15 Oct
15Oct

*Yazarımızın bu metinleri Büyük Felaket'e dair zorunlu bir bellek çalışması inşamızda okyanusta küçük bir damla da olsa depremleri unutmama niyet ve inadımızın da somut ifadeleri olarak okunmalıdır. (Editör notu)

Büyük felaketin ilk dakikalarında, yıkılmamak için direnen binamızdan, iç kısmında yıkılan duvarlar ve devrilen eşyaların arasından ufak tefek yaralarla hepimiz kurtulmuştuk. "Eğer biz bu haldeysek, iyi şeyler olmadı." diye düşündüm. Dışarı çıktığımızda, ne yapacağımızı bilmeden sağa sola bakınıyorduk, yağan şiddetli yağmurdan sırılsıklam olmuştuk. 

Kendimizi, çocuklarımızı binalardan uzaklaştırıp sığınabileceğimiz bir yer ararken komşumuzun otobüsünü gördüm. Koşarak otobüse doğru gittik. Çevredeki herkes otobüsteydi, hemen bizi de yanlarına aldılar.Kendimize gelmeye çalışırken, aynı mahallede yaşayan ablam geldi aklıma. Onu aramaya çalıştım, iletişim yoktu, evine doğru koşmaya başladım. Sokakta koşarken gördüğüm manzaralar hiç iyi değildi. Ablamın evi de eskiydi, kesin yıkılmıştır diye düşündüm.

Ablamın evine koşarken yağmur biraz dindi. Sarsıntılar ise bütün şiddetiyle devam ediyordu. Uzaktan gelen bağırma sesleriyle daha hızlı koşmaya başladım. Tahmin ettiğim gibi ablamın evi yıkılmıştı. Yeğenlerim tek katlı evden kurtulmuştu, ablam ve eniştem ise içerde enkazların arasındaydılar. Nefes nefese yetişmiştim, ablamın sesini duydum, nefes alıyordu, yaşıyordu neyse ki. Komşuların yardımıyla ablamı ve eniştemi çıkarabilmiştik yıkıntılar arasından. Kurtulmuştu o da.

Depremden sonra kimisi arabasında kaldı, kimi şehir dışına çıktı, herkes bir yerlere dağıldı. Ablam, depremde hafif yaralanmıştı. Yaraları iyileşince kendi ahırlarında kullandıkları naylonla barınacakları bir çadır kurdu. Çadırın üstüne bir kilim yerleştirdi. Bir de bir soba bulup çadırının içine güzelce yerleştirdi. Herkesi de "Bizde kalın" diye davet etti.

Acılar, üzüntüler, çaresizlikler içinde çırpınırken bir gün, "Aliii koş, ablanın çadırı yanıyooor!" dedi bir ses. Ben nasıl koştuğumu, ayaklarımın beni nasıl geri çektiklerini ve sonrasını hiç hatırlamıyorum. Maalesef eniştemi o yangın anında kurtaramadık. Ablamı baygın bir şekilde ambulans aldılar. Memleketimiz Hatay'da bütün hastaneler depremden zarar gördüğü için en yakın olan Adana'da bir hastaneye götürdüler, durumunun kritik olduğunu söylediler. Yoğun bakıma alındı, daha sonra yüzünü görmedim. Canım ablam depremden kurtulmuş, yangına maruz kalmıştı. Vücudunun hiçbir yeri yanmamıştı. Sapasağlamdı, yangın sırasındaki dumandan boğulup nefessiz kalmıştı.

Her gün iyi haber bekliyorduk ablamdan, çünkü ablam dirençliydi, güçlüydü, sabırlıydı. Bir sabah ablamın kötü haberiyle uyandık, inanmak istemiyordum, isyan ediyordum. Ablam benim annem, babam gibiydi, onun ellerinde büyüdüm. Ablam ölmüş olamazdı. Morgun önünden geçerken her tarafım buz kesti, görevli kapıyı açtı. Buz gibi olan kocaman bir salonda dizilen cansız bedenlerin arasından geçerken korkudan, soğuktan, bütün bedenim tir tir titriyordu.

Görevli "Sizin cenazeniz bu mu?" diye seslendi. Orada kanımın donduğunu hissediyordum. Titreyen ellerimle açtım, bir an ablamın yüzünü gördüm karşımda. Herhangi bir ölü yüz gibi yabancı geldi bir an. Ama ablamdı ya da ona benziyordu. "Evet." diye onayladım. Sakinliğimi yitirmiş bir süre sonra bağırmamla bayılmam bir olmuş.

