Mit, Coğrafya ve İnsan: Mezopotamya'da Tanrılar ve İnançlar Üstüne/Erinç BÜYÜKAŞIK

Babil, Asur, Mezopotamya, İnanç ve coğrafyasına dair her bakış açımız insanlığın kültür tarihine doğru yaklaşmamızı sağlamaktadır bir biçimde. Kuzeyde Asur’a, güneyde Babil’e kadar uzanan antik yerleşim alanı kişi yönleriyle İncil’le olan bağlantılarından dolayı iyi bilinmektedir. Ninova ve Babil’in ihtişamı, Asur savaşçılarının kana susamış doğaları, Babilli kâhinlerin büyü güçleri, zengin ve kudretli tüccarları, şatafatlı ve şehvetli yaşam tarzları. Hammurabi, Nebukadnezar, Tiglat‐Pileser, Asurbanipal ve Sanherib, nüfuz sahibi isimlerin bu coğrafyanın kültür yaratıcısı özneler çivi yazısından, rölyeflere, lahitlere, Kutsal Lahit’e, Mısır hiyeroglif metinlere dek savaşın, iktidar mücadalelerinin Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyası için bir değişmez yazgı haline gelebildiğini de göstermektedir.

İklim değişimiyle birlikte Yunanistan’dan, Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada Bronz Çağı'nda yaşanan ilkim değişiminin uygarlıkların yıkılışına denk düştüğünü düşündüğümüzde Hattuşaş’tan Mısır’a, Mezopotomya’ya birçok kent savaşlar kadar kuraklığın bedelini ödeyerek yok olabilmiştir. Mitin gerçeklikle imtihanı olarak varsayabileceğimiz bu durum Bronz Çağı çöküşüyle birlikte “Nuh Tufanı” mitinin de söz konusu iklim değişimiyle ilişkili olduğunu ortaya koyar. Yazımızın ana meselesi Mezopotamya üzerine yaptığımız değerlendirmeleri çevre, kültür, iklim ve yaşam alanlarındaki güç savaşları temelinde ele almak mümkündür. Büyük nehirlerin kıyılarında kurulan uygarlıkların suyun azalmasıyla birlikte çöküşü yeni mitlerin inşasını da beraberinde getirir bunun sonucunda.

Mezopotamya’daki uygarlıklara ve mitlere dair bir değerlendirme yaptığımızda koyun sayımından en esrarlı kehanet yöntemlerine kadar her şeyi kaydeden engin bir kil tablet koleksiyonunu miras bırakan bir kültürden söz etmek mümkün. Bunlar, o dönemlerde entelektüel sınıfı temsil eden bir kitaplık oluşturabilmiştir. Bu tabletlerdeki bilgilerin pek çoğunun gündelik yaşama dair olduğu düşünülmektedir, bununla birlikte aralarında az sayıda da olsa yazınsal değer taşıyan tabletler bulunmaktadır. Birçok tanıdık hikaye ve miti bugüne taşıyan bu tabletler günümüz dinsel metinlerinin de bir esin kaynağı olabilmiştir.

Bu hikâyeler, yaklaşık olarak İsa’nın doğumundan, yazılmış oldukları Akad dilinin geçtiğimiz yüzyılın ortalarında deşifre edilmesine kadar okunamadan bugüne gelirken deşifre edilmeleriyle birlikte Gılgamış karakterini bugüne taşıyan mitik bir tarihi de tarih sahnesinde kanlı canlı hale getirmiştir kuşkusuz.

En uzun mit sayılan Gılgamış Destanı’nda, kahraman Gılgamış arkadaşı Enkidu’nun ölümünden sonra, ebedi yaşam arayışına giren ve bu arayış sonunda büyük tufanda hayatta kalmayı başaran Utnapiştim’e ulaşan yarı ilahî Uruk kralı olarak ifade edilir. İnsanoğlunu cezalandırmak için gönderilen tufan, aynı zamanda Atrahasis mitinin de konusu olagelmiştir. Yaratılış Destanı ise dünyanın başlangıcını ve tanrıları Marduk’un koruması altındaki büyük şehir Babil’in kuruluşunu anlatmaktadır. Tanrıça İştar’ın ölüler diyarının kraliçesi olan kız kardeşi Ereşkigal’i ziyaret etmek için yeraltına inişini ve neredeyse geri dönemeyişini anlatan İştar’ın Ölüler Diyarına İnişi miti ise daha kısa sayılan mitlerdendir. İnsanlığın tarihsel serüveni ve kozmogoniye dair tutumlarını elbette bu Asur ve Babil metinlerinden yola çıkarak tarihsel çizgi içinde takip etmek mümkündür. Nergal’in geri dönüşü olmayan topraklara gidişini ve oranın kraliçesini baştan çıkarışını anlatan Nergal ile Ereşkigal de birçok açıdan benzer bir mittir. Erra Destanı Babil’in çöküşünü ve koruyucu tanrısının bir süreliğine ortadan kaybolmasını; Etana, çocuğu olmayan bir kralın ona varis bırakmasını sağlayacak büyülü bir bitki arayışını; Adapa, kasten güney rüzgârını kıran ve bu hareketinin hesabını vermek için gökyüzüne çıkarılan tanrı Enki’yi (Ea); Anzu Destanı, Tanrı Enlil’den Kader Tabletler’ini çalan ve tanrı Ninurta’yla girdiği şanlı mücadelede öldürülen hain kuşu tam da bu mitik zenginlik içinde ele almamız uygun olacaktır. Bir Mezopotamya tarih okumasının kurgusal halleri gibidir bu hikâyeler.

