15 Sep
15Sep

*Bu yazı ilk olarak yazarın Demokrat Kocaeli gazetesindeki köşesinde yer almış, yazarın isteği ve onayıyla sitede yer almıştır.

Ebrar Karakurt ve Abdülhamit’in birlikte tartışıldığı manidar bir haftayı geride bıraktık. Bir konu çok popülerken yazı yazmayı pek sevmiyorum çünkü gürültü içinde sesiniz daha az duyuluyor. Şimdi bu konu hakkında biraz konuşabiliriz çünkü “Qui tacet, consentire videtur” (Sessiz kalan kabul etmiş sayılır)

Önce Dünya Milletler Ligi’ni hemen ardından da Avrupa Şampiyonası’nı kazanan hüngür hüngür İstiklal Marşı’nı okuyan bir milli sporcuyu müdafaa etmek kalemin hakkıdır, söylediğim gibi ‘sessiz kalan kabul etmiş sayılır’.

Ebrar Karakurt’un cinsel yönelimi üzerinden yürüyen bir tartışma bir süredir devam ediyordu, belli aralıkla parlıyor ve sönüyordu ama işte burası Türkiye ve ‘tarih’ hiçbir zaman ölmüyor, her tarihi karakter yaşıyor. İstendiği zaman uyandırılıp aramıza sokuluyor, Abdülhamit de bunlardan birisi.

Peki “Boş yapma Abdülhamid” sloganının hikâyesi neydi?

Ebrar’ın Polonya maçından sonra yaptığı “Savaşa savaşa kazanıyoruz” paylaşımın altına Abdülhamid Denge isimi bir kullanıcı ise “Müslüman Türk Milleti olarak sana tahammül etmeye devam ediyoruz…” yazmıştı ve belki tarihin parladığı bir an olarak Ebrar şöyle yanıtlamıştı: “Boş yapma Abdülhamid”

Bu yanıtla birlikte tuhaf ve açıklanamaz (tarihin cilvesi) şekilde cinsel kimliği, siyasi fikirleri ve tümüyle kadınlığı yüzünden eleştirilerinin odağındaki bir isim rastgele bir isme verdiği yanıtla ‘tarihsel’ bir cepheleşmeyi tekrar diriltti.

Ebrar’ın yarattığı tartışma son 150-200 yıllık modernleşme tarihimizin bir konusudur. Kadınlık, cumhuriyet, kimlik, şeriat, İslam vs. gibi başlıkların hepsi konuya dahildir. Peki Ebrar’ı kıyasıya eleştirenlerin olduğu tarihsel cephenin kafasında nasıl bir tarih anlatısı var? “Müslüman Türk Milleti” imgesi sandıkları kadar steril mi?

Bizim İslamcı/mukaddesatçı/milliyetçilerimizin kafalarında ‘ideal’ bir Osmanlı/Ecdad tarih anlatısı vardır. Bu anlatı tarihe gökyüzünden bakar, oradan bakınca karşınıza padişahlar, sadrazamlar ve kahramanlar çıkar. Orada halk yoktur, orada kadın yoktur, orada küçük insanın hikâyesi yoktur. O hikâyede içki içilmez, herkes her şeye itaat eder, cinsellik asla söz konusu dahi olamaz. Gökyüzünden tarihe bakmak insanı tarihte dondurmaktır… Peki gerçek öyle midir? Tarih ‘kusursuz’ mudur? Elbette hayır, insanın kendisi kusurdur. Tarihe kusursuz bakmaya başladığınız anda onu idealleştirir, günceli devamlı oraya atıfla eleştirebilirsiniz. Bu yüzden bu kusursuzluğu biraz bozmamız lazım, bozalım ki tarihte insanlar yeniden görünür olsun. Bir nevi tarihi gökyüzünden yeryüzüne indirmeyi teklif ediyorum diyelim.

İnsanı kitaplarda arayabiliriz, iki kitaptan bahsederek yapacağım bunu. Çok ayrıntı vermeyeceğim ancak tarihte bu tür konulara ilgi duyuyorsanız bu iki esere de ulaşmalısınız.

İlki tarihçiliğimizin kutbu Halil İnalcık hocanın “Has bağçede ‘ayş u tarab-Nedimler Şairler Murtibler” kitabı, diğeri ise tarih araştırmalarıyla tanınan gazeteci Murat Bardakçı’nın “Osmanlı’da Seks’ kitabı olacak.

Halil İnalcık Hoca'nın “Has bağçede ‘ayş u tarab” kitabı Osmanlı sarayında padişahların has-bağçede geçirdiği hoş vakitleri ve bunların tarihsel kökenini araştırıyor. Padişah ‘işret meclisi’ (içki meclisi) adıyla anılan bu eğlencelere yakın adamlarıyla birlikte katılır, şiir, musiki, raks sanatlarıyla eğlenirlerdi. İçki meclislerinde şiir okunur, saz çalınırdı. Nihayetinde padişah da olsanız ağır, ciddi, yorucu işlerden sıkılıyor ve eğlenmeye ihtiyaç duyuyordunuz.


Bir diğer kitap da Murat Bardakçı’nın Osmanlı’da Seks kitabıdır. İsminden korkmanıza gerek olmayan bir kitap, hatta eğlenceli. Ecdadımızın, halkın özel dünyasına dair el yazmalarından oluşturulmuş cinsel sağlık, öneri ve yaşam biçimlerini özetleyen bir kitap. İçinde Nasrettin Hoca da var, sadrazamların ilginç eşleri de.

Mesele Ebrar’ın övülmesi, Abdülhamit’i eleştirmek değil. Temeldeki çelişki bir tarih bencilliğine dayanıyor. Ebrar’ı nasıl ‘Türk Milleti’nden atabilirsiniz? Ebrar’ı atmak için ‘idealleştirilmiş’ bir tarih anlatısı yaratıyorsunuz, ben de buna itiraz ediyorum. İdealleştirilmiş bir tarih yoktur, tarih içinde Ebrar’ı da, Abdülhamit’i ya da Cübbeli Ahmet’i de bulabilirsiniz ve hepsi bize aittir, bizizdir. Sevebilirsiniz ya da sevmeyebilirsinizdir ama onu ‘bizden’ atamazsınız…

Bir sonraki yazımda bu kitaplardan eğlenceli ve bana da okurken ilginç gelen bazı pasajları aktaracağım, kitaplar aklınızda kalsın.

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.