HASRET’e HASRET/Ümit Ahmet DUMAN

Annemin banyoda saçlarımı bembeyaz fildişi taraklar, pamuk elleriyle tarayıp örmesi, arada çaktırmadan koklayıp öpmeleri hala rüyalarda mutlu eder beni. Saçlarımdan ortamı sarmalayan beyaz sabun kokusu, Osmanlı seramikleriyle kaplı banyoda tatlı buğular bırakırdı. Bitmeyen, tımar edilen taylar gibi taranmalardan haz alan yüreğime, görmediğim egenin meltem serinliğini, balkonda sakız gibi ak çarşaflar misali hafif dalgalandırarak akıtırdı. Belime kadar salına salına oluşan saç biçimime bakıp bakıp, yüzümden kaçırmaya çalışan buğulanan gözleri, ah anacığım. Doğduğum gibi pirüpak bedenimle, utançsız son nefesime kadar yaşamam için, içinden dualar ettiğini bilirdim. Çocuksu ürkek mi ürkek, kaçamak bakışlarım yer yer çizgiler oluşmuş yüzünde gezinir, gamzelerinin belirgin ifadesini, alnına düşen analığını belirginleştiren gri perçemini, su katılmamış billûr güzelliğini seyretmeye doyamazdım.

Geride bıraktığımız güzelliklerin, masum çocukluk zamanlarının üzerinde yılların tozu var. Genelde hafta sonlarına denk gelen aylık Doktor dönüşlerinde kısacık anlarımı kendime ait düşsel zamanlar yaratarak geçirme isteğiyle yürürüm. Herkes gibi vitrinlerde pahalı giysileri üzerimde hisseder, çıplaklığımı nasıl örteceği hayaliyle oyalanırım. Arka sokaklarda ucuz dükkânlardan kendime hediyeler alırım, giyecek zamanların hayaliyle… Bu sokağa gelmeden önceki ilk gençlik alışkanlıkları herhalde? Dolabımı görenler gülüp geçiyor, ‘’Ne yapacaksın bu kadar giysiyle onun yerine en çok giydiğimiz külot, sütyen neyine yetmiyor? ‘’ diyerek dalga geçiyorlar. Hoş bu aralar sütyensiz de yaşar olduk ya.

Anamın ak beyaz saçlarının hayâliyle, onunla iç sesimle konuşa konuşa, arkadaşlarımın güleceği kesin renkli yünler, şişler ve tığlar alırım. Düşlerimdeki minik pembe elli çocuğa, var olmayacaklarını bildiğim sevdiklerime, ev kuşu anam gibi çeşit çeşit kazaklar, süveterler örecekmişim gibi. Ördüklerimi bekçimizin tanıdıklarına, ya da çaycı ablanın kızına armağan ederim. Nasıl sevinir, sevinirim bir bilseniz.

Kalçalarım ağardı erkeklerin ağırlıkları altında ezilmekten. Razıyım buna ama yeter ki yüreğime gömdüğüm hasretleri taşımasam. Ak bir kuş alsa gagasına bu ezinçlerimi götürse adresi bilinmeyen, insan yaşamayan meralara.

Yılmadım, bıkmadım taze limon kolonyası kokusundan, tenimdeki vazelin neminden, gün ışığı görmemiş yatak odalarından, hoş yılsam da bir anlamı yok ki.

Mavilerle bezenmiş bulutlar, keskin mavi gün ışığıyla bir kez bile çalmadı kapımı. Sabun kokulu yataklarda, güzel aşk sözleri, iç gıcıklayan yumuşacık öpüşlerle, masalsı düşlerin perdesini aralayan uykulara varamadım hiç. Özgürlüğüm, hasretimi sadece rüyalarda yaşamak; pembe köpüklü uykulardan, iç titreten mavi gözlü, sarışın bir erkeğin uğrun uğrun öpmesiyle uyanmak nasip olmadı daha.

Rahmimde değil ama, yıllarca büyük bir acıyı sırtımda karnımda kalçalarımda büyüttüm durdum.

Akşamlar kendime çekilme ve susma zamanlarım; en kıymetli vakitlerim. Tenleri yatıştırmaktan yorgun gövdemi, cam kırıklarında uyutsam… Dinlenir mi dersiniz? Yoksa el değmemiş pamuklara mı sarsam?  Ne dersiniz.? En yorgun gecelerim bile uykusuz. Uykular özgürlüğümden duyacağım en rezil korkularımdır.

