Halil Dayım/Ümit Ahmet DUMAN

Son haberlerin okunduğu siyah beyaz televizyonda İstiklal Marşı'nın okunmasıyla sessizleşen köy kahvesi, egemenliği ışıksız karanlıklardan gelen davudi köpek seslerine bırakmıştı. Günlerden cumartesi idi ama tarlada tatil olmazdı pazarları. Yarın öküzünü, motorunu mis gibi toprak kokan meralarına sürmeye, toprağın o narin bedeninden fışkıracak mücevherlerin tohumlarını atmaya gidecekler, evlerine gidişin tatlı telaşıyla teker teker ortama iyi gecelerini haykırıp çıkıyorlardı. Çayların hesabı deftere yazılıyor, hasada var daha, paralar alındığında hesaplar sıfırlanacak.

Geceyarısının geleneksel tiryakileri için özel demlenmiş çayın iştah açıcı kokusu, kahvenin içinden dışarıdaki verandada lüks ışığı altında kumar oynayanları yalayarak gökyüzüne çıkıyordu. Kahvede son bir iki masa kalmıştı, ya da kalmamıştı. Birinde iddialı bir pişpiriğin son elleri dönüyor. Heyecan dorukta, eşler birbirine yanlışlarından ötürü kızıyor, kazananlar bıyık altından gülüyorlar, arada nabzı artıracak ortalığı kızıştıracak bir kaç laf atarak daha çok hata yapmalarını sağlamanın zevkini suratlarına yayıyorlardı. Hele bir de oyunu kazanıp çay paralarını arkadaşlarına yüklediklerinde olayın mavrası yarın akşama kadar dönerdi. Bir diğer masada, yarına işlerini evdeki çocuklara pay etmiş dört kafadar, kuş uçmaz kervan geçmez kış gecelerinin tutkunu tiryakisi oldukları kağıt oyunlarını oynamak için yeşil örtülü masalarında yerlerini almıştı. Bu oyun diğerleri kadar masum değildi. Gerçek para dönüyordu masada.

Halil, Ömer, Murat ve İbrahim. Dört çocukluk arkadaşı. Güneşin batışını, alelacele yenen akşam yemeklerini geride bırakıp masanın etrafına dizilme anlarını iple çekerlerdi. Akşamların tek eğlencesi biraz Radyodan ajanslar, biraz siyah beyaz televizyon proğramlarını saymazsak, her gece olmazsa olmazı yeşil çuhasıyla çekim gücü yaratan kare masanın etrafıydı. Neredeyse her gece her biri biraz alır, biraz verir kaybeden kaybettiğini, kazanan kazandığını anlayamadan şakalarla gırgırla evlerine giderlerdi.

Ama bu akşam Halil, takdiri ilahinin yardımıyla mı, ya da şeytanın bol olsun diyenlerin dileklerinin sırf ona odaklanması nedeniyle mi ne kazandıkça kazandı. Neredeyse bir iki el hariç tüm ellerin kazananı oydu. Masadaki paraları büyük bir hazla elle toparlıyor, cebine özenle yerleştiriyordu. Kaybedenler ilk kez yaşadıkları, istatistik kurallarına taş çıkartacak bu geceye inat, özellikle çoğu kez Ömer, her elden sonra iddiayı biraz daha arttırıyor, kaybettikçe sigaranın dumanını değil tütünlerini de içtiğinin farkında olmaksızın oyuna devam ediyordu. Saat üç gibi masadaki gerginliğin, zaten üç beş masa kalmış tüm köy kahvesine yayıldığının farkına vardığı bir saatte Çaycı Murtaza “Abiler sabah namazına az kaldı son bir iki el çevirinde biz de sevdiklerimizin yatağını ısıtalım gari değil mi? “ diye esprili biçimde tüm kahvedekileri uyardı.

