Fabl/Mehmet Ali GÜNER

Yine her zamanki gibi sabahın en erken saatlerinde, daha tan yeri ağarmadan gözlerini açmıştı. etraf karanlık ve hava da çok soğuktu. Kendine gelebilmek için silkindi. ardından bir süre temizledi kendini. sokak lambaları da yanmıyordu. Etraftaki evler birer gölge gibiydi. Sokak başlarındaki çöpler olağan lezzetiyle ve ihtişamıyla bekliyordu onu. Bir sokak köpeği için alışılagelmiş işlerdi bunlar. Bazen şehirde gezdiğinde, insanların boyunlarına ip bağlayıp yanlarında gezdirdikleri son derece bakımlı, temiz ve kendinden emin görünen köpekleri gördüğünde içi geçmiyor değildi. Keşke ben de onlardan birisi olsaydım diye iç geçiriyor ama bir süre sonra sırtında hissettiği koca bir taşın acısıyla bu hayalinden uyanıyordu. 

İnsanlar sırf zevk uğruna ona ve onun gibilere acı vermekten hiç çekinmiyorlardı. İnsanlardan bu yüzden uzak durmaya çalışıyordu. Ağır adımlarla sokağın başındaki çöplüğe doğru yürüdü. Patileriyle çöpleri karıştırmaya başlamıştı yine. Çöplerde yiyecek daima bir şeyler olurdu. Çünkü insanlar yiyebileceklerinden daima fazla bir şeyler alırdı ve yiyemediklerini daima çöpe atarlardı. İnsanların açgözlülükleri nedeniyle pek aç kalmıyordu, tabi çöpçüler ondan daha hızlı davranmadıkları sürece. Ama onu en çok üzen şeylerden birisi; yalnızlık ve sevgisizlikti.

Duyguları olan bir canlıydı nihayetinde. Onun da sevgiye, merhamete ve şefkate ihtiyacı vardı. Hele sıcak yaz aylarında, içecek su bulmakta gerçekten çok zorlanıyordu. birçok arkadaşı susuzluktan ya ölmüştü ya da cadde ve sokaklardaki birikintilerde oluşan pis sulardan içtiği için çok büyük acılar çekip hastalanmıştı. 

Yaz mevsimi onlar için ve tüm diğer sokak hayvanları için bir kâbus gibiydi. Merhametli insanlar da vardı. eline aldıgı kaba su doldurup, köşe başlarına yerleştiren iyi insanlar... Onları görünce çok seviniyordu. iyi ki varsınız diyordu kendine kendine, iyi ki varsınız.

İyi insanlar; dünyanın her yerinde dağınık haldedirler, birbirlerini bulmaya çalışmazlar, sürekli canlılara iyilik yapma ve iyi düşünme halindedirler. Dünya onların varlığı sebebiyle biraz daha yaşanabilir haldedir. Hiçbir ülkenin milliyetçisi olmadıkları gibi ırkçısı da olmazlar, renge soya sopada bakmazlar, kendilerine haksızlık yapıldığında hemen haksızlığa başvurmazlar. verileni asla geri almayıp başa da kakmazlar, sizi satmaz yarı yol da bırakmazlar, kendilerine acı verselerde, canlılara merhametle bakar acı vermek istemez intikam peşinde koşmazlar, genelde af yolunu tutarlar. Onları bulmanıza gerek yoktur, onlar gibiyseniz şayet tebrikler, hayatta yalnızsınız demektir.

Kalabalıklar içinde olsanızda bazı zamanlar, belki çok zamanlar veya her zaman kendinizi yalnız hissettiğiniz anlar vardır. İyilik sana yapılan değil senin yaptıklarındır. başka canlılara iyilik yapmakla aslında kendinize iyilik yapmış olursunuz. iyiliği ve iyileri başka yerde değil kendinizde arayayın, siz iyi olursanız herkes iyi olur ve sonra bir bakmışsınız ki etrafınız iyilerle dolmuş.



BİR GEZİNİN NOTLARI

Her yola çıktığımda önce çok tedirgin olurum, sonra bu tedirginlik yok olurken yol boyunca hep hayal kurarım. Hayal kurmanın iyi ve kötü etkileri elbetteki vardır.

Hayal kurmak güzeldir, insanın içini sağlam tutar. Lakin hayale inanmak, hayal edileni gerçek sanıp ona inanmak ise, bütün bir ömre yayılan hayal kırıklığına yol açar. Hayal kırıklığı, insanı azar azar tüketen, tükettiği ölçüde kendini daha derin hissettiren bir yaradır aslında. Hayal kırıklığı, insanın inandığı yerden kırılmasıdır.