Bir anlamda pek çok coğrafyanın tanrıları ve mitosları gibi Kadim Mezopotamya’nın da kendine özgü karakterleri ve hikâyelerinden söz etmek mümkündür. Mezopotamya, bir anlamda insan yaşamının bütün yönlerini ve onların bağlı olduğu tanrıları ele alan metinlerin de anlattığı bu zengin mirası bu kültürel merkez aracılığıyla bugüne taşımıştır. Mistik bir yaşama sahip olan Mezopotamya insanını tanrıların yaratılışına, kozmos rolünün sınırlarına, tanrıların günlük rutin işlevlerine ve bu gibi metafizik olaylara anlam yükleme çabasıyla ele almak mümkündür. Bu coğrafyada yaşayan uygarlıkların düşünce dünyası, çok tanrıcılığın temel güdüsel  gerekçelerle birden çok tanrıya yönelmiş, evrende gerçekleşen kozmik olayların bir tek irade tarafından yapılamayacağını düşünmeleri de doğa, evren ve gökyüzüne dair eksik yanıtlarla yaşam mücadelesi içinde olmalarından kaynaklanır elbette. dinin ve tanrının bir değere sahip olup olmaması değil, bir toplum ya da bir insan adına hangi değeri yansıttığı düşünülmüştür. Bu düşünüş biçiminde, tanrılar ve dinlerin toplumlara göre değiştiği söylenebilir. Fakat ortak yön olarak Mezopotamyalılar, Eski Yakındoğu’daki komşu kültürlerdeki gibi rüyalara, göksel olaylara ve kurban sunularına inanmaları olmuştur. Gökler, kehanetler, tanrıları içeren göksel cisimlerin tezahürü, özelliği ve gelişimi gözlemlenerek belirgin gök işaretleri anlaşılmaya çalışılmış, astronomi bilimsel bir araştırma alanına o çağlarda dönüşebilmiştir üstelik. Gök cisimlerine yorumlama ve yakıştırmaya örnek tanrılar olarak İštar/Venüs, Ninurta/Merkür ve Satürn, Marduk/Jipüter. Nergal/Mars, Šamaš/Güneş ve Sin/Ay’ı vermek mümkün elbette.

Kültürün besleyici olarak otorite ve monarşiyi esas alırsak birçok tanrı tasvirlerini içeren mühür baskıları, kabartmalar, objeler ve yazılı belgelerdeki hiyerarşik yapılara dair verileri anlayabilmek de elimizde bugün. Tanrıları hiyerarşik bir yapı içine sokarken temelde toplumsal hiyerarşiyi de Babil, Asur, Mısır uygarlıkları dahilinde şekillendirmişlerdir.

Bu hiyerarşik tanrı algısı ve kozmogoniye dair şu verileri de aktarmak gerekiyor: Sümer panteonunun tanınmış, büyük ve önemli tanrılarının isimleri değişerek diğer dönemlerde de karşımıza çıkar. Sümer’de adı Anu olarak bilinen tanrı; yukarı, gökler, cennet anlamına gelirken Çivi yazısı karakterinde de Tanrı kelimesine karşılık gelen Dingir işareti ile yazılır. Özelliği itibari ile Sümer panteonunun yüce tanrısıdır. Bu tanrının kült merkezi Uruk’tur. Babil’in cennet tanrısı olarak da bilinir (Lurker, 1984: 12- 13). Mezopotamya’da gökle ilişkilendiren, panteonun en popüler ve en kudretli tanrısı olan bu tanrı, Sümer geleneğinde An/Anu olarak da bilinir. Yeryüzünden “Ki” (yeryüzü tanrıçası) ayrıldığında gökyüzünü ele geçirerek, bildiğimiz evreni yaratan tanrıdır. Üç katlı gökyüzü teorisine göre de Anu göğün en üst katında yer alır. Sümerlilerin bilinen en büyük manevi tanrısıdır. Tanrılar hiyerarşisinin en tepesindedir. Yaratılışta ilk hareketi sağlayan gök tanrısıdır. Tanrı Anu, Anşar ve Kişar’ın oğlu olarak da kabul edilir. Karısı yeryüzü Tanrıçası Uraş’tır;daha sonraki dönemlerde ise “Ki” ile evli olarak karşımıza çıkar. Babilli’lere göre de Antu adında bir karısı vardır. Tanrı Anu neredeyse tüm dönemlerde karşımıza çıkar. Adeta tanrılar yüzyıllar içinde isim değiştirmiş ama hiyerarşilerini kaybetmemiştir.

