Kitap/Düşün/Sanat/ Sayfa Editörü: Erinç BÜYÜKAŞIK

Aharon Appelfeld’den Ruhun Kuytusunda/Tuba KIR

Doğu Avrupa’da anne babası ölen Yahudi asıllı Amalia ve Gad, amcalarından devraldıkları Yahudi şehitliğinde bir nevi mecburiyetten bekçilik yapmaya başlarlar. Doksanüç yaşına kadar amcaları, şehitliği koruyup, kollamış ve bakımını üstlenmiştir. Aynı özveriyi göstereceklerine dair verdikleri sözü tutmak kolay olmayacaktır. Kış aylarının uzun, karanlık ve zorlu geçtiği dağda, kardeşler yedi yıl boyunca vazifelerini hakkıyla yerine getirirler. İki genç insanın kimsesizliği onları birbirine iter ve kardeş sevgisi önce arzuya ardından da aşka evrilir. Bir yandan utanç, diğer yandan yalnızlığın beslediği çaresizlikle yasak aşklarını sürdürürler. Bu arada ovada tifüs salgını köylüleri kırıp geçirmektedir ve iki gence de öykünün sonunda salgın tebelleş olacaktır.

Devamını Okuyun

KÖY ÖĞRETMENİNİN DOKUNDUĞU “BAŞARAN “KİLİMİ/Hatice ALTUNAY

Aradan geçen zamanda onun şiirlerindeki moral ile beslendim ve besledim öğrencilerimi.’ Ahlat Ağacı’ şiiri ile köy çocuğu olmanın kıvancını duydum veyılgınlığı sildim gözlerimden. İki hafta sonra adresime gönderilmiş sanat dergisini görünce havalara uçtum. O gün dergiyi göstermediğim meslektaşım kalmamıştı. Evime uçarak gittim. Dergide şiirim çıkmıştı, kolay bir şey mi canım taşrada sanattan yoksun yaşıyordum. Sonraları ne mi yaptım: Birikim adlı okul dergisi çıkardım. Ortaca’da filiz veren İspinoz dergisini destekledik öğrencilerimle birlikte. Rahmetli Yüksel Demirel’in organize ettiği Damla adlı dergide ve Türkiye çapında birçok dergilerde yazılarım, şiirlerim yayınlandı.

Devamını Okuyun

ACILARIN İÇİNDEN GELEN AYDINLIK/Hatice ALTUNAY

Saygıdeğer Ayla Kutlu Ablamız, Sizin yüzünüzü görmedim ama yapıtlarınızı okuyunca içine çekip aldı beni. Bir Göçmen Kuştu'yu okumakla kalmadım, Yazın öğretmenliğim sırasında öncelikle zümre arkadaşlarıma, öğrencilerime hep önerdim. Sınıflara taşıdım kitabı, bir sanatçı akıp giden anlatımı ve tarihi gerçekliği harmanlayarak ne güzel anlatmıştı. Romanın ardından onun kurmacadaki serüveni benim için Emir Beyin Kızları adlı yapıtıyla perçinlemişti. Tarihi, belleği ve gerçekliği ne güzel yansıtmıştınız. Sizin iyi bir tarihçi olduğunuzu düşünmüştüm hatta.

Devamını Okuyun

Bir Kış Gecesi Okurunu Arayan Bir Yolcu/Fatma Altun

Bu günlerde “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” okuyorum. Calvino'nun Calvino'yu okuduğu, yazarlık dehasını konuşturduğu, ilk kez 1979 yılında yayınlanan, okurluk ve yazarlık üzerine bir başyapıt. Bu kitabı okumak benim seçimim değildi. Dahil olduğum özel bir çalışma grubunda, yapmaya karar verdiğimiz ortak bir egzersizin konusuydu kendisi. Yapacağımız çalışmayla ilgili olarak danışmanımızın seçtiği ve neden bu seçimi yaptığını bize izah ederken de “asla okumayacağınız türden bir kitap seçmeye çalıştım” demesiyle merak uyandıran bir kitaptı. Okumaya başlamadan önce tabi. Sonrasında başka başka farkındalıklarıma da hizmet ettiğini söyleyebilirim, şimdiden bile. Hem okumadan önce hem okurken ufkumu açtı, kim bilir okuduktan sonra nasıl hissediyor olacağım. Bana bu kitabı okutan kişiyle bir konuda hem fikiriz; o seçmeseydi, bu kitabı asla okumayacağım konusunda…

Devamını Okuyun

Bir Beyoğlu Masalını Yitirmek/Erinç BÜYÜKAŞIK

Sokaklarında dolaşıp, büyük yoksulluğu ve yoksunluğuyla geçmişe ağıdını söyleyen Beyoğlu’nun şarkısını dinliyorum günlerdir. Yılışık Fransız Sokağı’nın, Tünel’e sığınan yabancıların yarattığı Avrupalılığın ötesinde, caddenin diğer ucuna ulaşıyor sesim: Tarlabaşı... Adında bile bir kriminal gerçekliği istemese de taşıyan bir göçzede İstanbul silueti. Birçok eski levanten yapının yıkılmaya yüz tuttuğu, sokaklarında geceleri zencilerin, esrar satıcılarının, mafyanın, ölüm tacirlerinin kol gezdiği bir başka Beyoğlu.