Yola çıkışımın rotası bu kez Yunanistan’dır. Çocukluğumdan beri yunanlılar ve Yunanistan’la ilgili anlatılanlar hiç beni etkilememiştir. İyiler nerde olursa olsun iyidir diye düşünmüşümdür hep.

Yol boyunca küçük küçük kilise maketlerini gördüm. Merak ettim bu kadar maket kilisenin inançla bir ilgisi olamazdı. Sonradan öğrendim ki yıllar içinde bu yolda meydana gelen trafik kazalarının anısına yapılmış. İlginç ama güzel bir hatırlatma insanlara.

Doğasına baktığımızda her taraf yemyeşil. Yerleşim birimlerinin verimli tarlaların olduğu alanlara değil de dağlık alanlara kurulduğu ilk göze çarpan bir olgu. Sakın ve güzel bir yolculuk duygusu hâkim oluyor yüreğimde. Hızla Kavala'ya doğru gidiyoruz.

Akşamüstü vardık Kavala'ya. Küçük bir koyda kurulmuş şirin bir kent. Hemen aklıma Ordunun Ünye'si geldi. Bir bakıma kopyasıydı sanki. Gittiğim yerleri, yaşadığım yerlere benzetme huyum vardır öteden beri. Sahil boyu restoranlar ve barlar. Gürültüden uzak ama cıvıl cıvıl bir hayat. Sokaklar insan kaynıyor adeta.

Yüzünden gülümseme eksik olmayan, mutlu insan yapısı gözüme çarpıyor ilk bakışta. Tepede Kavalalı M.Ali Paşa Külliyesi bizi seyrediyor. Muazzam bir yapı. Sahilde balıkla rakının buluştuğu mekânlar. Öyle hararetli sohbetler ve şarkılar var ki Yunanca bilmediğime çok üzüldüm. Bilseydim bir laf atsaydım ortaya, orda bulunanlar bu laf yüzünde birbirine girer miydi biz Türkler gibi diye düşündüm.

Kavalalılar, Kavala için “Kavala kış ve yaz aşkı için büyülü bir şehirdir.”, derlermiş. Ha unutmadan demem lazım, bir de kavala kurabiyesi çok ünlüymüş.

Oturduk bir restorana. Kendi aramızda konuşurken masaya su geldi birer bardak. Hâlbuki biz su istememiştik. Bununla beraber, ne yiyeyim ya da içelim tartışmaları arasında, buranın kazıkçı bir yer olduğunu konuştuk. Yanımıza gelen garson usulca yanımıza yaklaştı, komşular  ben de bir Türk pomağım. Burada oturan herkese su ikram edilir. Keyfinize bakın, bir Yunanlı ne kadar hesap ödüyorsa siz de o kadar ödersiniz. Kazıklanma şansınız yok dedi ve gitti.

Gönlümüzce bir gece yaşadık. Gecenin geç vaktinde sokaklarını turladık kavalanın. Yatağa uzandım. Aklıma gelen ilk şey. Masallar oldu. İyi ki masal var da ne zaman düşlerimiz yorgun düşse, gelecek zamana olan inancımız yara alsa, masallardan bildiğimiz geçmiş zamana sığınabiliyoruz. Yaşamın mühendisler tarafından imar edilmediği, ormanların henüz şehir parklarına, hayvanların evlere hapsedilmediği şimdiki zamanda olduğu gibi fillerin yalnızca fillere değil, kangurulara da âşık olabildiği, tutkunun soluktan soluğa geçen bir efsun olduğu, gecenin asilerin dostu olduğu zamana. İyi ki hayatımızda masal var,  diye düşündüm.

Uyumaya çalışırken beynim hiç mola vermedi, bir an olsa düşünmeye ara verse uyuyacağım ama olmadı. Yatakla kavga ettim yaban ellerde. Yatakla kavga etmek suç olsa sanırım en ağır cezayı yerdim. Düşünmekten ve çatışmaktan yorulan beynim bir an mola verdiğinde uyumuşum.

En acımasız baş ağrısıyla uyandım. Bu baş ağrısı ile çıktım balkona. Ege denizi ayaklarımın altında adeta. Çektiğim acı, bir iç acı mı yoksa bir baş ağrısı mı yoksa her ikisi birden mi karar veremedim. Her şeyi yalnız yaşayan insanların sadece hissettiği kadardır acıları, sevinçleri, hüzünleri. Parlak ve sıcak olamayan kırılmış ışıklara aldanmamam belki de hep bu yüzden(…) diye düşündüm.