Gülseren Budayıcıoğlu’ndan Merakla Beklenen Yeni Romanı “Kırmızı Pelerin”/Tuba KIR

“Mutluluk küçücük bir kuş gibidir, konduğunu anladığınızda o zaten uçmaya hazırlanır ama acılar kondu mu kolay kalkmaz yerinden.”

Gülseren Budaycıoğlu'nu artık ülkemizde tanımayan yoktur desem abartmış olmam. Özellikle televizyon dizilerine uyarlanan eserleriyle evlerimize konuk oldu hatta tek tek her birimize ulaştı. Sosyal medya aracılığıyla da takip ettik onu. Daha evvel duymaya alışkın olmadığımız şeylerden bahsetti. Dikkat kesildik söylediklerine, karışık gelse de pes etmedik; okuyarak, izleyerek anlamaya çalıştık. Önce kendimizi sonra en yakınlarımızı sorgulayıp hâl ve hareketlerimizde mâna aradık. 'Kader motifi' dedi sık sık hocamız. Aklımızda kaldığı kadarıyla birbirimize izah ettik, kitap okuma alışkanlığı olmayanların dahi ilgisini çekti kahramanları, satırlarında kaybolduk. Sadece eserleriyle kim bilir kaç hayata dokundu, kaç kişi yanlışlarını görüp farkındalığını arttırdı.

“Motif; bir şekilde kendini devam ettirmek, varlığını sürdürmek ister. Değişikliği daha iyi olsa bile istemez, her zaman alışık olduğu yolda akıp gitmeyi tercih eder. Aslında bunu kişiye zarar vermek için değil, alıştığı sahada savaşmanın daha kolay olduğunu düşündüğü için yapar.”

Başlarda hastalarının özelini paylaşmak etik mi, değil mi tartışmaları oldu. Durumu gayet mâkul, şöyle açıklamış Budaycıoğlu: “Bu roman, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazılmıştır ancak romandaki karakterlerin tanınmaması, kim olduklarının anlaşılmaması için büyük bir özen gösterilmiş; kitaba uyarlanırken gereken tüm değişiklikler yapılmıştır. ” Gerçekle kurguyu harmanlayarak titizlikle oluşturuyor eserlerini.

Kırmızı Pelerin’de yazar; 'Çöp Kız' diye lakap takılan zayıf, küçücük bir kız çocuğunun tacizle başlayıp, art arda başına gelen talihsizliklerle devam eden hazin hayat öyküsünü kaleme almış. Çocuğun baba sıfatındaki adam tarafından tacize uğradığı bölümü tüylerim diken diken okudum. Kitapta sık sık bahsi geçen ve küçük kızın içinden atamadığı o taş geldi, benim böğrüme de yerleşti. Ne güzel yazmış Gülseren Hoca, kitabın ithaf kısmında.

“…kendinizi suçlamayın, korkmayın, kirlenmiş ve damgalanmış hissetmeyin, bundan utanmayın, olanları içinize atmayın, konuşmaktan ve başınıza gelenleri anlatmaktan çekinmeyin. Aslında kirlenen siz değilsiniz, onlardır. Siz değil, bunu size yapanlar utansın.”

Diğer kitaplarında birden fazla karakter mevcutken Kırmızı Pelerin’de tek karakter Ayşa ile ailesi ve âşık olduğu genç üzerinden ilerliyor konu. İnsanlık suçu taciz belasına, hayatın oyunlarına ve yakın akraba zulmüne tanık oluyoruz 'Çöp Kız'ın nezdinde. Büyüyü bozmuş gibi hissedeceğimden detaya girip hikâyeyi özet geçmeyeceğim. İlk satırdan itibaren eser sizi içine alıyor ve bireysel keşif yolculuğunuza başlıyorsunuz. Algılarınız açılıyor ve gerçek yaşamda göremediklerinizi hikâye üstünden görüyorsunuz. Şu kadarını ekleyeyim: Hikâyenin bitiminde 'Çöp Kız' olarak odaya giren ve kırmızı pelerininin ardına saklanan genç kız mutlu bir hâlde sekerek ayrılıyor oradan. Bir denizyıldızı daha kurtarıldı düşüncesiyle kocaman bir "Oh!" çektiriyor mesut son.

Neredeyse her sayfada altını çizdiğim, işaretlediğim cümlelerle dopdolu bir kitap Kırmızı Pelerin. Mesela, en baştan seviyorum diyorsan bunun geri dönüşü yok ya hemen gideceksin ya da sonsuza kadar gidemezsin, sözleriyle maço diye tabir edilen erkeklerin zihniyetine ve kadın cinayetlerinin en önemli sebeplerinden birine dikkat çekmiş yazar. Ayrıca kahraman terapi esnasında soruyor yazara, Öyle mi diyorsunuz? Doktorun iç sesi cevaplıyor. “Bu cümleyi sık sık duyarım hastalarımdan. Öyle mi diyorsunuz? Söylediklerim hoşlarına gittiğinde söylerler bunu.” İnsanoğlunun, güvendiği kişiler tarafından onaylanma arzusuna ve ihtiyacına değinmiş. Bir de… kaderini değiştirmek isteyenler gitmelidir psikiyatriste, demiş yazar. Çok da doğru söylemiş. Ancak, günümüzde temel ihtiyaçların dahi karşılanmasında sıkıntı yaşanırken maalesef ki lükse giriyor psikiyatride tedavi olmak. İşte kitapları bu açıdan çok kıymetli… Elbette ki terapinin yerini tutmaz amma velâkin bazı kapıları arayabilir, o kapıdaki aydınlığa bizi yönlendirebilir ve yolumuza ışık tutabilir.

Gülseren Budayıcıoğlu, çok sevdiği Ankara’da dünyaya geliyor. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni okurken aynı zamanda TRT’de spiker ve sunucu olarak çalışıyor. Psikiyatri ihtisasını yaptığı Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak on yıl çalışıyor. Ankara’da yıllarca muayenehane hekimliğini sürdürdükten sonra yine Ankara ve hayranlığını sık sık dile getirdiği İstanbul’da şubeleri bulunan Türkiye’nin ilk psikiyatri kliniğini açıyor.

Film ya da dizilerde izlesek, abartmışlar bu kadar da olmaz, denilebilecek ne hayatlar, ne değişimler yaşanan meşhur kırmızı odayı, kıymetli hocamızı ve asistanı Tuna’yı şahsen tanıyor gibiyim artık. Gülseren Budayıcıoğlu da o odanın dili adeta. Muhakkak bir şeyler yakalayabileceğiniz eseri edinmeli ve kendinizi yeni bilgilerden ve keşiflerden mahrum bırakmamalısınız.

Kitabın son satırlarıyla yazımı sonlandırmak isterim.

“İstanbul’un kızları

 Boynuna takmış kırmızı fuları

Seke seke yürürken

Bakıyorum, nasıl da havalı…”

İyi bir kitap okumak gibisi yok.

Sevgiyle…