Zaten tüm parası bitmiş ve iki üç de borç almış Ömer sinirden çocukluk arkadaşı , düğününde yoldaşı , askerde sırdaşı, Halil’e kızarmış gözlerle bakıyordu. Halil şişmiş cebinden çıkardığı paralarla kahveciye gururla “ Bizim masa ve diğer masalardan da hesap alma tüm hesaplar benden bu akşam “ diyerek keyifle ödemelerini yaptı. Kahvede hala oyalanmakta olan bir kaç kişiye ve masa arkadaşlarına iyi sabahlar dileğiyle evinin yolunu tuttu. Evin yolu uzak değildi. Şırıl şırıl akan derenin yanında hafif tepenin olduğu ışıksız yolu saymazsak iki nefes almada evdeydi.

Ama bu karanlıkta tek başına korkusunu yenmek için tutturduğu türküsüne tanıdık bir ses “ Dur kıpırdama, cebindeki paraları sökül bakalım.” diye eşlik etti. Tanıdığı ve şaka ettiğini sandığı Ömer‘ in sesiydi bu. Askerliği geldi aklına Kars’ın Sarıkamış ilçesine aynı bölüğe çıkmıştı Sülüşleri. Sıkıcı askerlik yaşantısında nöbetlerde ya da nöbet dönüşlerinde sık sık tekrarlanan bildik sahneyi getirdi gözünün önüne bu uyarı. Ama ses ciddiydi. Ömer elinde bıçak, seri davranarak arkasına dolanmış kıskıvrak yakalamıştı Halil’i . Halil ne yapacağını bilmez bir halde, babasından gelen pehlivan gücüne odaklanarak “Şakayı bırak ta evimize gidelim yarın ola hayrola Ömer” deyip sakinleşmesini sağlamaya çalıştı. Ama aksine Ömer elini gevşeteceğine daha bir sıkar oldu. Halil baktı pabuç pahalı konsantrasyonu tam, gücünü yitirmeden hafif bir silkinmeyle üzerinden attı onu, arka cebindeki minik çakısına ulaşması nehrin karşı kıyısındaki köpeğin üç kez havlaması kadar sürdü. Eline geçirdiği bıçağı açıp vicdan azabıyla çok sevdiği arkadaşına ölümcül bir darbe olmamasına dikkatle üç dört hamle yaptı. “Yandım anam. “ iniltisiyse onu yerde bırakıp evlerinin ters yönünde köyü terketti. Köyün çeperlerini, çalısını, çırpısını, çukurunu tepesini gözü kapalı bildiğinden, gecenin aysız karanlığında eliyle koymuş gibi geçti. Karanlık yönünü, heyecan duygularını körelttiğinden bir kaç saat sonra, kan ter içinde nasıl olduğunu farketmeksizin tekrar aynı noktaya, olay yerine geri geldiğini farketti. Sağda solda Ömer’i aradı, dereye düşmüştür ihtimali ile adını nehre karşı seslendirdi, “Ömer, Ömer!” diyerek, geceden çırçır böceklerinin sesinden gayrı bir yankı alamayınca derin bir nefes alıp, hiç bir iz bırakmadan orayı terketmiş olduğuna kanaat getirdi..

Büyüklerinden dinlerken hiç başına gelmeyeceğinden emin “Katil mutlaka olay mahalline döner, eğer maktulun kanından bir damla içerse aklını başına toplar yoluna devam eder” sözünü hatırladı. Arka cebinden çıkardığı çakısındaki kanı, yeni yeni kurumaya yüz tutmuş Ömer’in kanını yaladı. Bir kaç saniyede gerçekten kendine geldiğini hissetti.

Yürüdü gitti yoluna, ilk hedefi Uzunköprü Demirtaş Mahallesi'ndeki ablasını ziyaret etmek, durumunu anlatmak, ailesine iyi olduğunun haberini vermekti. Ablasında karnını doyurup eniştesinin yeni giysileriyle donanıp duşunu aldı. Tazelendikten sonra yoluna devam etti. Bir hafta sonra İstanbul’da yakalandı, mahkemesi sırasında Ömer‘den gelen sağlığının iyi olduğu haberleri, mahpusluğu biraz çekilir kılıyordu. Arkadaşının sağlık durumu allahtan her geçen gün iyiye gidiyordu. İki üç haftada taburcu oldu Ömer, evine döndü. Mahkemede Halil’den davacı olmadığından, Halil sadece kamu davası nedeniyle aldığı cezasını yatarken, şansına 74 affı ile altı ayda hapisten yırttı, Halil benim dayımdı.