Sevgi Soysal’ın Aynası Tiyatroda/Mahmut ŞENOL*

Dünyanın neresinde bir tiyatro varsa, Dünya oradadır. Tiyatro sahnesinin ufacık tefecik olduğuna bakmayın, orası Dünyaları içine alır. Ne vakit bir sahnenin izleyicisi olsam şuncacık yere bunca şey nasıl sığıyor, diye şaşasım gelir; sonra kendimi oyuna kaptırıp Dünya’ya tutulan aynada gerçekle yanılsama arasında gider gelirim. 

Unutmayınız ki, ayna gerçeği gösteren bir cam parçasıdır.

Bir oyuna gittim; tanıdıklardı ve ben onları ilk kez, sahnede, “Zabel” oyunu ile izlemiş, daha perde kapanmadan hayranları arasına katılmıştım.1

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun (BGST) Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı kadın yazar ve aktivist Zabel Yesayan’ın hayatını konu alan oyunu yıldızı parlak bir yapıt oldu.



1878’de Üsküdar’da doğan İstanbul çocuğu Zabel (Türkçede benzeri, Sibel) trajik bir hayat yaşayıp, nihayetinde Sovyet Ermenistan’ına göç ettiğinde Stalin’in zulmüne uğrayacak, 1943’de Sibirya’da, muhtemelen boğularak hayatını kaybedecektir. 

Yesayan ardında yirmiye yakın eser bıraktı; BGST ise bu kadın yazarın hayat hikâyesi üzerinden muhteşem bir yapıt ortaya çıkarmıştı; izlenmesi gereken bir yapıt…



1995’de Boğaziçi Üniversitesi mezunu tiyatro sevdalıları tarafından kurulmuş BGST bugün sanatın farklı alanlarında etkinlik gösteriyor. Mükemmel oyunlara afiş asan BGST bu yılın tiyatro sezonundaysa, bu kez bir başka kadın yazarın hayat hikâyesiyle sahnede pırıltılar saçıyor:

¨Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor¨ başlıklı oyunun arkasında yatan felsefeyi izah ederken, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası ve sonrasındaki siyasal baskılar, yasaklamalar, açılan davalar, yatılan hapislerle çile çekmiş yazar Sevgi Soysal’ın hayat hikâyesine feminist bir yaklaşımla yerleştirdiklerini açıklamalarına karşın, bence bir tür ve tarz olarak Politik Tiyatro’nun nadir örneklerinden birini sahneliyorlardı.

1920’lerin sonlarına doğru Alman tiyatro yönetmeni Erwin Piscator ve Epik Tiyatronun kurucu ismi Bertolt Brecht ile başlayan Politik Tiyatro, salt siyasal olayları deşifre eden bir teknik değil, öte yandan sosyo-ekonomik ve kültürel meselelerin dile getirildiği, ister taraflı ister tarafsız ama öğretici, yaşanan süreçlerin yorumunu izleyiciye bırakarak yalnızca yaşanmışı aktaran bir tür aktarıcı tarz olarak biliniyor. 

Türk-Osmanlı tiyatro tarihinde Namık Kemal’in 1873 tarihli ¨Vatan yahut Silistre¨ oyunu ile başlayan Türk Politik Tiyatrosu’nun tarihçesi pek kalabalık değil ama yüzakı yapıtlar da hiç yok değil: 

Haldun Taner’in 1953 tarihinde sahnelenen ¨Günün Adamı¨ başlıklı oyunuyla taçlanabilecek pek çok politik eser tiyatro sahnelerimizde yerini aldı. 1966’da kurulan İşçi Tiyatrosu, 1967’de Tuncel Kurtiz-Aydın Engin-Vasıf Öngören ve Umur Bugay gibi isimlerin oluşturduğu Halk Oyuncuları Birliği ve Genco Erkal’ın1969’da kurduğu Dostlar Tiyatrosu 12 Mart Muhtırasına doğru ve sonrasındaki siyasal süreçlerin birer öncül politik tiyatrolarıdır. Şimdi BGST’yi bir boyutuyla ve bu anlamda politik tiyatro tarzını yaşatan ekip olarak görüyoruz.

