12 Sep
12Sep

Uzun süren bir yolculuğun sonunda tıslayarak açılan o kapının hemen ardında, yepyeni bir hayat selamlıyordu aslında onu. Ve otobüsten iner inmez onu karşılayan şehrin buz gibi havası olsa da hayata olan bütün kızgınlığını yanında getirdiğinden öylece inivermişti araçtan. Biraz çay kurusu, biraz da balık ölüsü kokusu vardı etrafta soğuğa eşlik eden. Nedense hiç değişmemişti bu kasaba bozuntusunun havası, eskiden olduğu gibi sert ve tuzlu esiyordu rüzgârı. Paltosunu geçirdi sırtına ve elleriyle kollarını sıvazladı. Kendisine sarılır gibi durdu öylece bir süre, sevdiği birini kucaklar gibi… “Hoş mu geldin sen?” dedi sessizce. Nefesinin sıcaklığı gülümsetti onu ve “Isıtamayız nefesimizle, zorlama kendini istersen!” diye devam etti kendi kendisiyle konuşmaya.


Yıllar önce, bir daha geri dönmemek üzere ayrılmıştı bu şehirden. Şehir dediysek, köyden biraz kalabalık sahil kasabasıydı geride bıraktığı. Onca yılın ardından pek de geliştiği söylenmez bir tavırda, aynı salaşlıkla uzanıyordu hâlâ sahil boyunca. Hele son yıllarda yapılan otoyol yüzünden de kıyıyla direk bağlantısı kesilmiş, insanların zar zor ulaştıkları denize uzaktan bakmaya alıştıkları garip bir yer oluvermişti şimdilerde. Neyse, “İyi ki de ayrılmışım” demeye devam edecek gibiydi sonuçta. Bir arpa boyu yol alınamamış belli ki diye düşünürken bu şehirden ayrılma kararı için de bir kez daha tebrik etti kendisini içten içe. Hiç de çocukça olmayan hayalleri vardı buradan giderken. Bir kere çok kararlıydı. Asla buralı biriyle evlenmeyecek, hatta hiç evlenmeyecekti. Emekli olduğunda bile birçoklarının yaptığı gibi buraya geri dönenlerden olmayacaktı. Bu ıslak şehri tamamen silecekti hayatından, hatta anılarını bile gömmeyecekti. Gömerse olmazdı. Gömülen her şey filizlenirdi ona göre. Gömmedi de bu yüzden... Uzunca bir süre de gelmedi buralara. Sonrasında ara sıra, sadece tatillerde köyüne giderken kullanmak zorunda olduğu sevimsiz bir güzergahtan ibaretti bu kasaba onun için.


Deniz kenarında değildi o zamanlar otogar. Sahile gezinti için gittiklerinde görürdü denizini. Şimdi otobüsten iner inmez tam karşısında dalgalanırken, soluk mavi bir boşluğa bakar gibi hissettiriyordu kendini o deniz ama o da artık aynı deniz değildi…

Rüzgâr genellikle denizden dağlara doğru eserdi buralarda. Bu yüzden olsa gerek hep ıslak ıslak bir havası vardı bu memleketin. Ara sıra dağlarından estiğinde ise rüzgâr, mis gibi dağ güllerinin kokusu sarardı etrafı. Mevsimine göre bazen de ıhlamur kokardı. Ama genellikle kuru çayın yanık kokusu olurdu bu şehirde.

Dağları denize paralel, iklimi sert, insanları da iklimiyle paralel sertlikte bir memleket. İstanbul'dan karayolu ile ulaşılan ya da havayolu ile Trabzon ve sonrasında denize kıyı bir otobüs yolculuğu ile varılan bu ilçe eskiden, iki sokak ve bir caddeydi hepi topu. Şimdilerde sağlı sollu bir genişleme söz konusu ve büyük şehirlerden kaçıp gelenlerin varlığı hissediliyor her köşesinde. Sığınacak köylük bir yer ararken buraya gelmek, daha doğrusu dönmek ona nedense çok ağır geliyordu. Son çareydi bu dönüş, tıpkı son kartını çekmek gibiydi…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.