Bir Pencere: Metropolde Kaybolmuş Taşra /Ekrem BAŞOĞLU

Troya’da Ölüm Vardı Bilge Karasu’nun ilk yayımlanan eseridir. Seçki on üç öykünün bileşmesiyle oluşturulmuştur. Romana yakın bir bileşimdir bu. Öyküler Sarıkum ve yer yer İstanbul’da geçmektedir. Birbirine yakın insanların ve çevredeki insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin insanlara zarar verdiğini anlatan seçki, yöre insanını ve onun yaşamdaki riyakarlığını işliyor. Kahramanların kurtuluşu yalnızca yok olmakla mümkündür. Kopması imkânsız sahte bağlarla, zorunluluklarla bağlı kahramanlar birbirine.

Taşranın riyakarlığı seçki boyunca aynı kahramanlar üzerinden işlenmesi bu eserin roman olduğunu kanıtlar niteliktedir. Bu eserdeki öyküler kimi zaman Hemingway’in Ya Hep Ya Hiç adlı romanında uyguladığı tekniğe benzer şekilde gelişmesi de bu görüşü pekiştiriyor. Hikâyet kahramanlarca, onların görüşlerince dile getiriliyor söz alma şeklinde gelişen anlatılar aynı zamanda birer tirat değeri de taşıyor.

Taşrada süren öyküler, taşranın zorbalığını, erilliğini, yaftalamasını, savaşlı yılların Kemalist çocuklarını arka planda işliyor. Bir şehre hapsolmuş insanların öyküsü, anlatısını dinliyoruz seçki boyunca.

Seçki boyunca yarı kapalı anlatım ve dolaylı anlatım hâkim. Anlatıcının dili, olayları, kahramanları, akan zamanı, çağı, kavgayı anlamaya ve anlatmaya yönelik tasvirlerle doludur. Bu tasvirler okuru boğuyor ve yoruyor. Anlatı, arınması gereken öykülemelerle dolu. Öyküler bir hayal tadında ilerler. Bu rüyavâri fazlalıklar hikâyeyi eski günlerine götürmüş. Teknik olarak örgüden ve çatışmadan uzak gelişmiş metinler. Bir duygu yükünün boşalışından oluşmuş öyküler bütünü, zayıf öyküdür.  Teknikten uzaklaşıp anlatıcıya eğilmek istiyorum: Bilge, imgeyi öyküye başarıyla yazmasıyla maharetini göstermiştir. Şekil olarak şiirde yaşanan biçim değişikliklerinin sancısını bazı öykücülerde olduğu gibi Bilge’de de görüyoruz. Bu eser de bu sancıca üretilen eserlerden biridir. Ama bunun yaygınlaşmayarak bir yenilik kaygısı haliyle edebiyat tarihinde kaldığını görmekteyiz. Bu biçim değişikliği, fikrimce, öyküde büyük ölçüde bir yenilik, bir öğreti değeri taşımıyor. Yanı sıra şiirdeki biçem kırılmalarının ve ifade biçemlerinin oluşturduğu yenilikleri ve değişiklikleri öykülerde de görüyoruz. Bu anlatma ve ifade etme kırılmaları edebi geleneğimizde çoklu bir yol ayrımını oluşturmuştur. Bu noktada tenkiti, metni ve eseri hatta yazarı doğru kavramak için değerlendirmenin alanını bir ölçüde genişletmek istiyorum.

Öykümüz, Sait Faik’ten sonra şu üç isim üzerinden gelişerek ilerlemiştir. Tezer, Bilge ve Tomris. Tezer, melankoliyi öyküye işleyerek olayları doğrudan anlatmıştır. Tomris, klasik anlatıcılığı tercih ederek teknik olarak kusursuz, kahramanın genelde kadın olduğu öyküler yazmıştır. Bilge ise ifade etmeye dayalı kapalı anlatımı tercih etmiştir.

Bilge’yi öykümüzün izlenilen bir yolu yapan da bu ifade etmedeki özgünlüğü ve yenilikleridir. İmgeli öyküler daha önce yazılmış olsa da Bilge’yle doruk noktasına ulaşmıştır. Bu seçkide tamamıyla yarı donatılmış imgeler üzerinden oluşturulmuştur. Bu yenilikler ve özgünlükler edebiyatımızda yer tutmuyor ve aktarıcı olamıyor. Orhan Veli, Hasan Hüseyin, Tezer ve Bilge’nin oluşturduğu edebiyat kültürlerin günümüzde sürmüyor oluşu bunu kanıtlar niteliktedir. Ezcümle, Bilge bu ilk eseriyle öykü kültürümüze kalıcı olmayan bir yol açmıştır. Teknik açıdan zayıf öykülerin oluşturduğu bu seçkiye roman olarak bakarsak güçlü bir roman olduğunun farkına varırız. Metinler imgelerle donatılmıştır.

Bu noktada politik olan şu görüşümü dile getirip tenkiti sonlandırıyorum: Bilge iyi öykücü değildir fakat iyi şairdir.