Zayıf, çelimsiz, sportif, kıllı, şişman yağlı onca insanın ağırlığında yorgunluğumun ilacı; zehirli sular misali uykularım. Her daim dingin, pirüpak hizmete hazır dimdik olmak durumundaki gövdem tonlarca ağırlığın altında batık bir gemi misali enkaza döner. Göllerim dipsiz, denizim kıyısız, akarsuyum selsiz. Gövdemi atarım kumdan çöle dönmüş nemsiz yatağıma.

Merdiven başında hafif şeffaf sabahlığımın önü açık, iç gıcıklayıcı iç çamaşırlarımı ve vücudumu teşhir etmekteyken yukarı çıkan uzun boylu, saçları yürüyüşüne denk savrulan, yakışıklı genç ile gözlerimiz birbirine mıhlandı. O ne gözler, o ne renk ; maviliğinde soğuk soğuk yüzesim geldi. Vücudum delinmemiş nokta kalmamış elek gibiydi. Yıllardır görmediğim dokunmadığım yatmadığım erkek kalmamış gibiydi.

Tek laf etmeden elini sıcacık kavrıyor ve sağdan dördüncü kapıdan soft kırmızı ışıklı odama giriyoruz. İçimde ilk kez uyanan farklı duygularla iç çamaşırlarımı makyaj pufumun üzerine atıyorum. Yaşına göre heyecansız, yıllardır evli karısıyla biraz sonra sırt sırta yatacakmış gibi itinayla çıkardığı ütülü pantolonunu, gözlerinin yumuşak tonundaki gömleğini kapı arkasındaki askıya rutin hareketlerle asıyor. Pahalı marka logosu göze çarpan iç çamaşırlarını çıkarışı, yanmış kahverengi atletik vücudunun beyaz noktalarını görmeme neden oluyor. Muntazam bacaklar, biçimli göğüs, hatta ayıptır söylemesi böyle güzel popo kimsede görmedim. Bekledim, her müşteri için olduğu gibi ona sormadan sırtüstü yatarak icraatını beklerken, gerdekte ilk kızlığımı vereceğim bir taze gibi elimden tutup, hatta rahatsızlık duymazsa –kimse bizi dudaktan öpmez- dudaklarımdan öpüp birlikte uzanmamızı sağlamasını bekliyorum. Sekiz on yıllık meslek yaşamımdaki ilkler; kalbimin zangır zangır çarpışı, içimin titreyişi, acemi ilk kez yatacak kızmışçasına duygularla yatağa gidişim. Aklımı başıma toplamalı hünerlerimi göstermeli, tekrar ve tekrar gelip inanılmaz heyecanları yaşatmasını sağlamalıyım.

Yatağa uzanmamız ve birbirimize tensel dokunuşlarımızla normal ilişki dışında bir şey yaşamak istediğimizi vücut diliyle iletiyoruz. Sıradan tavırlarla değil aşkımla yatıyormuşum gibi pancar gibi dudaklarını yokluyorum. Hiç çekingenlik göstermeden duygularıma yanıt veriyor. Dilini ustaca kullanan, bilinçli, haz noktalarımdan haberdar;  beklediğimin üstünde deneyimli . Saatlerce seviştik. Elini saçlarımda ustaca gezdirişi, midemdeki yıllardır uyuyan kelebekleri kozalarından fırlatıp kanatlandırdı. Teninin parfümle bütünleşen doğal kokusu hiçbir zaman unutamayacağım kişiye özel kokulardandı. Sevişme anımızın her saniyesini içime ve zihnime kazıdım. Yıllardır başlaması ile bitmesi arasında geçmek bilmez sürenin uzamaması için her türlü numaralara, bu kez uzatmak için başvurdum. Kimler yoktu ki böyle düşünmeme neden olan; ağzı pis pis kokan mı istersin, alkol ve sigara ile ağır bir kokuyla odayı boğan mı istersin, vücudundaki kıllardan eti görünmeyen ve bıyığının sertliğinden vücudumda değdiği her yeri çalı dikeni gibi çizen mi istersin.

Oramın ayrı yumurta ikiziyle buluşmuşçasına uyumlu devinimlerini, yılanın kabuk değiştirmesi misali yaşanmış yıllarımı bu yatakta bıraktığımı ve anadan üryan vücudumun başka bir döneme başladığını hissediyorum. Bu güne değin yabancılaştığım vücudumla yeni tanışıyor, isteklerini bastırdığım bir çocuğun ok gibi yuvasından fırlarcasına sağa sola seğirmelerini uzaktan izliyorum. Etimin, tenimin, kalçalarımın, bacaklarımın ve göğsümün tüm unsurlarıyla el sıkıştım.

