Ekimin yirmi dokuzuydu geldiklerinde. O gün başlamıştı ya kar daha da dinmemişti sanki. Şimdiyse kasaba mıydı yoksa beyaz tabut muydu bilinmez. Kışın ortası. Yollar çoktan kapandı. Ne gelen var dışarılardan ne de gidebilen. Geceler uzun. Öyle bir uzun ki hem de... Ör ör bitmiyor. Ne yana dönse korkuyla yüz yüze gelir. Çıkamaz yorganın altından bir türlü. Kurtulamaz ağırlıktan. Ay bazı geceler doğuyor. Bazıysa hiç. Toprağa hasret çocuklar. Evcilikler odaların köşelerinde. Tornetler merdiven altlarında toz tuttu çoktan. Daha şimdiden unutuldu toprağın kokusu. Görüp göreceği Hakimin hanımı, Nazımın kırmızı suratı. Canavardır kurtlar geceleri. Sürüyle gezerler aç bilâç. Gözleri birer ateşböceği. Ama şu işi nasıl etmeli. Hakimin hanımına gidip soracak bugün. Utansa da sıkılsa da soracak... Bir yolu vardır elbet. O bilir muhakkak. Bilmeli hem. Onca zamandır buradalarmış. Bir de Nazım Efendi. Ama ona nasıl sorsun? Nasıl desin?
Devamını OkuyunSokağa vardığında akşamın ıssızlaştırdığı kentin insanları evlerine hapseden yalnızlık duygusuna içten içe kızmıştı. Yürüyordu daracık sokaklarıyla bu eski kentin bir kenar mahallesinde. Kahvehaneler, Kürtçe, Arapça sözcükler arasında Ortadoğu çarşılarının buhur kokularıyla da tanışmıştı. Aslında kendi içinde büyüttüğü eski kenti, geçmişe dair anımsamaları bu kentin ayrıntılarını da belirlemeye başlamıştı. Binlerce felaketi arkasında bırakmış şehirliler, dinginliği evlerine sığınmakta ararken o hala şehrin dar sokaklarında bir adres belirlemeye uğraşıyordu. Bir adres, bir kimlik mi? Anlaşılmaz bir aidiyet duygusuydu onu yola düşüren. Bir yaz sıcağında varmıştı Güneydoğu’nun bu eski kentine. Güneşin kavuruculuğunda “Güneş doğudan yükselir.”sözünü doğrulamak istercesine erkenden kalkmayı alışkanlık haline getirmiş, Mardin’in kıpkızıl ovalarında (ya da kızıl denizinde) yıllardır sözü edilen kültürel bileşimi kavramaya çalışıyordu. Bir şekilde Güneşe Yolculuk’un bu coğrafyalara uzanan tabutun içinde genç ölüyü kalabalıklar arasında görüverdi sanki.
Devamını Okuyunnsanlar dik başlı biri olduğum konusunda hemfikirler. Haksız da sayılmazlar. Genetik aktarım, kabul ediyorum. Ancak bana rağmen, benim de ara sıra başım öne düşer. Yere bakarım, toprağa. Üzerindeki çimene, açmışsa bir çiçeğe, dalından düşen bir yaprak varsa ona. Sonra önüme bakarım. Yürümek gerek çünkü. Yürürken de önüne bakmalıdır insan. Ben de öyle yaparım çoğu zaman. Ve ara ara, durup etrafıma da bakarım elbet. Ancak durmakla vakit kaybetmemek gerek. Yolda olmak, yürümek gerek…
Devamını OkuyunZaman dondu. Saatin olağanlığında akan tik taklar kesildi. Kan denizi yükseldi çevremizde. Kırmızı boya değil, sahici kan. Oluk oluk. Boğuluyoruz. Parçalanmış cesetlerimiz arasında çıkıveren seslerimiz duyulmaz oldu. Ölüme bir o kadar alışık, yitmeye bir o kadar yazgılı kentimizin bu mütevazı tiyatro salonunda celladımızla paramparça oluverdik. Bir tragedya rutini içinde kötücül kahramanların istediği replikleri söylemeye o kadar alışmıştık ki yaşamak için, bu sefer doğaçlama gelişti her şey. Özgür çağrışımlara yer yoktur halbuki tragedyalarda. Uzak, öte zamanların içinden çıkıveren ozan çağladı en acı dizelerini. Koro için kurgulamıştı bu sahneler. Onaylayan, anlatan kalabalık için. Aykırı sözcükler de nereden çıkmıştı? Yönetmen öfke kusuyor oyunculara. Sahnede metin dışılığa izin yok halbuki.
Devamını Okuyun“Bazen eğer günün birinde(ait olamayacağım bir gelecekte) yazdığım cümleler okunur ve takdir edilirse, sonunda kendi kanımdan insanlar, ‘beni anlayanlar’ , içinde doğduğum ve sevildiğim bir ailem olacak diye hüzünlü bir zevkle düşünürüm.”* ...“Hocam şimdi siz rüyanızda kendi cenazenize katıldığınızı mı gördünüz?”