Kendime geldiğimde bir iki akrabam bir araya gelip cenazeyi almaya gelmişlerdi. Aynı evden on günde iki cenaze çıkmıştı, yeğenlerimin artık dayanacak güçleri kalmamıştı. Depremden kurtulmuş, yangında önce babalarını şimdi de annelerini kaybetmişlerdi. Kendimi toparlayıp onlara destek olmam gerekiyordu. Ablamı defnettikten sonra yanan çadırlarının olduğu yere geldik, eniştem için başsağlığına gelenler tekrar ablam için gelmeye başladılar. Herkes "Vah, vah, yazık oldu Bedia'ya, depremden kurtuldu. Yangında öldü, demek ki ömrü bu kadarmış." diyerek  acılı gözlerle yeğenlerime ve bana bakıyorlardı.

Herkesin yüzünde deprem korkusu vardı, bu korkulara da cenazeler eklenince insanların dayanma gücü azalmaya başlıyordu. 

Ablamın öldüğünü bir türlü kabul etmiyor, herkesten sakladığım gözyaşlarımı her gece durmak bilmeyen azgın nehirler gibi akıtıyordum. Benim için sırtımı dayadığım dağ,  sapasağlam çınar yitip gitmişti. 

Sonsuzluğa uğurlamıştım, kendi ellerimle toprak atmıştım üstüne, bir daha onun sesini duyamayacak, yüzünü göremeyecek, ona sarılıp derdimi anlatamayacaktım. Büyük bir acıydı benim için. Kalbime çok fazla ağır gelen, taşıyamıyacağım büyük bir yük bırakıp gitmişti. Ablam öleli bir hafta olmuştu, onun yokluğuna alışmaya çalışıyordum.Bir sabah telefonum çaldı. 

"Beyefendi iyi günler, biz hastaneden arıyoruz. Bedia... sizin neyiniz geliyor?"

 "Ablam." dedim. 

"Ablanız taburcu oldu, gelip alabilirsiniz." diye yanıtladı soğuk, ölgün bir sesle. 

"Ablam mı? Ne ablası ya, Bedia ablam bir hafta önce öldü." dedim. "Ali Bey, sizin numaranızı ablanız bize verdi, birazdan sizi arattırırım." dedi telefonu yüzüme kapattı. 

"Ya ben rüya görüyorum galiba, öyle bir şey olamaz, benim ablam öldü, kendi ellerimle, gözyaşlarımla toprağa verdim, biri bana şaka mı yapıyor, ama bu işin şakası olmaz ki, bu nasıl bir duygu, inansam bir türlü, inanmasam bir türlü. Sevinsem mi, sevinemiyorum. Ağlasam mı, ağlayamıyorum, üzülsem mi, üzülemiyorum. Allah'ım bana yardım et" diye geçirdim içimden.

Telefonum çaldı. Yüreğim hızlı hızlı atmaya başladı. Telefona baktım, arayan aynı numaraydı. "Ali'm canım kardeşim beni hastaneden, ne zaman alırsınız? Ben sizi çok özledim. Ben taburcu oldum, burada sizi bekliyorum." 

Karşıdaki ses ablamın cılız sesiydi. Bana ne olduğunu çözemiyordum. O ânı hangi duygularla anlatacağımı bilemiyordum. Her tarafım titremeye başlamıştı. MUCİZEnin ötesinde. Delirdiğimi düşünmeye başladım bu an.  Çevremdeki insanlara ablamın yaşadığını söylediğimde, herkes bana acıyan gözlerle bakmaya başladı.

 "Yazık!, vah!, vah!, bu da gitti." dediklerini işitiyordum telaşla yanlarından uaklaşırken. İlk işim bir araba ayarlamak oldu. Arkadaşım beni kırmadı, onun otomobiliyle yola çıktık. Biz afeti yaşayalı neredeyse yirmi gün olacaktı. Yollar  kalabalık, trafik katlanılmaz hâldeydi yine.  Ağır ağır ilerledi aracımız. Üç saatlik yol, yedi saat sürmüştü. 

"Acaba hayâl mi, gerçek mi?" diye kafamda sorular doluşmuşken hastaneye ulaşmıştık bir süre sonra. Garip bir duygu türedi hastanenin önünde. En son ben bu hastaneye ablamın cenazesini almaya gelmiştim, oysa ...  Tanrım, mucize diye bir şey varmış demek ki tam onun öldüğünü kabullenmişken  ona kavuşturuyorsun, sana şükürler olsun. 

Evet, hastanede kapısındaki ablamdı. Günlerdir bunun bir rüya olduğunu düşünüyordum ve hatta kendimi kandırdığımı ama... her şey gerçekti, o kapının önünde bekliyordu beni.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.