Kuşlar Geçidi/Erinç BÜYÜKAŞIK

Gök boz bulanık. Yoğun bir pus asılı. Güneş bir ara, safdil bir çabayla bulutların ardından sıyrılmaya çalıştı. Cenazede bir köşede yasçı kadınlar arasında göz yaşını tutamadı. Ölen kocaya ağıt yakan kadınların melodik ağıtı acıtmıştı işini. Yoksa Harun Efendi’nin ardından ağıt yakası da yoktu aslında. Kalpten gitti it; dövmeye girişmeden henüz oruspuyla başlayan cümleleri höykürerek haykırdığı bir an eceli gelmişti benimkinin. Kalpten gitmiş dedi doktor. 

Gökten birazdan bir zemberek boşalacak. Sabah sofradaki tabak çanağı, kirli bardakları toplamak geçmedi içimden. Çay bardağını yarılayıp eşekler cennetine gitmişti Harun. O sırada tıkır tıkır bir ses geldi kulağıma". Bir fındık faresi dadandı eve. İnatçı mı inatçı. Sevimli de ufaklık. Öldürmeye kıyamadım yine.

"Tıkır, tıkır, tıkır... "    

“Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” Bana mı soruyorsun imam efendi. Anasının el bebek büyüttüğü, itin kopuğun teki derdim de bunun bir ölüm tiyatrosu olduğunu hayli hayli biliyordum. Bana düşen arkada mahalleli kadınlarla ağlaşmak, dövünmek olsa gerek.

“Hakkınızı helal ediyor musunuz?”

Cehennemin dibine kadar yolu var desem tuhaf kaçardı muhakkak. Kiremit iki üç katlı evlerin arasından kahvehaneki bir iki okey arkadaşı sırtlamış, tepedeki mezarlığa getirmişti Harun’un tabutunu. Taş çalıyordu her seferimde ama severlerdi uğursuzu Ahmet’le, Murat. Meyhaneden az mı küfelik halde  taşımadılar eve günlerce.

Ağlamakta zorlandı tören boyunca. Alnında kara saçlarının başladığı yeri başörtüsüyle kapatırken bunaldığını fark etti, günlerdir sıcak. Pastırma yazı. Gamzeli yanaklarında hınzırlık vardı yine de. Kurtulmuşluğun ferahlığı ya da. Gözlerindeki kayıtsızlık Ahmet ve Murat’ın tacizkâr bakışlarına meydan okurken dağıldı. Gencecik kız, dul kaldı. Kim kollar, kim korur bu vakitten sonra. Nermin’in bakışları gözdağı verircesine sertleşti o sırada. Bunlar kaçın kurası, beyinlerinden ne geçer anlamaz mıyım? Harama uçkur çözmekten de çekinmez bu avallar.

Ben de bir nevi canavar sayılırım. Deli deliyi çekermiş. Harun’un hey heyli hâllerinde kayıtsız, ölü gibi bakardım herife. İçimden sesimi yükseltmek, bağırıp çağırmak gelmezdi hiç. Babamın lafı canlanırdı zihnimde. “Demek bu ite ayıldın bayıldın, vallaha ancak ölün döner bu eve.”

İlk zamanlar.. Hani cicim ayları. Bizimki inşaatta usta başı o günlerde. Anam arada bir arar da yoklar beni. Bu uğursuza güveni yoktu ezelden beri.

Nermin’in varlığı ilk zamanlar Harun’da bir nevi güzelliğe tapma duygusu uyandırmıştı. Ama bir kütüğün incelikleri kadardı onunkisi. Hele de mahallede adı tohumu bozuğa çıktıkça dellenir, hıncını zavallıcıktan çıkarır oldu.

İçimdeki kuşlar kaçacak ufuklar arar oldu Harun; kaba etlerimi, vücudumu, memelerini elleriyle avuçlarken. Tiksinir olmuştum kocamdan.Onun ağız kokusu bir rayihâ değildi benim için, ilk zamanlar karanfil çiğner de öyle öperdi beni Harun, artık meyhaneden her zil zurna sarhoş, küfelik  dönüşünde ağır nikotin, anason kokusu odayı boğarcasına kuşatır oldu. Midem kalktı nefesi suratımda gezinirken. Tecavüze uğramışçasına tiksinircesine bakıyordum adama.  Boşalır boşalmaz yatağın  köşesinde çoktan sızar kalırdı. Sokak ışığının sarı, ölgün aydınlığı odaya vururken ben gizli gizli ağlıyor, cinayet planları kurmaya başlıyordum ahvâlime ana avrat gidip. Kadın hâlimde ağza alınmayacak onca küfürleri ezber edip Harun'un suratına suratına söyleyesim gelirdi çoğu kez. 

Nohut oda bakla sofa evin bir kıyıcığında uyanık rüyalar görür oldum bir sürer sonra. Sedirde yarım oturmuş, dizlerimi karnıma çekmiş gece apartmanın kirli boşluğundan yükselen çığlığım, iniltili sesim canlanıyordu kulaklarımda.

Perdeleri sıkı sıkıya kapatmamı buyurdu Harun. Pencerenin demir parmaklarından sokağın köşesindeki çınar ağacı belirdi. Yanındaki soluk renkli apartmanın girişinde kahvede toplanan erkeklerin bakışlarından ürken Benim için zorunlu bir tutuk eviydi ev artık. Tohumu bozuk olan kimse çıksın ortaya, hastaneden randevu alsaydı ya. Kendine toz kondurmazdı benimki.

Belki evin altında  dehlizler var. Hani geçmiş medeniyetlerden falan kalan. Üst kat komşusu Meral Abla söylemişti. Şehri örümcek ağı misali sararmış bu dehlizler. 

Mahallenin dört bir köşesinde kuleler, şehzadelere kıymışlar buralarda, ölüm fermanları vermişler zavallılar için. Her bir köşesinde surlar, kuleler, zindanlar bitiveren şehirde dehlizlerden kaçma düşleri görür oldu odanın içindeyken. Bağdaş kurup gündüz düşlerinde yitmeyi sever oldu giderek.

Sürgülü, kapalı, kilitli ev. İnşaat sahibi ustabaşı yevmiyesinden kesmiş yine. Bir işçi istinat duvarı çökünce yaralanmış, üzülmüş oğlana. Severmiş veledi. Tüm vebali Harun’a yüklemişler. Yine canı sıkkın dönmüştü eve. Anason ve nikotin kokusu. Ben de gizli gizli tüttürüyorum bir iki. Bu adam yiyordu resmen paketi .

Ayakta düşlerimden birinde Harun’un ölü, beyaz yüzü dolanıyordu. Bir hayalet gibi. Şimdi cenazesini kaldırıyor adamın.

“Merhumu nasıl bilirdiniz?”

Düşlerimde de ölüydü ne zamandır imam efendi.

Gece yıldızlı, ışıl ışıldı o gece. Mahallenin yasçı kadınları evi dolduracak birazdan. Kendime çeki düzen vereyim. Dul kadınlar nasıl ağlar aynanın karşısında oynuyorum o sırada.