Yutkunamadın/Emine AYDOĞDU

Tepeyi tırmanıp ana yola inecektin. Nereden geldiklerini göremedin. Birden bire önüne çıktılar. Bisikletinin etrafını çevirdiler. Dünyanın öbür ucundan gelmişsin gibi bakıyorlardı. Omuzlarını kavrayıp, birbirlerinin üzerine doğru sertçe itiyorlardı. Bir çember içinde dönüp duruyordun. Kimi sarsarak, kimi hırpalayarak, kimi etini burarak dokunuyordu. Bu dokunuşlar, onları coşturuyor, kanlarını ısıtıyor, adeta çıldırtıyordu; hep bir ağızdan sürekli histerik çığlıklar atıyorlardı. Seslerin yankısı; zihnini yakıyor, çatlatıyor, parçalara ayırıyordu.

Bunu neden yaptıklarını, ne istediklerini anlayamadan tökezledin, yuvarlandın ve yere yığıldın. En azgınları üzerinde tepinmeye başladı. Pantolununu ve tişörtünü çekiştirirken gülüşüyorlardı. Giysilerini, derini bedeninden koparırcasına çıkardılar. Yırtılmış parçaları, ayaklarıyla sağa sola savuruyor, bir yandan da tükürüp dilde ıslanmamış hakaretlerle sövüp bağırıyorlardı. Bağırtılar, toprakta ve kulaklarında yankılanıp bütün ağırlıklarıyla bedenine kurşun gibi saplanıyordu.

Çok derinden, en dipten hissettiğin bu taşkın ve hayasız kahkahalar; yükselip alçalan, uzaklaşıp yakınlaşan seslerle birleşip uğultulu bir sis tabakasına dönüşüyordu. Bedeninin titreyişleri, seni, kavranması olanaksız bir sarsıntı içinde hırpalıyor, yaralıyor, eziyor, direnmeye çağırıyordu. Bilinçsizce toprağı avuçluyordun. Uçurumlar, sanki avuçlarına toplanmış, dinmeyen bir çığlık gibi alçalıp yükselerek içine çekiyor, yakıyor; kemiriyor, çarpıyor ve bitimsizce sürüyordu.

Hezeyan yüklü küfür, kahkaha ve çığlıklar; dayanılması güç bir basınç oluşturarak  kulaklarını sağır edercesine çınlıyor, yükseliyor, dağılıyor, toplanıyor, acımasız biçimde dönüyordu.

Boşluğu saran ve gittikçe yükselen vahşetin şiddetiyle coştukça coşuyorlardı. Arsızlığın beslediği bu coşku; onları birbirlerine daha da yakınlaştırıyor, zorbalığın kanatları altında kudurmuş bir şekilde sıraya giriyorlardı.

Her şey o kadar hızla olup bitmişti ki  kaçıp kurtulmayı deneyememiş; karşı koyamamış, yeterince bağıramamış, hatta panikleyememiştin. Histerik bağrışmalar, birbirini tetikleyen boğuk, kışkırtıcı ve leş gibi kokan nefes ve sesler; yalnızca acı içinde ürpermene neden oluyordu. Bedenin giderek büzülüyor, kıvrılıyor, bozuluyor ve çürüyordu. Yitip gidiyordun; kaybolup, yeniden dönüyordun.

Kaç kişiydiler, anımsayamıyorsun?.. Uğultunun beslediği sis tabakası, her şeyi kapatıyordu.

Bir ara öldürmeyi düşündüler. Aralarında anlaşamadılar. Vazgeçtiler. Sesler, bıçakla kesilir gibi kesildi. Konuşmuyorlardı artık. Yalnızca nefes alışlarını duyuyordun.

Ellerini ve ayaklarını sıkıca bağlayıp siyah bir çöp torbasının içine tostoparlak bir şekilde koydular. Çırpınmaya başladın. Nefesinin sıklığı, yoğunlaşan karanlığın ritmiyle baş başa gidiyordu. Çırpınman yavaş yavaş azaldı. Karanlığın başlangıcı ve sonu yoktu; sürgit devam ediyordu. Dipsiz bir kuyuya doğru hızla kayıyordun. Ter içinde kalmıştın. Güçlükle nefes almaya çalışıyordun. Yüzün ve bakışların soldu, göz kenarlarından sızan tuzlu su, ağzında biriken sıcak kana karıştı. Yutkunmaya çalıştın. Yutkunamadın.