Beklenen, hayalleri süsleyen, bıçkın bıyıklarıyla külhanbeyim, ıslak yumuşacık saçlarıyla gülen, gün ışır ışımaz usulca sıyrılıp huzursuz uykularımdan, yarı gecelerde ışıksız karanlığıma, yıldız yıldız dökülendi o.

Bilmiyorum ne buldu örseli tenimde, cinsel açlığını mı giderdi? Sevgiyi öğrenmiş midir acaba bilmeden? Hayata yenildikçe son durağıydım onun belki, gelecek durakların planlarına ortaklıklar yapan. Git gellerimin kaynağı,  düşümü gerçeğe gerçeğimi düşe, acımı kuşkulu bir kararsız sevince çevirendi o.

Bir o gülüşü kaldı, şimdi semalarımda, görmeye ömrümü vermeye teşne, bir o sıcacık gülüşü… çın çın sesi yüreğimin kıyılarını döven, üşüdükçe anısıyla ısındığım.

Gülmek mi? Gülerim, güldüğüm çok olmuştur. Ayın denize vuran şavkının sessiz sesi, bir ağacın güz rüzgârlarında, leylim leylim yaprak dökmesi, bilene ağıt gibi oturur, burada bir kadının suratına oturan gamsız gülmesi… Gülerim, güldüğüm çok olmuştur.

vlerde sabahlar nasıldı? Unuttum. Evlerde akşamlar nasıldı? Unuttum.

Çocukluğum olmadı benim, gençliğim hiç olmadı. Babam karanlık bir adamdı, korkularla besledi bizi. Annem zayıf mı zayıf, sevgisini göstermeye korkardı. Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde, yumuşaklık adına, sevgi adına, konduğu tüm dalları, aykırı bir rüzgâr aldı. Baskılar, korkular safra gibi dışarı attı, evimden uzak evler üstüne, gerçeğini şimdi bile bilmediğim, ne olmadık düşler kurdum. İnce içlenmelerle her akşam, dalgın baktığım camlardan, bir gizli mutluluk sızardı ışık yerine…

Garipsi huylar edindim nicedir, garipsi duygular edindim. Artık iyice tükenen, bir ölü umuttan mıdır? Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı, bu yılgın yalnızlıktan mı? Yoksa eşiklerden sızan, şu rezil ölüm kokusundan mı?  Söndürüp her gece ışıklarımı, doğmamış bir aydınlığı silercesine incecik bir mum yakıyorum.  Ömrüme benzetip sonra alevini, arka yüzünde titrek karanlıkların dans ettiği, o gölgesi gulyabaniler çağrıştırıp, çocukluğumun saf dünyasına korkular saçan ışığını, kısa sürecek ömrüme benzetip inceden ince, eriyen muma bakıyorum… bakıyorum… dibindeki grileşen opaklar acılarımı yığıyor kat be kat.

Bir ölüm düşlüyorum, marsık marsık dumanlar arasında, başımda, başımda o mavi mavi bakan deniz kokan erkeğim. Bir ölüm… Geniş odalarda pembe mutluluk anları devinirken, uykulara varırcasına usul usul susuyor yüreğim.

Bir yanımda hayallerimde büyüttüğüm kızım, ruh çizgilerime hapsolmuş saf çocuk güzelliğim. Diğerinde gülüşü bir ilk yaz yeliymiş gibi, öyle hafif, öyle serin yiğit oğlum, yağız oğlum…

Sabah ayazında çıkıp balkona bağırsam, bağırsam diyorum avaz avaz :Bedenimi uykulara devirmeyi düşlüyorum ey insanlar, son kez yuyarak… Evlere yas, ruhuma huzur verecek diyarlara açılarak…

Eriyip bitiyor mum, bitiyor birden bütün düşlerim, acımasız gerçeğime çıplak, çırılçıplak dönüyorum.

Son söz yerine, ürkek adımlarıyla uğrun usul, gelip sıralı sırasız, karanlık kıyılarımda duran çocuk…

Örseli duyarlığımdan kalın örtüleri, kaba örtüleri, kara örtüleri haşarı bir omuz darbesiyle kaldıran çocuk… Herkesin gerçeği kendine acı, herkesin acısı kendine biricik.

Hasretler bitmez, ama ölüme hasret, odalarımızın konuşulamayan loşluğunda bedenlerimizi soğutarak bir girdap gibi içine çeker, mutluluğun resmi sabit kıpırtısız suratlarda vücut bulur. Ölüm vuslâttır her zaman.

Umutların ölüm gözyaşında parlaması yeni yaşamlara ışık olması dileğiyle, elveda…