Devamını Okuyun

Erendiz Atasü’den Dün ve Ferda/Tuba KIR

Karakter isimleri özenle seçilmiş eserde. Özgürlüğü temsil eden ve bu uğurda bir ömür yitiren hocası Hürriyet Hanım mesela. Roman başkişisi Ferda’nın anlamı gelecek. Gelecek ve dün aslında Dün ve Ferda... Yine karakterlerle yazarın, karakterlerin kendi arasında tartışmasını da işlemiş yazar metinde. Herkese eşit mesafede durmaya özen göstermiş, herkesi dinlemiş ve çözümlemeye çalışmış adeta. Hatta yazarın kendisiyle cesurca muhakemesi de mevcut. Yazmanın iyileştirme ve sonuca varma gücünden de bahsetmiş Atasü. Ferda sormuş, o cevaplamış.

Devamını Okuyun

Dur Bakalım/Gürbüz DEMİR

DUR BAKALIM Pencereden dışarıyı seyrediyordu. Yürüyenler adım adım titrek bir sokakta belirsiz ayak izleri ile ilerliyordu. Nefrete ne kadar yakın olduğunu gördü. Gökyüzünün gözleri sarıdan siyaha, hava griden acı kahveye kayıyordu. Korkarak araladı pencerenin kanadını, son bir hamleyle yağmur sonrası kokuya, güneşin çizgilerinin ıslak ve titrek hafifliğine ve her şeyin çakır keyif gülümsemesine uzatıp ağzını derince bir nefes aldı. Dönerek pencere camındaki yüzüne, neye karar verdin, ne yapmak istiyorsun? diye seslendi. Pencere camının ardındaki üzgün ve endişeli yüzü cevap verdi. Eksikliğini duymuşuz hep, eksikliğe şükretmişiz. Ne elde avuç ne avuçta el üstelik eksiklikten geremediğimiz için göğsümüzü hava bile eksik dolmuş ciğerlerimize dedi. Odanın ortasında volta atmaya başladı. Tekrar yürüdü pencereye doğru. Akşamın alacakaranlığı çökmek üzereydi. Alabildiğine keskin, terk edip gitmeyen bir kötümserlik sarmıştı havayı. Saçak altından bir kuş fırladı gitti. Evle kötümser hava arasında derinden bir dağınıklık fark ettiğini söyledi pencere camındaki yüzü. Usulca halimiz hep mi trajik dedi. Halimiz yüzü dökülmüş bir çocukla yürüyordu. Ve hangi soğuğa yetecekti yorganlar. Evde ve sokakta ısınan yoktu. Gece epeyce ilerlemişti, ayağa kalkıp pencereden dışarıya doğru elindeki kadehi havaya kaldırdı. Şerefe dedi… Şerefin ne garip bir sözcük olduğunu düşündü usulca indirdi elini. Bu mahallede doğdum, bu sokakta çelik çomak, misket ve daha nice oyunları oynayarak büyüdüm. Bu sokak coşkusuyla, tahammülüyle, sevgisiyle hepimizi sarar sarmalardı. Düşmanlık yoktu, dedikodu yoktu, muhbirlik yoktu yalnızca sıcak sözlerimiz vardı üleştiğimiz. Silkerek omzunu olmazlandı bundan böyle şerefe sözcüğü çıkmayacak benim ağzımdan dedi. Pencere camındaki yüzü evet dedi. Devam etti. Sanki herkesin coşkusu, sevgisi, tahammülü rehin alınmış. Çırptırılmış su içerisinde boğulmak üzere. Öfkeli bir hal takınarak camdaki yüze, sırtını dönüp yürüdü odanın içine. Dur bakalım dedi. Evden çıkıp evine yüz metre uzaktaki durağı geçip bir sonraki durağa yürüdü. Kaldırımların dar olması sebebiyle karşıdan iki insan geldiğinde yola iniyor, onları geçtikten sonra kaldırıma tekrar çıkarak ilerliyordu. Önceleri pazar günleri gidip tavla dama okey oynadıkları kahve çoktan kentsel dönüşüm adı altında yağmalanmış, yerine ise çok katlı bir bina yapılmıştı. Cadde sağlı sollu neonlu ışıklarla süslenmiş, şehir ışık ve beton tarlasına dönüşmüştü. Eskiden caddeye çıkıldığında karşılaşılan on insandan en az beşi birbiriyle selamlaşırdı, şimdi ise yüzlerce insan birbiriyle karşılaşıyor ancak kimse kimseyle selamlaşmıyordu. İnsanın insana yabancılaştığı gün gibi ortadaydı. Eskinin sıcak samimi bir o kadarda şamatalı sokağı caddesi yoktu artık. Saat gece yarısına yaklaşmıştı, üşüdüğünü hissetti. Önceleri gittiği kahvenin yerine yapılan çorbacıya gitti oturdu bir masaya tam çorba isteyecekti ki polisler girdi içeri. Polisler genel bir arama için, herkes kimliğini çıkarıp beklesin dedi. Çorbacı dükkânı dikdörtgendi giriş ise boydan boya camdı. Arka taraf mutfaktı karşılıklı uzunca iki duvar boydan boya ayna kaplıydı. Ayna boğazına kadar yüzlerle doluydu. Yüzlerde güz rüzgarı ve soğuğu vardı. Ülkemizde süreğenleşen bu güz, yüzlerde estikçe esiyor aynalarda ses çıkmıyordu. Aynalar mutlu şamatalardan, sıcak komşuluklardan, memleket nasıl güzelleşir muhabbetlerinden çok uzaktı ve kimsenin gülümsemeye nedeni kalmamıştı. Çorbayı içti, hesabı ödedi, ardından dönüp uzun uzun baktı aynadaki yüzlere, dur bakalım dedi…