Devamını Okuyun“İşbu dilekçede maruzatım olan şikayetimi bir önceki dilekçelerimde de ifade etmiştim. Yüksek makamlardaki beyefendilerin kulak ardı ettiğine ihtimal vermeyip bu sıkıntılarımı yeniden dile getirmek isterim. Öncelikle geçen akşam mahalleyi torbacılara, ite kopuğa bırakan, afedersiniz haddimi aştım, yani elbette emniyetten mesul bu arkadaşlara laf söylemek bana düşmez ama bir iki aynasız arkadaş çok fazla can ciğer kuzu sarması oldukları Akif’e kahve ziyaretine gidince canım sıkıldı bir şekilde. Kaç gecedir müşterileri eli ayağını çekince biz mahalleliler de zatı şahanenin pek sayın polisler tarafından kulağının çekildiğini, öyle hap, ot, şeker ve bilumum keyif verici şeyi satacaksan bari göz önünde satma, çaktırma oğlum dediklerini düşündük ne yalan söylemeli.
Devamını OkuyunKirpik hizasından suya dökülüyordu sanki yaşanılan her şey. Geçmiş bir su birikintisine hasret gibiydi. Belkide bir iç döküşün motifli haliydi. Suya konuştu Mücella. Oluk oluktu anlattıkları. Günleri bitiriyor, haftaları deviriyordu. Lakin susmak bilmiyordu.
Devamını Okuyun‘’Tabi hocam malumunuz bu sektörün şartları çok zor; ülkede okur sayısı az ve yayınevinden kitapçısına, dağıtıcısından çevirmenine herkes neredeyse hayır hasenat için bu işi yapıyor. Zaten her gün artan maliyetler; kâğıda gelen zamlar, işi içinden çıkılamaz bir hale sokuyor. Başka bir işten anlasam bir gün olsun durmam dükkânı kapatıp giderim.’’ Karşısındakini onaylar bir biçimde başını salladı, konuşmanın nereye gideceği aşağı yukarı belliydi.
Devamını OkuyunYaşlı adam, torununun bilgisayarı kapatmadığından emindi. Elektriğin boşa gitmemesi için bilgisayarı kapatmak için Demir’in odasına girdi. Demir de arkadaşlarıyla konuşurken dedesinin balkonda olmadığını görüp odasına gittiğini tahmin etti. Yine fişten çekecek ve tekrar bilgisayarın başına oturduğunda problem yaşayacaktı Demir. Neyse, dedi içinden ve arkadaşlarıyla başladığı sohbete geri döndü. Yaşlı adam, bilgisayar koltuğuna oturdu. Torununa çok içerlemişti. Yalnızca bu gün olan olaya değildi içerleyişi. Örneğin, Demir ona bilgisayarı kullanmayı öğretirken de dedesini incitiyordu. Yaşlı adam, yeni teknolojiyi kavrayamıyordu bir türlü. Torununun çağın gerisinde kaldığını söyleyen bakışlarına dayanamıyordu. Kaplumbağa misali, kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmiyordu yeni nesil. Bir yandan böyle düşünüyor, bir yandan da bilgisayarı kapatmaya çalışıyordu. Rastgele bir tuşa bastı. Geri tuşuna bastığının farkında bile değildi.
Devamını OkuyunBizim eve beş dakika mesafede olsalar da amcamın hastalığından dolayı gelmek istemiyorlar. Ameliyatından beridir keyfi yok zaten amcamın. Yeni yıl masasının etrafını sarmışız. En güzel mutfak sohbetlerimizden birini yapıyoruz. Sohbet bitmiyor, gülüşüyoruz konuştuklarımıza. Yeni yıla girince dileklerimizi sıralamaya başlıyoruz. Yeni yıldan beklentilerimizi; sağlık, para, huzur… Bitmiyor ki beklentilerimiz…
Devamını OkuyunGecenin bir yerinde incecik bir tıkırtı hissedip uyandı. Ayak ucundaki ahşap kitaplığın arkasından sesler geliyordu. Göğüs kafesini terk etmek üzere olan yüreği,çırpınıyordu. Bütün cesaretini toplayıp doğruldu yataktan. Yavaşça baş ucundaki çok sevdiği, eski okuma lambasını açtı. Kitaplığa yaklaştı, sesler yakınlaştı. Raflarda görünen hiçbir değişiklik, kıpırtı yoktu. Fakat seslerin, hemen onların altında yer alan küçük çekmeceden geldiğini fark etti. Derin bir soluk alıp gücünü topladı, acaba bütün ışıkları açsa mıydı? Bir iki saniye sonra bu fikrinden vazgeçti. Büyü bozulabilir, her şey yok olabilir ya da eski monoton haline dönebilirdi.
Devamını OkuyunGelecek için kurduğumuz leylak renkli hayaller yerini belirsizlik karanlığına bırakıyor. Bu karanlığa seni de yanımda çekmek, sana yapacağım en büyük kötülük olacaktır. Oysa en ufak bir zarar görmeni istemezdim. Ceplerimde biriktirdiğim mutluluğu ellerine teslim etmek isterdim. İtiraf etmem gerekirse bu kaçış, tek çarem olarak gördüğüm yol. ‘Nereye kadar?’ diyeceksin. Gördüğün gibi her soru, sonu muamma olan bu karanlığa çıkıyor. Bu karanlıkta kaç gün, kaç ay, kaç yıl, nerede, nasıl sürüklenirim bilmiyorum. Tek bildiğim seni de bu karanlığa çekemem.
Devamını Okuyun