“Vaktiyle yukarıda gök isimlendirilmemişken, aşağıda yer isimlendirilmemişken ve ilksel Apsu, onları vücuda getiren ve Mummu ve Taimat, hepsini doğurandı o. Orada onların suları birbirine karışmıştı. Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı. Tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti, Hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti; İşte tam ortalarında tanrılar şekillendi.”

Antik Mezopotamya’nın en önemli epik metinlerinden sayılan Enuma Eliš Destanının yorumlanması Mezopotamya’da kent devletinden merkezi yönetime geçiş sürecinin nasıl gerçekleştiği konusunda fikir vermektedir. Destanda “kaos” yani Taimat (Tuzlu su okyanusu) karşısında Marduk’un tanrılar topluluğunun kralı olması Mezopotamya’daki krallığın kaynağının en önemli kanıtı kabul edilmelidir. Ayrıca Apsu (Tatlı su okyanusu), Taimat ve Mumnu’(Apsu’nun veziri) dan tanrılar topluluğu şekillenirken bir süre sonra, nüfusları oldukça artan tanrıların çıkardığı gürültü Apsu, Taimat ve Mumnu’yu rahatsız edince, Apsu ve daha sonra ona katılacak olan Mumnu tanrıları yok etmeye karar vermişlerdir. Ancak en akıllı tanrı Ea/Enki bu durumdan haberdar olup bunu diğerlerine ilettiğinde çoktan bir de çözüm bulmuştur. Enki Apsu’yu mağlup edip onun krallık tacı ve asasını alarak tanrıların başına geçmiştir.Bir zaman sonra Taimat, ilk doğurduğu çocuğu olan Kingu’nun uyarıları sonucu Apsu ve Mumnu’nun intikamını almak için kendine oldukça güçlü canavarlardan oluşan yenilmez bir birlik kurar. Bu birlik karşısında ne Enki ne de Anu başarılı olmuşlardır. Ancak Anşar’ın aklına Enki’nın oğlu, olağan üstü özellikler ile donatılmış Marduk gelmiştir. Böylelikle Yeni Babil ve Yeni Asur Dönemlerindeki dinsel oluşum Marduk ve çevresiyle şekillenmeye başlar. Bu da tam da dile getirdiğim kültürel aktarımın Tanrıların çeşitli isimler, görevler ve hiyerarşik konumlarındaki değişimlerle bu coğrafyadaki kültür tarihindeki varlığına işaret eder. Kimi zaman sayıları azalan tanrılar, kimi zaman da yeni tanrılarla gerçekleşmiştir bu durum.

Bu bağlamda Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı, inanç sistemleri açısından ay takviminin benimsenmesi tarım toplumun bir gerçeği olarak karşımıza çıkarken iklim değişimi, kuraklık ve göç gibi faktörlerin kültür tarihinde tek yıkıcı hem de yapıcı bir rol üstlendiğini de gösterir. Ay tanrısı Sin, Güneş Tanrısı Şaman’ı Mezopotamya coğrafyası için böyle okumak mümkün olduğu gibi Eski Mahir, İncil’de Babil’e bakışı kültürel geçişin bir sonucu olarak mümkündür. Bu da uygarlığın köklerini Mezopotamya’dan Anadolu’ya uygarlık tarihi içinde insanın varoluş mücadelesi içinde görmemizi mümkün kılmaktadır.

Kimi Kaynaklar

Adler, A. (1995). İnsan Tabiatını Tanıma. (çev. Ayda Yörükan). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Armstrong, K. (2008). Tanrı’nın Tarihi. (çev. Hamide Koyukan, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel). İstanbul: Ayraç Yayınları.

Atsız, H. (2004). Psikoanalitik Kuramda Dinin Kökeni ve Gelişimi. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 4(3), 95-120

Fromm, E. (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri. (çev. Şükrü Alpagut), İstanbul: Payel Yayınlar

Jung, C.G. (1982). Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi. (çev. Engin Büyükkınal), İstanbul:, Say Yayınları.

Kâhya, Ö. (2013). Sümerce Metinlere Göre Eski Mezopotamya’da Öteki Dünya Anlayışı. Yüksek Lisan Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Kâhya, Ö. (2015). Sümerce Kaynaklara Göre Ölüler Diyarının Yeri. Archivum Anatolicum/Anadolu Arşivleri, 9(2), 25-46.

Kramer, S. N. (2002). Sümerler “Tarihleri Kültürleri ve Karakterleri”. (çev. Ö. Büze), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.