16 Sep
16Sep

Tavandan süzülen ışık huzmesi gözlerimi kamaştırdığından başımı duvara dönmek zorunda kaldım. Rutubetli duvarın, sıvası dökülmüş kısımlarında tek gözlü bir korsan vardı. Aşağılarda saçı topuz, kabarık etekli bir Kontes… Peteğin üstündeki geceden yıkadığım bluzumu üzerime geçirip, duşa doğru yöneldim. Sabah yine uykuda kaldığımı, kapı altından itilen kahvaltı tepsisindeki buharı çıkmayan çaydan anladım. Oda hapsimin ilk gününde yeni olan terliğimin yanları açılmaya başlamıştı. Sürüyerek duşa girdim. Şanslı günümdeydim, su sıcak akıyordu. Fırsat bu fırsat güzelce yıkandım. Saçımı sık sık kesiyordum ama yine de şampuan yedeğim bir hayli azalmıştı. Duştaki paspas kovasını alıp odayı paspasladım. Duvardaki düğmeye basarak tavandaki camı araladım.

İlk birkaç hafta, tasmasından zincirli köpekler gibi hissediyordum kendimi. Aklımı kaçırmamak için sürekli kendime, sadece üç yüz altmış beş gün buradasın, sonra yaşamına kaldığın yerden devam edeceksin diye telkinde bulunuyordum. Duvardaki takvimi her gün çiziyordum. İki ay bittiğinde artık burada bir düzen kurmuştum. Yalnız olmanın avantaj ve dezavantajlarını düşündüğümde kendimi şanslı bile hissetmeye başlamıştım. Ya koğuşta kalsaydım... Anlaşamadığım insanlarla bir yıl nasıl geçerdi. Şimdi ise her şeyimi kendim programlıyorum. Duş ve tuvaletle birlikte otuz metre kareden ibaret odamda, her sabah yirmi dakika volta atıyorum. İki koli dolusu kitaplarımı sıraya koymuş, zaman zaman da yazıyorum. Buraya girmeden önce yaratıcı yazarlık kursuna gidiyordum. Her gün altı dakika yazıyorduk. Burada da altı dakikalara devam ediyor ve biriktiriyorum. Haftada bir de hikaye yazıyorduk. Şimdi de konuyu kendim belirliyor ve yazmaya devam ediyorum. Sonrasında aynı hocamın yaptığı gibi kendi kendimi değerlendiriyor, acımasızca eleştiriyorum. Bir hayli yol aldım. Buradan çıktığım zaman oda hapsi anılarımı kapsayan.  

 “KENDİM VE BEN” adlı bir kitap çıkartacağım. Bazı günler karamsarlığa düşüp “Acaba buradan sağlıklı çıkabilecek miyim? Yoksa cansız bedenimi mi çıkartacaklar?” diye aklımdan geçirdiğim de oluyor. Sonra bu olumsuz düşünceleri beynimden kovup kendimi altı dakikalık saçmalıklarla eğlendiriyorum.

Uzun süre konuşmadığımdan, neredeyse konuşmayı unutacaktım. Televizyonda şarkı söyleyen sanatçı ile şarkıyı birlikte söylemeye başladığımda, önce sesim bana yabancı gelmişti. Söyledikçe açıldım. Diğer bir eğlencem de yemek tepsilerinin içindeki notlar… Bazen şiir, bazen şarkı, bazen de güzel ve anlamlı sözler. Her sabah, başka ne yazılar gönderecek diye sabırsızlanmaya başlamıştım.

