Sığırcıklar/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Otobüslerimiz yan yanaydı. Kalkışa hazırdık. Yeşil otobüsteydim. O ise mavi. Oysa ki mavi benim rengimdi. Onun rengi ise yeşil. Bir işaret sızıyordu aramıza, sanki gözümüze sokarcasına.

Sağa çevirdiğim an bakışlarımı onun gözleriyle karşılaşıyordum. Beni izliyordu oturduğu koltuktan, tıpkı benim onu izlediğim gibi.

Aynı yöne bakan iki kişiydik oysa. Şimdi ise farklı yönlere doğru uzanan iki kişi. Bakmayacaktım, bakmamalıydım. Otobüsün içine çevirdim bakışlarımı.

Her insan ayrı bir hikayeydi. Avuç avuç insan toplulukları yayılmıştı koltuklara. Sesler, tepkiler ve ...

Zihnim rahat durmadı. “Bak artık!” komutu ile dayandı.

Bakmayacaktım, bakmamalıydım.

Nasıl da zorlu bir içsel savaştı! “Zalimsin nefsim!” dedim kendi kendime. Yanımda oturan genç z kuşağı duymuş olacak ki, güldü yarım ağız bir tebessüm ile.

Motor sesini duyunca yayıldığım koltukta toparlandım, içimde süre gelen sıcak soğuk savaşlarına engel olamadım. Kalbim öylesine hızlı çarpıyordu ki, gitmeye hazır olmadığımı anladım.

“Durun!” diye seslendim ve çantamı üst kabinden alarak otobüsten apar topar indim. Giden ben olmayacaktım, olmamalıydım.

Gaza basan otobüs şoförü oradan uzaklaştığında ardında bir toz bulutu bırakmıştı. O gri toz bulutunun içinde kala kalmıştım.

“Şimdi ne yapacaktım?” sorusu ruhumu sarmalamadan önce başımı kaldırdığımda onunla karşılaştım. Gitmemişti, gidememişti. Elimizde çantalarımızla öylece durmuş birbirimize bakıyorduk. Son noktayı koyan adımlarımız aynı anda vazgeçmişti.

Yeniden bir işaret sızmıştı aramıza, görmezden geldiğimiz, hissedemediğimiz.

İçsel bir hareketle aynı anda bıraktık çantalarımızı yere. Vazgeçmemiştik, vazgeçmemeliydik.

Nefes alıp verişlerimizi duyacak kadar birbirimize yaklaştık.

Gözlerimi kapadım, “Kokunu özledim” diyerek sarıldım. Sarılmak tüm yorgunluğumu ve endişelerimi uzaklaştırıyordu. Karşılıksız değildi elbetteki, çoktan biz olmuştuk. Ben ve sen olamazdık, olmamalıydık.

Otogarın uğultulu halinin içerisinden sıyrılarak oradan ayrıldık.

Sesler, tepkiler, dokunuşlar ve düşüşler.

Keşkelerimizin dibi tutmadan önce son çıkıştı bizimkisi.

Ertesi günün sabahında yeni bir yolculuğa uzandık birlikte. Ne mavi ne de yeşil vardı, ne de bir işaret sızmıştı.

Bu sefer el ele gelmiştik otogara, gözlerimizi kapayarak rastgele bir ile dokunmuştuk işaret parmağımızın ucuyla. Gözlerimizi araladığımızda görevli genç arkadaşın iri ve şaşkın bakışlarıyla buluşmuştu gözlerimiz. “İyi yolculuklar” dedi utana sıkıla.

Arkamızdan su dökesi vardı tepeden tırnağa bize uzanan bakışlarının. Az birazda gıpta kokuyordu, birazda kolaylıklar diliyordu.

Koltuklarımıza yerleştiğimizde aynı pencereden aynı yöne bakıyorduk birlikte.

Motor sesi tekrar duyulduğunda ellerimiz daha da sarmalandı, göğün bedenlerimize uzanan mavisi göğüs kafeslerimizi ortadan ikiye ayırdı.

Ardımızda sığırcıklar, bir işaret veriyormuşcasına salınıyorlar.

Görmeliydik, görmezden gelmemeliydik.

Yolumuz uzun. Arkamıza yaslandık, gözlerimizi kapadık.

Sığırcıklar gökte. Bir daire çizmişler hep birlikte. Sanki bizi gösterircesine...