Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

RABITÂ/Erinç BÜYÜKAŞIK

RABITÂ/Erinç BÜYÜKAŞIK

Oğlan sustu sonunda. Kerem, televizyonda baba müsveddesini görünce ağlayacaktı neredeyse. Bağırıp çağırıyor ekrandakiler, küçücük kız zavallı… Bu nasıl aile… Medreseden kaçıp oğlanı kucağında misafirhaneye girdiğinde oğlan salya sümük uyuyakaldı. Devlet baba korurmuş biz, babalar korumuyor oysaki, babalar altısında heriflerin kucağında evcilik oyunu oynatıyor. Medresedeki cam çatlamış, çatladık büyüdükçe büyüyor. Soğuk giriyor içeri. Sarih olmayan hadislere bile biat ediniz. Zihnimdeki onca ezberi unutasım var. Hafzettiğim her şeyi unutmam gerek. Talâk süresi diyor ki adetten kesilmiş kızlar evlenebilirmiş, Hz Ayşe’yi kollamış Peygamber Efendimiz. İsmail Efendi kocandır, hem kocalık hem babalık yapacak sana. Babaları öldürmek gerek, karabasanlarımda ölen babaları ayaklarımın altındaki eziyoruz benim oğlanla. Târik yol demek, şeyhinde yok olmak demek evladım. Ahmet Efendi’nin tefsirini okumalısın evvelâ. Annem saçlarımı taradı o gece de.

Devamını Okuyun  
Sendrom ya da Çember/Yücel KARTAL

Sendrom ya da Çember/Yücel KARTAL

Kapıyı dikkatlice tıklayarak içeri girdikten sonra lazım olduğunda ustalıkla kullanabildiği o kibar ses tonu ile memurlara “Merhaba, kolay gelsin!” deyip usulca ama etkili bir dil ve mimikle meramını anlatmaya başladı. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk havanın aksine bütün kedilerin mayışarak uyuyabileceği sıcacık ofise girdiğinde çocukluğunun gürül gürül yanan kömür sobaları geldi aklına ister istemez. Ofiste gözlerini hızlıca gezdirerek asıl patronun kim olduğunu anlamaya çalıştı bir taraftan. Arkadaki büyük masada, bütün işlerini bitirmiş gibi koltuğunu ileri geri sallayarak sesini duyamadığı yağmuru seyreden orta yaşlı adamın şef olduğunu tahmin ettikten sonra gözlerini diğer memurlara kaydırdı. En önde her hâliyle yeni olduğunu belli eden kızıl saçlı, boş bakışlı kızcağızı çabucak geçti. Onun yanındaki masada kulağındaki cihazla mesai saatlerinde aklının başka yerlerde olduğunu bir bakıma haydi haydi itiraf eden, tavırlarından tecrübeli memur havalarında olduğu hemen anlaşılabilen memurda karar kıldı.

Devamını Okuyun  
SEVDAM ve SIRRIM/Gülnar KANDEYER

SEVDAM ve SIRRIM/Gülnar KANDEYER

Daha yeni yetmeyken tanıdığım bir kadındı. Âşık oldum, ellerine, bana verdiği emeğe. Sanırdım hiç ayrılmayacağız. Ben gençtim o geçkinceydi bir hayli. Bir zaman sonra gelmez oldu. Yetiştim bu sırada. Bu kez genç bir kız geldi yanıma. Yeşil gözlerimi sevdi, yeşilliğimi okşadı sevecenlikle. Gönül bu, kaydı genç kıza meyillendi. Ama unutmadı da eski sevdasını. Nerede kalmıştı bilinmez. Zaman zaman gelirdi aklıma sabahın ilk saatlerinde üzerime çiy düşer gibi.

Devamını Okuyun  
Ve Perde/Meral Kutluğ

Ve Perde/Meral Kutluğ

Sol kolu ile kapattığı gözlerini, o kolu yavaşça çekip, göz kapaklarının üzerine vuran ışıktan koruyarak, özenle açtı. Sert ve soğuk bir zeminde ve giderek aydınlanan bembeyaz bir yerdeydi. Kulaklarını, yakınlardan gelen ilginç sesler doldurdu. Duvarlarda yankılanan bu çırpınışlar sessizlikte inanılmaz bir biçimde yankılanıp büyüyordu. Doğruldu, uyandıran o tok seslerin sahipleri tam karşısında geniş ve derin bir nişin içinde hayretle ona bakıyorlardı. Bu umutsuz ve bembeyaz kuşların, zaman zaman duvarlara dokunan, ipeksi fakat can yakan vuruşları çaresizliklerini de anlatıyor gibiydi. Ya da ona öyle geliyordu.