Devamını Okuyun

Türk Edebiyatına Yeni Bir Ses, Bir Cinayet Romanı ve Pınar Kür/Mine KİRİŞ

Türk edebiyatında polisiye romanı ile en özgün haliyle edebiyatımıza getiren Pınar Kür ‘Bir Cinayet Romanı’ adlı eseriyle adeta edebiyatımıza yeni bir soluk getirmiştir. Kadınlık olgusu denince akla gelen Pınar Kür çağdaş edebiyatta kendini kanıtlamıştır. Pınar Kür’ün teyzesinin kızı yazar Emine Işınsu’dur. Emine Işınsu’nun annesinin tüm kadın yazarlarının annesi olarak bilinen Halide Nusret Zorlutuna olduğunu biliyoruz. Elbette bu bir tesadüf olamazdı bu kalem gücünün bir açıklaması olacaktı. Eserlerinde toplumda karşımıza sıkça çıkan toplumsal sorunlara değinmiştir.

Devamını Okuyun

ÂH KUŞLARI/Sezai SARIOĞLU

“Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının Tanrım,/ Ulaşılmazdı,/ Sen sarılmak istesen ona,/ O sana sarılmazdı./ Ne çok dikenin vardı Tanrım!/ Ne çok isterdim,/ Sana sarılamazdım./ Ve şöyle derdim o zaman:/ Ah!” (Didem Madak)

Devamını Okuyun

Her Okur, Kitabı Yeniden Yazar /Hatice DÖKMEN

Her okur, okuduğu kitabı yeniden yazar, bence. Belki de okumanın sihri buradadır. Sözcüklerin yan yana gelip anlam kazandığı cümlelerle dolu satırların; paragraflara, sonrasında sayfalara, ardından bir kitaba akması zaten başlı başına büyülü bir dünya değil midir? Özellikle kurgu kitapları okurken onun kurgu olduğunu bile bile nasıl da etkisinde kalırız. Sıcak kumların hararetini serin denizlerde gideren kahramanın üzerinden biz de aynı duyguyu hissederiz, karda yürümekte zorlanan karakterle birlikte içimiz donar. Dışı harlanmış sobanın başında ısınırız, dik yamaçları tırmanan dağcı ile soluğumuz kesilir, karanlık mağaralarda nefessiz kalırız adeta.

Devamını Okuyun

Yazar – Metin Çözümlemesi Işığında Kafka ve Prag – Erinç BÜYÜKAŞIK

20. yüzyılın elbette en büyük roman ustalarından biri sayılan Kafka, yazdıkları kadar yazdıklarının yaşamıyla oluşturduğu ilintiler açısından da önemli bir isim olagelmiştir. Praglı yazarın kentle kurduğu bağın ve yaşadığı sokak, okuduğu okul, baba figürü ve içindeki öfkeyle içkin olan anlatı dilinin kaçınılmaz sonucu olarak Dava, Dönüşüm, Amerika gibi temel yapıtlarında yazar-anlatıcı bağı okur adına daha da önemli hale gelmiştir.

Devamını Okuyun

İhsan Oktay Anar Puslu Kıtalar Atlası Roman İncelemesi/Mine KİRİŞ

İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan edebiyat bilimin gelişmesiyle akla duyulan sonsuz güven sonucunda bir insan için bir kişi tarafından belirlenen insanın kaderi Tanrısal güçten alınmış bireylerin eline bırakılmıştır. Modernleşme süreci tüm hızıyla devam ederken hali hazırda bazı toplumlar hala modernleşme sürecini bulmaya çalışırken yaşanan değişimle modernizmin kendi varlığını yeniden keşfetmeye çalıştığı postmodernizm süreci devam etmektedir

Devamını Okuyun