Film Okumaları: İnsan Sesi/Berrin YELKENBİÇER

İnsan türünün neredeyse her bireyinin bu dünya üzerinde geçireceği süre içinde, en az bir kere sevgilisi tarafından terk edilme olasılığını göz önüne alırsak, bu filmdeki kadının söylemlerinin bir kısmı, içerik ya da duygu olarak çoğumuza tanıdık gelecektir.

Sahne ya da film göz alıcı kırmızı Balenciaga tuvaletinin balon eteklerini hafifçe savurarak bir stüdyoda yürüyen kadınla açılıyor. Aynı kadın hemen sonrasında üzerinde çok şık mavi pantolon ceket takım ve köpeğiyle bir nalbura girip balta satın alıyor. Aklımıza Çehov’un, ilk sahnede görülen silahın, ikinci ya da üçüncü bölümde mutlaka patlaması, yoksa orada olmaması gerektiği sözü geliyor. Beklemeye başlıyoruz.

Pedro Almodovar’ın erkek kardeşi Agustin Almodovar’ın canlandırdığı nalburla Tilda Swinton’ın canlandırdığı kadın arasında geçen diyalog filmin neredeyse tek diyaloğu.

Kadın, çok zevkli ve uyumlu renklerle döşenmiş, duvarlarında Giorgione, Titian, Artemisia Gentileschi gibi ressamların tablolarının asılı olduğu, sehpada Truman Capote, Alice Munro’nun kitaplarının yayıldığı eve giriyor. Diğer tüm sahneler bu evde akıyor.

Çok şık başka kıyafetler, topuklu ayakkabılar, elinde şampanya kadehiyle evde dolaşıyor ve telefon bekliyor. Yatağın üzerine kuru temizlemeciden alınmış bir erkek takım elbisesi özenle konulmuş. Köşede hazırlanıp kapatılmış bavullar var. Sanki bir yere yolculuğa çıkılacak. Bir sahnede balta nihayet devreye giriyor. Kadın baltayı kapıp yatağın üzerindeki takım elbiseyi parçalamaya başlıyor. Anlıyoruz ki takım elbisenin sahibine çok öfkeli. Aynı zamanda umutsuz ve çaresiz. Bir kutudan rengarenk haplar çıkarıp hepsini bir kerede içiyor. Sonra beklenen telefon geliyor.

Erkeğin sesi neredeyse hiç duyulmuyor. Kadını diyalog içinde monolog olarak dinliyoruz. Onu ve kendini kurtarmak için terapiste gittiğini anlatıyor kadın. Erkeği çok sevdiği için zarar vermekten korktuğunu, vertigo hastalarının boşluğa çekilmesi gibi, ona bir şey olacak diye çok korktuğu için bıçaklamak istediğini anlatıyor. Mutfakta bıçakların durduğu çekmeceyi neden kilitlediğini anladığını söylüyor. Onunla geçirdiği paha biçilmez dört yılda, gerçeklik ve zamanı, hatta kadın olduğunu unuttuğunu, kayıp bir ruh haline geldiğini haykırıyor.

İki yabancı gibi vedalaşmak istemediğini, bavullarını kendisinin gelip alması gerektiğini, o gelir diye üç gündür evden çıkmadığını anlatıyor. “Seninle kaybolmaktı benim rüyam, senin değil!” diyor. Anlıyoruz ki bavullar kadınla aynı rüyayı paylaşmayan adama ait.

“Sakladığım tek şey kelimeler. Hepsi kalbimde kazılı, yüzüme karşı söylediklerin.” dediğinde adamın ne cevap verdiğini duyamıyoruz ama belli ki kadını terk etmiş ve bu konuda kararlı.

Kadının karşılıksız aşkı, çaresizliği, öfkesi, yalnızlığı, ne yöne gideceğini bilememesi, Tilda Swinton’un sesinde, yüzünde, androjen endamında ete kemiğe bürünüyor, seyirciyi etkileyen müthiş bir gerçeklik kazanıyor.

İnsan Sesi / The Human Voice, Fransız film yönetmeni Jean Cocteau’nun, 1930’dan beri opera, film, tiyatro olarak defalarca sahnelenen bir oyunu olup Roberto Rossellini ‘nin 1948 tarihli, başrolde Anna Magnani’yi görebileceğimiz L’amore / Aşk filmi ve Edoardo Ponti’nin 2014 yılında annesi Sophia Loren’e başrol verdiği Voce Umana filmi en unutulmaz olanlarıdır.

2020’de Pedro Almodovar tarafından çekilen son uyarlama da unutulmaz olanlara bir yenisini eklemiştir ve Venedik Film Festivali’nde prömiyer yapmıştır.

Almodovar dünyasındaki tüm şahane renkler, kadının bir kıyafeti, duvarda bir tablo, banyodaki fayanslar, raflarda biblolar, dudaklarına sürdüğü ruj, parfüm şişesi, balkonda çiçekler, hatta jenerikte geçen testere, tornavida, balta olarak seyirciye sunulmaktadır.

Almodovar’ın İngilizce olarak çektiği ilk kısa film olup kadının mimiklerini, sesindeki yükselip alçalmaları, evin içindeki dolaşmalarını, hatta sonunda kırmızı bidondan etrafa saçtığı benzinde yürüyen alevi şahane bir keman solosu takip etmektedir.

Terk eden sevgilinin bir türlü gelip almadığı köpeği Dash’e “Ben senin yeni sahibinim.” der kadın. “Buna alışsan iyi olur. Birlikte yas tutacağız.”

Kameranın yukarıya çıktığı açılarda bir tiyatro dekorunu andıran evde geçen otuz dakikalık film, kadınla köpeğin sokağın aydınlığına yürüdüğü sahneyle son bulur.

Tiyatro yoğunluğunda olup Tilda Swinton’ın muhteşem oyunculuğunda can bulan, Almodovar renkleriyle bezeli bu şahane film, sinemaya gönül vermiş seyirciler için yedinci sanatın kaçırılmaması gereken bir başka güzelliğidir.