Yaşam Sonlardan Oluşmaz/Turan HORZUM

Çoğu okuyucu kurmaca metinlerde yazarın hayatından bir şeyler olduğunu düşünür. Eserde geçen olayların yazarın başından geçtiğini varsayarak onunla empati bile kurar. Hatta yazarla tanışsa ne güzel olur. Onu tanımaktan büyük mutluluk duyacaktır. Oysa yazarı tanımamak en doğrusudur. Seni büyük hayal kırıklığına uğratabilir, onun yapıtından değil edebiyattan bile uzaklaştırabilir sizi. O yüzden yazara değil yapıta odaklanmak şarttır.

Polat ÖZLÜOĞLU’nu tanıdıktan sonra yazarla ilgili yukarıda söylediğim düşüncenin tam tersini yaşadığımı belirtmeliyim. Düşünceleri ile yazdıkları, yaşamı ile düşünceleri o kadar uyumlu ki, nitelikli bir metinde olmazsa olmaz olan “dürüstlüğü” hemen yakalıyor, öykülerinin içine dalıveriyorsunuz.

ANNEM, KOVBOYLAR VE SARHOŞ ATLAR, Polat’ın son öykü kitabının adı. Kitapta toplam on bir öykü var. Karakter zenginliğinden söz etmesek de anlatımdaki destansı hava karakterleri içselleştirmemizi sağlıyor. Öte yandan toplumsal duyarlılığımızı propaganda yapmadan acıtarak harekete geçiriyor. Bunları yaparken öyküdeki olayları ve düşünceleri rastlantılara dayandırmıyor. Belli bir etkiyi özenle ve düşünerek tasarladıktan sonra olayları bir araya getiriyor. Çok fazla detay yok öykülerde. Örneğin ‘Kılçık Babam’ öyküsünde anlatıcı çocuğun babası ile ilgili anlattıklarından o kadar çok etkileniriz ki babanın niçin yatağa düştüğünü, ne iş yaptığını düşünmeyiz. Okuyucu acıya odaklanmıştır. Sekiz sayfalık öyküde epifani dördüncü sayfada veriliverir bir cümleyle: “Kocamanda başlık atmışlar ‘A-san-sör boş-lu-ğu-na dü-şen  in-şa-at iş-çi-si-nin d-ra-mı’…”Bir anda durursunuz aydınlanma anı başlamıştır. Gözümüze sokulmadan anlatılan bir işçinin yavaş yavaş ölümüdür. İlk öykü olan ‘Unutmanın Huzursuz Bahçesi’ (Latife Tekin’e ithaf edilir) cumartesi annelerini(babalarını) anımsatır. Zulmün evrensel acısı baba kız ilişkisiyle verilir. Sanki sözlü gelenekten gelen ağıtçıların yas töreninde söyledikleridir.

Edebiyatın bir öykünme olduğunu biliyoruz ve kurmacaya dayandığını. Edebiyat metnini oluşturan tümceler “sahte” olmadıkları gibi gerçek de değildir. Calvino’nun dediği gibi gerçeklik sis gibi ele geçirilemez. Polat, öyle acıtıcı, samimi, bir dil kullanmış ki o sisli gerçeklik içinde karakterlerle sarmaş dolaş yaşıyoruz. Unutturulmaması gereken insan acılarına;(kaybedilen çocuklar, baba-çocuk ilişkileri- şiddet-baba oğul ilişkisindeki travma) doğrudan insan ilişkilerine odaklanırken yazarın çağının tanığı olması fikrini kanıtlıyor sanki. Edebi bir dille kendine özgü bir üslupla, tüm dışlanmış, ötekileştirilmiş, ezilmiş, haksızlığa uğramış çağ insanlarını anlatıyor. Öte yandan her şeye rağmen hayata karşı karamsar değil. Yaşamın sonlardan oluşmadığını özellikle anlıyoruz öykülerde.

Çoğu eleştirmen modernliğin, kapitalizmin hakimiyetinde mutlak bireyciliğin ağır bastığı, toplumsallığın, kolektif dayanışma ve ideallerin rafa kalktığı karmaşa algısını körükleyen yönüne dikkati çeker. Son dönem öykücülüğümüzde verilen ürünlerin özellikle kolektif ideallerden uzaklaştığını söyleyebiliriz. Lukacs’a dayanarak söylersek, modern yazarlar özneyi toplumsal ve tarihsel bağlamından kopararak etkisizleştiriyor, dolayısıyla yabancılaşmasını mutlak hale getiriyor. Böylelikle kurmaca metinlerde ele alınan karakterler anlık, belirsiz, uçucu nitelikler taşımaktadır. Polat Özlüoğlu’nun öykülerinde ise tüm yok edilmek istenen kolektif ideallerin yanıbaşımızda olan bitenlerden yola çıkılarak nasıl verileceği yaşayan karakterler aracılığıyla anlatmaktadır. Her öyküde toplumsal bir kaygı vardır. Çoğu öyküdeki karakterlerin yerini tutan birçok figürler hayatın her alanında görülmektedir. Kurgudaki sağlam yapı; yer zaman ve kişi uyumluluğu, tam bir hikaye atmosferi içinde verilmektedir. Bunu yaparken bilinçakışı ve iç monolog tekniklerine çok sık başvurmaktadır yazar.

Daha çok kadını, kadın deneyimlerini, çocuğu merkeze alan; yalınlığı çarpıcı, özgünlüğü ile dikkate değer bir yapıtla karşı karşıyasınız. Modern öyküde başka bir kulvar.