Severek Kullanılan, Beğenilmeyen Dolap/Nurtuluğ R. TUKSAVUL

Kahve keyfinin saati gelmişti. Fincanını tıngırdata tıngırdata getirdi. Pencere önündeki sehpanın üzerine koydu. Sırt ağrılarını rahatlatan kırlenti düzeltti. Elleriyle kolçaklardan destek alarak yeni kaplattığı berjerine oturdu.

Höpürdeterek kahvesinden bir yudum içti. Yağ yeşili nubuk kumaşla kaplattığı berjeri o kadar güzel olmuştu ki kanepeyi kaplatamadığı için kendini mutsuz hissediyordu. Ama döşemeci kanepe için çok yüksek fiyat istedi.

Kahvesinden bir yudum daha içti.

Bir tek meşe parkelerin üstüne serdiği halılarından memnundu. Tam da istediği renklerle aynı model dokunmuş iki halıyı bulduğunda kapıp eve getirtişini hatırladı. Birini kanepe takımının önüne diğerini yemek masasının altına serdirmişti. Kalın havları yer yer sandalyelerin ayaklarıyla ezilmişti ama hâlâ yumuşaklığını koruyorlardı. Sekiz kişilik koyu ceviz masanın çevresi artık dolmasa da sandalyelerin kumaşlarını bir sonraki maaş günü mor çiçekli kadife ile değiştirecekti. Masanın arkasında, eni kadar boyu olan vitrinli dolap önünde durduğu bütün duvarı kaplıyordu. Mobilya almaya çıktıklarında “Beğendiysen alalım.” demişti o sırada nişanlı olduğu kocası. Kendisi de nişanlısının beğendiğini zannederek “Alalım.” demişti. Bir yanılgıyla beğenmeden aldıkları bu kocaman mobilya sevgilerinin göstergesi olmuştu. Birliktelikleri boyunca severek kullanmışlardı.

Kahvesinden arka arkaya iki yudum daha aldı.

Başını sol yana çevirdi. Duvardaki fotoğrafa baktı. “Sen bırakıp gittin, ben de vazgeçebilirim.” dedi ve çerçeveyi düzeltmek için kolçaklardan destek alarak ayağa kalktı. Birden odanın içine döne döne parlak bir ışık düştü. Gözleri kamaştı. Sağa sola yıldızlar dağılırken sıcaklık arttı, vücudunu ter bastı. Elleriyle tutunacak bir şeyler aradı. Bulamadı. Beyaz ışık mobilyaları yutmuştu. Ayaklarının altındaki o çok sevdiği halısıyla odanın içinde topaç gibi dönmeye başladı. Işık parladığı gibi bir anda söndü, grileşti. Oda soğudu. Ürperen vücudu soğuk ter döküyordu. Titredi. Bir şeyler oluyordu. Sağ eliyle uyuşan sol kolunu tuttu, göğsünü sıvazladı. Etraf iyice karardı. Kalbi bastıramadığı bir gürültüyle vücudunun her yerinde atıyordu. Zamanını kestiremediği bir süredir, dönendiği boşlukta kendini kaybetti. Sistemi kapanan en tepedeki organı yüz altmış beş santim yüksekten düşerek ayağının altındaki yumuşak havlara küt diye çarptı.

Sehpanın üzerindeki fincan tıngırdadı.

Kahvenin kalan yudumları soğumaya durdu.