Duygu Dalyanoğlu’nun yazdığı ve dört kadın oyuncu arkadaşıyla birlikte rol aldığı oyunda, Alman asıllı bir anne ve bir Selanik göçmeni Türk babadan 1936 yılında dünyaya gelmiş Sevgi Yenen’in, kırklı yaşında hayatının kansere yenik düşerek sonlandığı hikâyesini, en son Prof. Dr. Mümtaz Soysal’la evliliğine kadar süren acılı yıllarını dans, koreografi, efektler eşliğinde neredeyse hareketli dekora dayanan adeta dekorsuz bir sahnede izliyoruz. 

Sevgi Soysal’ı sahnede mükemmel biçimde sergileyen Zeynep Okan’a Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbekoğlu, Duygu Dalyanoğlu ve Nihal Albayrak oyundaşlık ediyorlar… 

12 Mart cezaevlerinde Türk Solu’nun efsanevi ismi Behice Boran sahnede karşımıza çıkıyor, “Son tahlilde Devrimci Sol” lafazanlığının saflığı ve sığlığıyla Sevgi’nin “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”na anı-roman kahramanı olup sayfalara matbaa mürekkebiyle giren hapishane arkadaşları olarak bu oyundaş kadın tiyatrocularımız sahneyi, bir melodramın gözlerimizi yaşartan kesitleriyle sulayıp kurumuş dallarımızda umut çiçekleri açtırıyorlar.

1968’de yayınlanmış “Tante Rosa” kısa romanıyla ünlenen Sevgi Soysal’ın kısacık ömrüne sığdırdığı öteki altı romanıyla harmanlanmış oyunun salt kadın oyuncuların yer aldığı erkeksiz kalmış sahneyi yadırgamıyor ve kadın oyuncuların performansıyla onları da zaten aramıyoruz. 

Aysel Yıldırım’ın yönettiği bu sade oyunun burada sıralaması epeyi müşkül olan kalabalık bir sahne gerisi-kulis ve yapımcı ekibi var. Sahnede oyuncuları alkışlarken onları da alkışlıyoruz. 

Sahnedeki BGST ekibi tam bir “kafa dengi” uyum içindedir. Denilebilir ki, oyunu bir müzik eseri gibi değerlendirirsek, adagio’dan kreşendo’ya kadar yavaşın tonlarıyla başlayıp ve hızlanıp baş döndüren melodik hikâyesini dinleyerek kâh yüzümüzde hüzünlü bir tebessüm bırakan kâh öfke fırtınasına yakalanmaya ramak kalmış bir dramın kederli notalarıyla hem bir dönemin siyasal tablosunu hatırlıyor hem naif bir kadın bedeninin her şeye rağmen hayatını sürdürmek ısrarına tanık oluyoruz.

Sevgi Soysal’ı bize sunan Zeynep Okan kendine mâlik olmaklığın Yunanca haliyle, ENKRATEİA’nın eşsiz örneği olup, oyun bittiğinde hayatı böyle yaşamalıyız diye kulağımıza küpe olacak bir tiyatro dersi bırakıyor ödev defterimizde…

Hayat “Beyaza çekilen”2  ödev gibi bizleri bekliyor. 

Suaresinde oyunu izlediğimiz oda tiyatrosuna evsahipliği eden Beyoğlu’ndaki Sainte Pulchérie Lisesinin bahçesinde, dışarıda bekleyen hayatın zor ve zalim hakikatine hemen karışmamak üzere sanki azıcık oyalanıyor gibi biz biraz ayak sürüyor ve sonra birer birer çıkıyoruz ağır döküm kapının açıldığı sokağa; orası, evet okulun basket potalı beton avlusu ertesi sabah öğretmenlerine ödev getirecek talebeyle dolana kadar karanlığa teslim oluyor.

Sevgi Soysal ise, Tante Rosa’sıyla, geride, tiyatro salonunda kalıyor.

*Bu yazı daha önce mesele dergisinde yayımlanmıştır.


1.2019’da Zabel için yazılan yazı

2.Beyaza çekmek tabiri, temize çekmek anlamında eski İstanbul Türkçesinde kullanılırdı.