler yapmışım, ne salaklıklar yarabbim? Kazı, kazı bitmedi..Ama sanıyorum ki peşini bırakmayacağım zaman zaman ruhum izin verdikçe kazıyacağım bu içi geçmiş ama sağlam tencereyi. Ta ki dibine ulaşıp o çok kötü yıpranmış ama direnen dibini görene kadar. Evet şimdi duyar gibiyim; senin gibi inatçı dediğini.

Biliyorsun, bu ülkede kadın ömürlerine bakılırsa en az üç kadının hayatını yaşadım gibi sayıyorum kendimi hem süre hem de çeki olarak. Belki çocuk sayısında geride kalırım. Fakat aşık olmada, erkek öldürmede sınır tanımam..Faruk, hep ben mi buldum bu erken ölümlü adamları? Yoksa onlar mı “bu kadın bana bakar” diye düşünüp peşime düştüler. Eh yanılmadılar, sonuna kadar baktım. Elbette benden ayrılıp da gidenleri saymıyorum. O konuda olsun masum sayıyorum kendimi. Ne dersin?

Ben rüya görmem bilirsin. Ama dün gece, hani sana anlattığım o kâbus gibi gecede gördüğüm tır şoförlerinden birini gördüm, kısacık bir an, eminim. Yüreğim sıkışarak sıçradım. Asla korku değildi beni uyandıran yine o yılların acısı, çaresizliği düştü içime, yakıp kavurarak. Unuttum deme, ihtiyar bunak...Yine anlatıp yine ağlamak istemiyorum.

Hani bir gece eski Manisa yolunda Ocak ayında, torpido gözünde elime almaya korktuğum o silah varken lastiğim patlamıştı. Soğuğa aldırmadan, karşıma bir yaban domuzunun çıkmasını da göze alarak bagajdan yedek lastiği ve yaşlı Station Wagon Renauld’u yerden kaldıracak eski tip krikoyu takıp lastik değiştirmeye yeltenmiştim. Elbette cep telefonu yoktu. Elbette yoldan geçmesini umabileceğim yakışıklı ve kibar bir roman kahramanı da yoktu. İş başa düşmüştü.

Yüreğimdeki korkuyu var olan soğukla dondurup işe giriştim ki... İki kocaman far sırtımda adeta patladı. Çok gürültülü bir şekilde diğer kocaman araç da arkamdakini sollayıp önüme geçti. Donup kalmıştım. Önce önüme park eden araçtan bir adam elinde kocaman bir lamba ile indi sonra arkaya park eden kocaman tırdan bir adam daha indi.

“Geçmiş olsun bacım” diyen sesin yumuşaklığı beni biraz rahatlatırken diğerinin “yalnız mısın?” sorusu yüreğimin gümbürtüsünü tazeledi. Sanırım ne önce ne de sonra ömrümde bu kadar korkmadım. Evde beni bekleyen iki çocuk, hasta bir eş. Cesedimin domuzlar tarafından tüketilmesi sahnesinin netliğini sana anlatamam. Yoğun tütün ve mazot kokusu alıyordum. Tek kelime edemedim, doğruldum. Biri, hangisi bilmiyorum, “Sen hele arabaya gir, çok soğuk biz hallederiz” deyince hiç itirazsız elimde ki İngiliz anahtarını uzatıp, arabaya girdim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bana göre yıllar... Saçlarımın dipleri ve sırtım ter içinde kalmıştı oysa sanırım eksi beş filandı soğuk.

Araba dört tekerin üzerine indi, patlak lastik, diğer aletlerle bagaja kondu. Kibarca yaklaşıp “iyi yolculuklar, geçmiş olsun” dediler. Ben bir şey diyebildim mi hatırlamıyorum. Bir tır önümde diğeri arkamda Bornova girişine kadar birlikte ilerledik. Önümdeki tırın arkasında “YİNE Mİ GURBET ESMERİM” yazıyordu Faruk. Ben yol boyu ağladım. Hâlâ ağlıyorum biliyor musun?

Bu gece beni uykumdan uyandıran da, sanırım artık gurbette olmayışımın huzurunu hissetmemi engelleyen de, iki yaşama sebebimin gurbette oluşları ve üçüncüyü hâlâ özlüyor olmam.

Ve evet Sevgili Faruk ben yine tutamadım kendimi ağlıyorum. Bu günlük kurtuldun benden sevgili dostum.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.