Cezamı bir yıl olarak belirlemişti. Ne az ne çok. Ya sözünde durmaz ise? Ne  yapabilirdim ki? Bu şartlarda ancak kitap ve kağıt talebim olurdu. Başka türlü zaman geçer miydi? Neyse ki bu talebim her zaman olumlu karşılandı. Odam da konforlu sayılırdı. En azından çamaşırlarımı leğende yıkamıyordum. Tavanı oldukça yüksek, tepemdeki A3 kağıt boyutundaki camdan başka havalandırma yeri olmadığından, nemlenen duvarlar üzerime yağmur gibi yağıyordu bazen. İnsan düşünme yetisini kaybetmediği sürece bedeni tutsak olabilirdi, beyni asla... Zaman zaman beynim firar ediyordu. Kâh ailemle birlikte Pazar sabahları kahvaltısına, kâh deniz kenarında balık lokantasına... İnsanın hayalleri olması ne büyük zenginlik. Aslında buraya tutsak olmadan önce, düşüncelerimde kendi kendimi tutsak ettiğim olmuştu. Bir düşünür “En büyük hapishane, insanın beyninin içidir” demiş. Ne kadar doğru söylemiş. Eğer özgür düşünemiyorsak, kurallar ve baskılar altında istenilenin dışına çıkamıyorsak, o zaman nerede olursak olalım özgür sayılmayız. Burada kaldığım sürece okuduğum felsefe kitapları, bakış açımı çok değiştirdi. Bakıp da göremediğim birçok şeyi daha net gördüm. Görmek ve bakmak ayrı şeylerdir denildiğinde hak veriyordum. Fakat gerçekliğine burada şahit oldum. Aslında hayatı ne kadar teğet geçtiğimi, yaşadığımı sandığım bu özgür dünyada boşuna yaşadığımı da burada anladım.

Her geçen gün buradaki yaşamıma alışmaya başlamış, çıkacağım korkusu içime yerleşmişti. Geçenlerde, akşam yemeği tepsisinde uzun bir yazı göndermiş, duygularını ve yüreğini bana açmıştı. Galiba ona âşık oluyordum. Stockholm sendromu bu olsa gerek. Onun beni kaçırdığından kimsenin haberi yoktu. Ailemin beni aradığını televizyondaki haberlerde izlemiştim. Uzun zamandır ses soluk yoktu. Artık herkes benden ümidini kesmişti. Ben çaresiz, ailemin üzüntülü hallerini izliyor ama iletişim kurma şansım olmadığından sadece üzülüyordum. 

Şimdi hayatımın normal seyri buymuş gibi doğal geliyor her şey bana.

Tavandaki pencereden mevsimleri takip ediyordum. Kar yağdığında buz tutmuştu cam. Mekanizma çalışmadı bir süre. Küçük bir duvar saati kadar olan tuvalet camından aldığım oksijenle günler geçirdim. Kalorifer petekleri, bereket versin iyi ısıtıyordu. Yorganım ve fazladan battaniye ile ısınma sorunu yaşamıyordum. Çamaşırları, makinada iyice kurutup, peteklerin üzerine atıyordum. Duvarların nemi yine artmaya başlamıştı. Öksürüyordum. Ciğerlerim ağzıma gelecekti neredeyse, yemek tepsisinde öksürük şurubu ve ağrı kesici gönderiyordu.

Bir leylek tavandaki camın üzerine konmuştu. Güneş o kadar dik ve gür vuruyordu ki odama, gıcırdayan tahta sandalyemde kitap okurken floresan lambayı kapatıyordum artık. Takvimdeki sayfalar yavaş yavaş azalmıştı. Bir hafta sonra üç yüz altmış beş günün sonuna varmış olacaktım. Bitiyordu tutsaklığım. Bana söz vermişti, “Bir yılın sonunda, kararın ne olursa olsun, saygı duyacağım” demişti.

Ben şimdi dağ eşkıyası gibi, beni kaçıran, sonra da bir çocuk gibi ağlayarak sevdiğini söyleyen, bir yıldır burada beni tutsak eden adamla evlenmeli miydim? Yoksa onu hapse attırıp, ailemle yaşamaya devam mı etmeliydim… Yol ayrımına gelmiştim. Burada yaşadıklarım özgür hayatın değerini anlamamı sağladı. Kapı altından bana gönderdiği yazılarda yüreğinin en derinliklerini dürüstçe açan ve beni buraya hapsetmek zorunda kaldığı için özürlerini her seferinde dile getiren ve çaresizlikten bu yola başvurduğunu söyleyen kişiye hem acıyor hem de ondan nefret ediyordum. Üstüne üstlük bir de âşık olmuştum. Duygularım bu ikilem içindeyken yarın o demir kapı açıldığında, nasıl davranacağım hakkında da hiçbir fikrim yoktu.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.