Yabancılaşma büyük oranda insanın artık kendisini de etrafını da tam manasıyla duyamadığı, anlam aramaktan vazgeçtiği anların gösterilmesi olarak tanımlanabilir. Mahmut ve Yusuf karakterlerinin birbirlerine mesafesini izliyoruz. Yusuf karakterinin geniş boşluk alanından, kadraja doğru yaklaşması, bir yer edinme çabası olarak anlaşılabilir.
Görsel görünümü Frederick Remmington tarafından 19. yüzyılda Batı'daki kovboy, yerli ve askerler hakkında yapılan resimlerden esinlen film Jonathan Raymond'un "The Half-Life" adlı kitabına dayanıyor. - Bu topraklarda daha önce görmediğim bir şey görüyorum. Şimdiye kadar hemen hemen her yere yerleşildi. Ama burası hala yeni, burada kafa yorabileceğinden daha fazla isimsiz şey var!
İnsan varlığının kendindeki öteki ile mücadelesi, benliğin tekrar tekrar kırılıp yapılanması üzerinedir diyebiliriz. İnsan kendi neslinde dualist bir varlıkken kendindeki kötüyü yansıtma ile ifade etmeye çalışıyor. Bu da varlığına dair bir savunma hali diyebiliriz. Evrimsel anlamda bu bilinç seviyesini inşa ederken, kötücül olana, vahşi olana, travmatik olana dair, bir bilişsel çözüm üretmeye çalışırken bir öteki, bir düşmanın tezahürü, kendi güvenliğinin icadıydı. Tedirginlik, savunma hâli, hattâ silahlanma gibi teçhizatla düşüncelerle kurmuştur kendi bilişsel küçük evrenini.
Nüfus dağılımı, göçerler ile yerleşiklerin kavgaları, ekonominin icadı ve yoğunlaşması, suç, ceza ve ödül denkleminde toplumsal çürümenin daha sık görüldüğü bir denge problemi yaratıyordu. Şöyle de söyleyebiliriz; yeni yerlerin işgali kahramanlıklar, yükselişler olurken ekonomik çöküşler çürüme ve suçun ağırlık kazandığı dönemlere denk düşüyordu. Böyle olunca da dekadan anlatılar ağırlık kazanıyordu. Ancak kapalı mekânlar daha evrensel bir amacı var gibi.
Bir kadının tek başına oturmuş televizyonda bir konser izlerken eski kocasının sessizce içeri girmesi ve korkutması ile başlayan bir drama. Karakterlerin zaten tamamen farkında olduğu, ancak bizim farkında olmadığımız bir adam, bir kadın. gerilim, korku, beklenti, ötekinin ihtiyacı, geçmişin gölgeleri gibi temaların eşliğinde bir zamanlar birbirini seven iki insanın derin ve karmaşık bir hikayesinin yavaş yavaş önümüze serildiği film. Noel arifesinde anne-babalarının evinde Noel yemeği yemek üzere yola çıkan bir ailenin gizem ve korku dolu hikayesi.  
Herkesin bineceği otobüsü, treni ya da uçağı kaçırdığı olmuştur muhakkak. Ancak ineceği feribotu kaçırmak denince benim aklıma başrolünde Juliette Binoche’un oynadığı “Ayrı Dünyalar” filmi gelir. Temizlikçi olarak çalıştıkları feribotu zamanında terk edemedikleri için kendilerini Fransa’dan İngiltere’ye giderken bulan üç kadının, bu durumu değiştiremeyecekleri kesinleştiğinde lüks bir kamaraya girip saklandıkları ve anın tadını çıkardıkları o sahneyi anımsarım. Ve daha birçok şeyi…
Chaplin'in oyunculuğu duygusal salınımla işlenmiştir, komiklik ile dramatik anları bir araya getirir. Yüz ifadesi, derin bakışları ve akrobatik yetenekleri, onun oyunculuğunu tanımlar. Bunu başarmak, izleyicinin duygusal bir bağ kurmasını sağlamak anlamına gelir. Onun bu başarısı, seyircinin boşlukları doldurduğu bir iletişim biçimini yaratmak için önemlidir. Şu anki filmler için de, izleyiciyi katkı sunmaya teşvik etmenin yollarını bulmak önemlidir, çünkü insanlar katkı sağlayabilecekleri eserleri daha çok sevmektedirler.
Sinema dünyası üçlemelerle doludur,. Her yönetmenin içi kıpır kıpır atar üçleme çekmek için, biz seyircilerin de beğenisine, zevkine, şiarına, cinsel terchine göre boy boy çeşitleri bulunur. Kimi Üç Renk serisine gönül vermiştir kimi Matrix kimi Yüzüklerin Efendisi kimi de Kara Şövalye üçlemesinin bağımlısıdır. Piyasadaki bu bolluğu önceden görüp direkman dördüncü filmle başlayan Yıldız Savaşları esnafını ayrı tutarsak gelmiş geçmiş en iyi üçleme BABA serisidir.
İnsan, kendi ezoterik içeriğini yazmaya ne zaman başladı? İnsanın kendinde insanüstü bir içerik arama dürtüsü ne zaman başladıysa, büyük olasılıkla o zaman. Dünyada insan harici hiçbir canlının kendi varlığına bu denli şaşkınlıkla baktığını düşünmüyorum. Kendi varlığındaki bir hayret etme durumunu, kendi içsel sisteminde, kendi aczini örtük kılmak adına yapmış olabilir mi?
Bir filmin iyi mi kötü mü, parası var mı, marka mı giyiyor gibi kalite özelliklerini taşıyıp taşımadığı filmin ilk 3-5 dakikasında anlaşılabilir. Benim bunun için uzun zaman ve emek harcayarak geliştirdiğim adına Tevfik Kanunları dediğim yöntemde üç temel kriter var. Birincisi filmin başındaki yazıların fontları orijinal mi, çakma mı, göze hoş mu geliyor tırmalıyor mu? İki, ışıkçı iyi mi?
Ülkemizin sinema yazarlarından Alin Taşçıyan onun için; "O, rafine bir gerçeklik" demiştir. Otantik olanı, kendi felsefesine katmış biridir. Ben onun için şiiri tüm hayatıyla harmanlamış bir yönetmen diyebilirim. Fotoğraf, şiir, sinema, onun için benzer bir hattan yürümeye benzer. Daha doğrusu, koordineli bir birliktelikle ilerlemiş bir yönetmendi. Kendisini 2016 yılında kaybettik.