02 Oct
02Oct

*Bu kitap eleştirisi İzGazete'de yayımlanmış ve yazarın isteği ve onayıyla sitede yer almaktadır.

Gerçekliğin yerine, çeşitli illüzyonlarla toplumdan koparılan öykü ve romanın içinin boşaltıldığı biçime, dil oyunlarına dayalı anlatıma prim verildiği günümüzde “İç Çekişlerimiz” gündelik hayatın sıkıcı ayrıntılarında boğulduğumuz şu günlerde sıradan insan  yenilgilerini öte yandan iyiliğin gizli ışığını okuyucuyla buluşturuyor. 

Turan HORZUM’un ikinci kitabı “İç Çekişlerimiz” adını kitaptaki yine aynı başlıktaki öyküden almış. Kitap İzan Yayınları’ndan 2021 tarihinde yayımlanarak okuyucuyla buluştu.

Günümüzdeki modern öykünün, olayı göz ardı eden durum hikayesi üzerinden şekillendiğini alegorik ve soyut bir söyleyişe yönelerek biçime yaslanan üsluba sahip olduğunu biliyoruz.

“İç Çekişlerimiz” ise nicedir göz ardı edilen toplumcu gerçekçi anlayışın izinden ilerliyor. Tabi ki gelişen yeni toplumsal dinamiklerle birlikte 1940’ların gerçekçi yazının açtığı yolu, tekrara düşmeden, kendine farklı bir damardan var etme, okuruna seslenme derdine düştüğünü görebiliyoruz.

Yazar, insan hayatının olağan akışındaki sadeliği, toplumsal çelişkileri, birey bile olamamış kahramanların, gündelik hayata, geleceğe dair beklentilerini, hayal kırıklıklarını başarıyla harmanlamış. Kurguda derinliği imlercesine tekrara düşmeden kendine özgü bir dili yakalama becerisi göstermiş.

“İç Çekişlerimiz”, 24 öyküden oluşmakta. Öykülerden bazıları kısa olmakla beraber teknik olarak küçürek öykü özelliğini taşımıyor.

Yukarıda, daha önce vurguladığımız gibi kurgu ve anlatımdaki sadelik, küçük öyküleri göz önüne alırsak, bahsi geçen öykülerde temanın tam olarak ortaya konulmaması nedeniyle, okurun uzun öykülerdeki başarıdan kaynaklı beklentisini karşılamamış olabilir.

Kısa öykülerde kullanılacak imgesel ve çağrışıma dayalı bir dilin, değindiğimiz eksikliği giderecek bir olanağı metne kazandıracağına inanıyorum. Kısa öyküler, hacmiyle zıt bir şekilde anlatım yoğunluğu taşırsa okura çok anlamlılık konusunda geniş bir alan açacağını tahmin edebiliriz.

Şimdi bazı öykülerden yola çıkarak içeriğe ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum. Kitabın ilk başlarındaki “Terlik” adlı öykü biraz önce yukarıdaki olumladığımız sade anlatımın bir örneği olarak karşılıyor okuru. “İlaçlarımı bir iki eşyamı torbama koydum, ayağımdaki terliği de. Götür Ahmet beni garaja , dedim, gideceğim. Gelini şöyle bir göz ucuyla süzdüm. Elinde süpürge küfür gibi baktı bana.”(Terlik, s. 17)

Hayatın kimilerine küçük gelen dertleri ya da sevinçleri değil midir yazarın radarına takılması gereken? Bu seçicilikteki inceliktir ki anlatıcının kaleminden ortaya çıkan gerçeklikle kesişen yaşanmışlıkları derinlemesine algılamamızı sağlayan bakış açısını okura sunar.

Yazarın, yaşamın bütün alanlarını kadrajına alma hassasiyeti, gerçekliğin kurguda yeniden biçimlenişine şahitlik etse de bu biçimlenme çabası, post-modern anlatının müphemliğe sığınan sisli görüngüler dünyasında okuru ahmaklaştıran modernlik kisvesine prim vermiyor.

Öykülerdeki kahramanların bütün sahiciliğiyle bize çok tanıdık gelmesi, onların yaşadıkları serüvenin içine hızla girerek anlatımın verdiği durulukta yol almamızı sağlıyor.

Dar alanlarda öteki olarak ifade edilen kimliklerin coğrafyamızda yaşadığı dramlar da yazarın gözünden kaçmamış. “Gözümde Toz Kadarsın Hayat ” adlı öyküde bir kaçışın açtığı yaralar vurgulanmış.

“Hep odama kapanıp ders çalışıyor ve ara sıra kadın kıyafetleri giyip bu küpeleri takıyordum kulağıma. Bir gün ansızın annem giriverdi içeri. Çığlığı bütün kasaba duydu sanki. Küpeleri yoldu çıkardı kulağımdan. Defol, defol git buradan, dedi. İşte senin getirdiğin kutudan bu küpeler çıktı. Annem affetmiş beni.” (s. 46)

Yıllar sonra bir arkadaş eliyle annesinden gelen kutudan çıkanlar duygusal sahnenin arka planında bir hesaplaşmanın nasıl gözyaşlarıyla sonlandığına tanıklık ediyor okuyucu.

Meydanları kalabalıklarla dolduran isyan günlerinde uzaktan gelen anarşistlerin uğultusundaki hesaplaşmada, kırmızı gülleri satan kadına gülümsemek, gülleri anneye götürmek öfkenin kınında gezinen sevinci ve umudu işaret ediyor.

Yazımızı bitirirken Necati Tosuner’in kitapla ilgili tespitlerine yer vermek istiyorum: “Gerçek elektrik akımından güçlüdür, çarparsa der Turan Horzum’un öykülerini okurken öykü karakterlerinin iç çekişlerini, kimsenin duymadığı çığlıklarını yüreğinizde hissedecek adeta bütünleşeceksiniz.”

Kısacası piyasacıların devasa olanaklarla fonladığı sanat ortamında bazılarını öne çıkarma bazılarını daha yolun başındayken saf dışı etmek üzerine kurulu bir işleyişin olduğunu biliyoruz.

Gerçekliğin yerine, çeşitli illüzyonlarla toplumdan koparılan öykü ve romanın içinin boşaltıldığı biçime, dil oyunlarına dayalı anlatıma prim verildiği günümüzde “İç Çekişlerimiz” gündelik hayatın sıkıcı ayrıntılarında boğulduğumuz şu günlerde sıradan insan çığlığını okuyucuyla buluşturuyor.

Popüler kültürün sakatladığı algı dünyamızda, toplumcu bir içerikle bütünleşen duru anlatımıyla öne çıkan başarılı bir kitapla karşı karşıyayız.

Karartılmış iç dünyalarımızı keşfe çıkan öyküleriyle “İç Çekişlerimiz ” arayıştaki okurun daha şimdiden farklı bir dünyanın kapılarını açacakmış gibi görünüyor.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.