Yalanın Gücü/Emine AYDOĞDU

Dünyadaki en büyük güç, ne para, ne iktidar, ne petrol, ne altın, ne şöhret, ne bilim, ne teknoloji, ne nükleer bomba, ne topraktır.

Dünyayı yöneten en büyük güç yalandır.

Büyük çoğunluk asla kandırılamayacağını düşünüyor, bu düşünceye de körlemesine inanıyor. Asıl sorun, tam da burada başlıyor, herhangi bir şeye ne kadar çok inanırsanız, kandırılmanız da o kadar kolay oluyor. Duyduğumuz her şeyin doğruluğunu kontrol etmediğimiz gibi şüphe de duymuyoruz. Örneğin; sıradan bir web sitesi: “Ölüm üzerine araştırma yapan bilim insanları, ölümün bir hastalık olduğunu ve onu tedavi edebilmek için bir hap yarattıklarını” söylüyorsa bir bölüm insan bunu gerçekten ciddiye alacak, üzerinde günlerce konuşacak, hiçbir araştırma yapmadan hatta şüphe duymadan okuduğuna inanacaktır.

Bu haber, daha güvenilir daha bilinen siteler ya da televizyon kanalları tarafından duyurulursa, bu sefer toplumun büyük bir çoğunluğu aynı körlükle inanmayı sürdürecektir.

Yalan, özellikle siyaset alanında en çok başvurulan bir yöntemdir. Siyaset teorisinin en güçlü ve vazgeçilmez cephaneliği kuşkusuz yalandır.

Buradan yola çıkarak şu sonuca ulaşmamız olasıdır. Dünya’da bugüne değin hüküm süren tüm iktidarlar; adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları, hayvan hakları, umut, değişim, çevre ve iyilik söylemiyle gelirler ama söylemin içi tamamen boştur, hiçbir şey değiştirmezler. Sistem aynı şekilde hatta geriye doğru yürüyerek devam eder. Yaptıkları yalnızca manipülasyondur, bitmeyen manipülasyonlarıyla toplumları yıllarca idare ederler.

Politik arena, doğruyu sevmez, doğruyla barışık değildir; politikanın nazarında, doğruluk, hiçbir getirisi olmayan verimsiz bir topraktır. Politika yalanı sever, yalanla uyur, yalanla uyanır; yönetim kurgusu yalan üzerine temellendirilmiştir.

İktidarlar, yalan söylemeden önce, hedef kitlenin eğilimi üzerinde ciddi araştırmalar yapar ve onlarının eğilimlerine göre yalanın dozunu ayarlarlar.

Hastasına ilaç veren doktorun doz ayarlaması gibidir. Hedef kitlenin sahip olduğu değerleri; inançları, önyargıları, korkuları, güvensizlikleri, şüpheleri alabildiğine beslerler. Toplumun büyük çoğunluğu dinî inanışlarını, politik görüşlerini, felsefi düşünüşlerini doğrulayan bilgilere odaklanma ve onlar üzerinde düşünmeye bilinçaltı olarak zaten hazırdır; kendi inanış ve düşünceleriyle çelişen düşünceleri ve inanışları görmezden gelip, reddederek yok hükmünde sayarlar.

Yalan, insanlara hakikatten daha inandırıcı ve daha çekici gelir. Duymak istediklerini ve uzun süredir bekleyip de elde edemediklerini kendi bakış açılarıyla duymak, hoşlarına gider ve yalanla yoğrulmuş her hikâyeyi severler ve sistemin işleyişi gereği, hızla tüketerek onlar için hazırlanmış yeni bir hikâyenin arayışına doğru çabucak yönelirler.

Yalan, her zaman, her koşulda, iktidardakiler için alıcısı sürekli çoğalan çok önemli bir iletişim aracıdır. Söz, mimik, gözyaşı, kurban rolü, beden dili gibi insana dair duyguları bir tiyatro sanatçısı gibi kullanma ve en önemlisi de bugün söylediğini yarın inkâr etme yeteneği olarak kendini tarihin sahnesinde hep var eder ve bu ediş, tarihin yönünü de yolunu da sürekli değiştirir. 

Yalanla yönetenler, olgusal gerçeği bilinçli olarak inkâr edip değiştirme ve dönüştürme konusunda bir hayli yeteneklidirler. 

Bu yetenek, kolektif bir yetenektir. Ulusal ve uluslararası sermayenin girişimcileriyle, üniversitede öğretim üyeleriyle, adalette yargıçlarıyla, emniyette kolluk kuvvetleriyle, askeriyede komutanlarıyla, ibadet evlerinde din adamlarıyla, laboratuvarda bilim adamlarıyla, medyada patronlar ve basın mensuplarıyla birlikte çalışırlar. Başarıları ve güçleri de bu kolektif çalışmanın sonucunda ortaya çıkar. Gerçeği gizleyerek ürettikleri yalanlarla toplumu avuçlarının içine alırlar.

Bu, öyle köklü bir değişimdir ki toplumun düşünce yapısını değiştirmekte kalmayıp, yalanla yeni bir dil ve din yaratırlar. Bireysel ve kolektif hâfızamız artık bu yalan dilinin esiri olmuş; gerçeklikle bağını kopararak, kusurlu, körleştirici bir yola girmiştir. Yaşanmış ve yaşanıyor olan bütün kötülükler, yalan yığınlarıyla örtbas edilerek üstü kapatılır. Gerçeğin duyuları iğdiş edilir, sağır, dilsiz ve kör bırakılarak, geçmişi, bugünü, hatta geleceği unutma, hafızadan silme eylemi, hiç kuşkusuz ki bilinçli olarak seçilen ve yaratılan etkili bir yöntemdir.

