Veda/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

İki eli yanağında bekledi o gece. Kaybettikleri sanki geri dönecekmişcesine.

Sağlı sollu düşüyordu gözyaşları yanağından, biri önde diğeri arkada.

“Geçmiş geçmişte kaldı.” denirdi oysaki. Kalmıyordu, en derinden baş gösterip yüzeye çıkıyordu. Bir bıçak yarası gibi acılar saplanıp kalıyordu kalbe. Battıkça batan, acıttıkça acıtan.

Lapa lapa yağan kar taneleri dahi ferahlatmıyordu içini. Oysaki beyaza dönmüş göz bebeklerimiz az da olsa gülümseyemez miydi?

Günlüğünün son satırına işlerken kalbinden geçenleri, hafiflemiş hissetti kendini. Bir çiçeğin yaprağına konuverecek tüy kadar boşlukta gibiydi. Uçuşan ve savrulan, yüklerinden kurtulan.

Kaybolma fiilini önce kendinde deneyimliyor ve sağlamasını üzerinde yapıyordu. Gariptir ki hoşlanıyordu bu hâlinden ve deneyimden.

Perdeyi aralayıp dışarı baktığımda son eşyamın da kamyonete yerleştirildiğini gördüm. Nakliyeciler iki saattir bana ait olan tüm eşyaları toparlamıştı.

Hayatımın sağlamasını kendim yapan ben, yeni bir başlangıcın arefesindeydim.

Defterimi koltuğumun altına sıkıştırıp komidinin üzerinde kalan mor menekşemi de elime aldım. Yaprakları umut veriyordu. Mor rengin tarifsiz yansıması diyordum bunun adına.

“Yaparsın!” diyordu ruhuma, o ilk ateşi veren çakmağa basarcasına.

Kamyonetin yanına geldiğimde şoförün yanına oturdum, mor menekşemi ve defterimi de kamyonetin ön tarafına koydum.

Yol ayrımına gelmiştim, bildiğim tüm yolları çıkmaz sokak adıyla çarpılaya çarpılaya.

Eksilerim ve artılarım ise başımla beraber tam göğüs kafesimin ortasında.

Emniyet kemerimi bağladım ve penceremize uzanan bakışlarıma engel olamadım.

Perdenin arkasından bir çift göz bana bakıyordu. Perdeyi aralamaya tereddüt eden elinin gölgesi havada asılı kalıyordu.

Tuğlalar örülüydü aramızda. Annem ve ben günün sonunda yol ayrımında.

Düşledim bir an.

Annemin boşlukta sallanan eli perdeye dokunacaktı ve o pencereyi açacaktı.

Uzun uzun bakacaktı ardımdan, belki de çağıracaktı aramızda örülen her bir tuğlaya inat.

Ya da aşağı inecekti ve ardımdan koca bir sürahi suyu devirecekti. “Su gibi git, su gibi gel kızım!” diyecekti.

Bir düştü ya bu! Kafamı iki yana salladım ve usulca sıyrıldım.

Kontağı çalıştıran şoförün “Hazır mısın abla? Gidelim mi?” sorusu ile tekrar yola uzandı ıslak bakışlarım. Ardımda ise yığınağa dönmüş hatıralarım.

“Gidelim!” dedim belli belirsiz bir sesle.

Sağ elimi camdan dışarı çıkardım, annemin perdenin ardından göreceği şekilde.

“Hoşça kal” dercesine.

“Hoşça kal anne.”