24 Ocak 2023 Bu metin https://www.independent.co.uk sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviri E.B.)
Salman Rushdie'nin epik yeni romanı "Victory City", içindeki bazı savaş sahneleri ve şiddet betimlemeleri nedeniyle biraz rahatsız edici olabilir. Özellikle "kadınların canlı canlı pişirilmesinin yamyam kokusu" gibi grafik açıklamalar, birkaç kez kaşlarını çatmanıza sebep olabilir. Rushdie, bu sözleri Ağustos 2022'de New York'taki Chautauqua Enstitüsü'ndeki korkunç saldırıdan önce yazmıştır. 75 yaşındaki yazar, "Şeytani Ayetler" adlı romanı yayımlandıktan sonra 1980'lerde İran'dan gelen ölüm tehditleri sonucu 15 kez bıçaklanarak bir gözünü kaybetmiş ve bir elini kullanamaz hale gelmiştir.
Rushdie'nin cesareti ve özgür ifadeye olan sarsılmaz inancı hala ilham kaynağı olmaya devam ediyor ve coşkulu yazısı da hala keyif vermektedir. "Victory City", eski bir Hint destanının taklit bir çevirisi olarak tasvir edilen bu roman, 14. yüzyıl güney Hindistan'ındaki iki krallığın savaş sonrası dönemini ele almaktadır.
Bu hikaye, Rushdie'nin ciddi bir Covid vakası geçirdiği kapanma döneminde kısmen yazıldı. Dokuz yaşındaki Pampa Kampana'nın hikayesini takip ediyor. Annesinin ölümünü gördükten sonra, adını taşıyan tanrıça Pampa, kızın ağzından konuşmaya başlar. "Annesinin yanmış etinin kokusunu ömrü boyunca taşıyan" Pampa Kampana, "Victory City" olarak adlandırılan yeni bir dünya harikasının yükselişinde önemli bir rol oynar.
Booker Ödülü kazanan "Geceyarısı Çocukları"nın yazarı Rushdie, uzun süredir akıl ve din arasındaki tartışmalarla ilgileniyor ve karmaşık cevapların her zaman hoş karşılanmadığı bir dünyada nüanslı hikayeler yaratıyor. Başlık şehrinin yükselişi, Rushdie'ye bu 15. romanında ve 2021'deki "Languages of Truth" adlı deneme koleksiyonundan sonraki ilk kitabında kökenlerin sorgulanmasına odaklanma fırsatı sunuyor. Hilebazca ve sakin mizahıyla, Pampa'nın şehirde insanlarla etkileşimi, kast ve inançların kurgusal dünyadaki yeri tam da bu ironiyi tarif eder. Rushdie, güç yapılarının şekillendirdiği büyük anlatılarda özneye dayatılan iktidar ve onların <span style="caret-color: rgb(0, 0, 0);"><em>kişisel</em></span> tarihi adına unutturulan tarihsel hafızayı da gündeme getirmektedir. "Her şey benim başımı bela sokar," sözünü birkaç yıl önce dile <span style="caret-color: rgb(0, 0, 0);"><em>getiren</em></span> Rushdie şüphesiz en son romanıyla yine fanatik eleştirmenlerini kızdıracaktır.
Rushdie, bu romanıyla modern dünyayla paralel bir evren inşaa ediyor- krallıkların yükselişi, çöküşü ve çöküşü; imparatorluk inşasına dair yakıcı görünüm - geçici gücün ve kontrolün kurgusal bir hikayede çarpıcı bir şekilde yansıyor kitap boyunca. Geçici bir güç ve iktidar sarhoşluğu, Pampa'nın Zafer Şehri'nin filizlendiği sihirli tohumların da ekildiği Bukka ve Hukka Sangama arasındaki ilişkide açıkça görülebiliyor bir yandan. Üstünlük ve güç için başlayan mücadele Hakka'nın kral ilan edilişiyle sonuç veriyor. Politik güç, tüfek namlusundan büyür; imparatorluk deyince aklıma ilk gelen Başkan Mao bunu tarihin akışında zaten ifade ediyor. Rushdie'nin Zafer Şehri'nde ise güç, kılıcın ucundan doğar. Bu açıdan kitapta ölümün kokusu hiç uzağımızda değildir.