Büyük yalanlar, körü körüne inanışları da beraberinde getirir. Ne kadar büyük yalan söylerseniz o kadar başarılı olursunuz. Buradaki başarının sırrı ise, söylenilen yalanın sürekli yinelenmesinde yatmaktadır. Ne kadar çok yinelerlerse inandırıcılıkları da o kadar fazla olur ve bu aşamadan sonra artık toplumun neredeyse tamamı yalan üreticilerine itaat ederek inanmayı alışkanlık haline getirir. 

Bu alışkanlık, söylenen her yalana niyaz edercesine, her gün yinelenerek biraz daha pekiştirilir.Suları satarlar, ağaçları, madenleri, denizleri, toprağı, fabrikaları, okulları, hastaneleri, köprüleri, umutları en önemlisi de geleceği satarlar ve tüm bunları yaparken de kendileri için hiçbir şey istemeyip toplumun iyiliği ve refahı için yaptıklarını söylerler. Herkesin zengin olacağından, milli gelirin artacağından, kimsenin yatağa aç girmeyeceğinden dem vururlar ve tüm bu yalanlara toplumun inanmasını başarıyla sağlarlar. 

Artık toplumun algısı kapanmış, körleşmiş ve söylenen her şeye inanır hale gelmiştir. Gerçek ve yalan bir arada yaşayamaz. Onlar birbirlerinin ölümcül düşmanıdırlar. Gerçek, yalanın düşmanı olduğu kadar iktidarların da ölümcül düşmanıdır. Yalan, bütün insanlığı kirleten, kokutan ve yok eden bir zehirdir. Yalanla insanların fikirleri ve siyasi görüşleri kolaylıkla satın alınır. Kötülüğün yayıldığı bu karanlık dünyada, yalanın her şeyi satın alan ve değiştiren çok güçlü bir albenisi vardır.

Bu albeniyle, bütün suçlar paranın etrafında döner, para da yalanın etrafında sürekli çoğalır.

Yalan, suçu ve parayı sevdiğinden, her zaman uysal bir sahtelik rolünde kendini sırlar içinde gizleyerek toplumun nefes aldığı bütün gözenekleri tıkayarak, yayıldıkça yayılır.

Hayalî düşmanlar yaratmakta oldukça başarılıdır. Bunu, oyun teorileri, sistem analizleri, büyük senaryolar ve kalabalık izleyiciler için düşünme tarzları geliştirerek, zihni oyalayıcı, akıl karıştırıcı ve korkutucu masallar yazarak gerçeğin bütün ayrıntılarını, kıvrımlarını, tamamen düzleştirir, köreltir, hakikatin kimliğine bukalemun gibi girerek kolaylıkla renk değiştirir.

Yalan, toplumu düzenli şekilde aldatma operasyonudur.

Görünmez bir güç, toplumu istediği biçime sokup, istediği gibi eğip bükmektedir. Operasyon sürdükçe aldatılan aldatıldığının farkına dahi varamayacağı bir noktaya sürüklenir. Burada iktidarların asla vazgeçemediği önemli bir cephanelik olan bilim de devreye sokulur. Bilim adamları aracılığıyla yalanın dozu arttırılarak inandırıcılığı pekiştirilir. Politikanın bu söz dinler uslu ve uyumlu sadakat neferleri, kullanışlı bir araç olarak varlıklarını varsıllaşarak iktidarların gölgesi altında büyütürler.

Zihin karıştırma operasyonları sürdükçe, yalan, insanların devamlı birbirlerine bulaştırdıkları ölümcül bir hastalık olarak toplumun tüm katmanlarını sarar. Hastalık yayıldıkça, yalanın ölüme mahkûm ettiği zekâ, sürekli geri çekilir ve yerini beden denilen hayvana bırakarak, yalanın pırıltılı karanlığında yaşam kurmaya uğraşan, hareketleri belirlenmiş, sürekli kontrol altında, zincire vurulmuş bir köpek gibi yalnızca efendisinin sözüne inanır, emirlerine itaat eder, verdiğine bin şükürle saygı duyar.

Yalanla yönetilen toplumlar hayatlarını asla sükûnetle geçiremezler. Çünkü onlar için sürekli yaratılan bir düşman vardır. Oluşan bütün kötülükler ve olumsuzluklar açlık, sefalet, terör bu düşmanın suçudur.

Toplum, yaşadığı hayatı düşmana odaklanarak sürdürür, ondan nefret eder, nefret büyüdükçe büyür ve tüm yaşamı teslim alır; bu sarmalda suç da düşman da çoğaldıkça çoğalır.Düşmanı yok ettiklerini söyledikleri nadir zamanlarda bile, daha büyük bir düşman yaratırlar ve bu kısır döngü dünyanın döndüğü gibi durmaksızın zihinlerde döner durur; böylece toplumun hayatı bir yalan cehenneminin içinde gerçeğe ulaşmadan yok olup gider.

Uzun süre yalanla yönetilen ve yalana inanan bütün toplumlar, gerçeğin mucizesine kördür. Bu toplumlarda devamlı uyumdan yana bir dil kullanılır. Yaratılan bu uyum dili, gerçekle asla yüzleşmek istemez, gerçeğe gözlerini yumar, bu yumma eylemi devam ettikçe, Dünya yalanın tahribatını artık kaldıramaz duruma gelir ve yalanın tükenmez karanlığı içinde yok oluşa doğru hızla sürüklenir.