Devamını Okuyun  
Atâlet/Oğuz Kartal

Atâlet/Oğuz Kartal

Masasını düzenledi, kahvesini tam kıvamında pişirmişti(orta şekerli, bol köpüklü), bilgisayarını açtı. Yarım saat kadar bir şeyler yazmayı denedi. Yazdıklarını beğenmedi, sildi. ‘Biraz müzik dinlemek iyi gelecek.’ diye geçirdi içinden. Müzik dinlerken hayâllere daldı, o şaşalı törende yılın romanı ödülünü alıyordu yarı uyanık düşte, genç yazarlara seslenirken şu cümleleri kurdu, ‘’Evet, hiç kolay olmadı bu ödülü kazanmak; uykusuz geceler bir yana, yemeden içmeden kesilmiştim, çoğu insan durduğu yerde, bir anda ilhamın geleceğini sanıyor; hayır dostlarım, okudum, durmadan yıllarca okudum ben; yazmak eyleminin bir noktada t a ş m a k olduğunu düşünüyorum. Şu an sahip olduğum şeyler sizleri yanıltmasın, çok zor şartlar altında geçti gençliğim.’’ ‘Nerden çıkmıştı zor şart dediği şey?’ diye geçirdi içinden.

Devamını Okuyun  
Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

Ölüm Kayalığı/Emine AYDOĞDU

“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.

Devamını Okuyun  
AÇ KAPIYI GİR İÇERİ/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

AÇ KAPIYI GİR İÇERİ/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Ne sağ elleri ne de sol elleri birbirine yakınlaşmıştı. Yan yana yürüyorlardı önlerinde uzanan yol boyunca. Turuncu’nun tüm samimiyetini taşıyan genç adam, kendi adımlarıyla dahi dans ediyor gibiydi. Dışından içine doğru uzanan sessiz bir iletişim ağı vardı kimselerin duyamadığı.Yanı başında seyreden genç kadın ise iç sesiyle boğuşurdu dışardan aldığı tüm cesaretle.

Devamını Okuyun  
Van Gogh’un Dairesi/Enver Karahan

Van Gogh’un Dairesi/Enver Karahan

Ölü domuz sürülerinin arasında gururla dikilen bir av köpeğinin yüzünde beliren ifadeyi taşıyanlar var etrafımda. Ve evimde, duvarların arasında üzeri harçla örülü tuğla deliklerininde yaşayan giganteuslarım bazı geceler bölüyorlar uykumu. Ocakta kısık ateşte demlenen bir çayın acı kokusu siniyor üzerime. Ve bekleyen telaşlar… bir film fragmanı heyecanını taşıyorlar. Evin içine dolan ‘nasıl bir telaş’ sözünü, pencereyi açıp savurdum etrafa. Rahatlamanın bir nebzesi. Halisünasyonlar arasında gerçekliği yakalama oyunu oynayan çocuklara ”merhaba” diyorum yukarıdan. Bir köşede tekmelenmiş bir topun yalnızlığı karşılık veriyor bana. Çocuklar suskun. Ellerinde canavar tutuyorlar.

Devamını Okuyun  
YOL ÖYKÜLERİ/Filiz ÖZDEMİR

YOL ÖYKÜLERİ/Filiz ÖZDEMİR

Ayakta kilometrelerce yol gitmenin çileli halleri. Balık istifi, itiş tıkış. Özellikle kadınların değişmeyen sitemleri, isyanları. Anda kalan dostluklar, yardımlaşan, dayanışan insanlar... İstanbul ulaşımının sıradan alışılagelmiş yüzü. İstanbul’u yaşamanın ve bu şehrin insanını tanımanın en kestirme yolculuğu.Kadıköy, Bakkalköy hattı. Bu iki köyün arasında, bir yerlere varma çabası. Çabanın ötesinde ayağına yer açma kapışması. Şanslıyım; Ziverbey’den binerken minibüste oturacak yer bulmuşum. Yanımda, cam kenarında genç kumral bir kadın, başında güneş gözlüğü, kulağında kulaklık, bacaklarıyla ritim tutuyor. Durak yok, her el edene durur bizim hattın şoförleri. Hatta el etmeyenin önünde de durur, kornaya basar, bekler. Diğer minibüslerden yolcu kapmakta pek bir gayretliler. İnsanların biri iniyor, beşi biniyor. Göztepe’den sonra oturmak ne mümkün, ayakta yer bulursan ne âlâ.

Devamını Okuyun  
Hayatın Anlamı/Erinç Büyükaşık

Hayatın Anlamı/Erinç Büyükaşık

Sabahın ilk saatleri. Evden kuşluk vakti yollara düşmek katlanılmaz hâlâ. Sabah ezanı çoktan okundu, müezzinin sabah makamında yayılan sesiyle zar zor uyandım. Gözlerimi açmam için set bir kahve içmem gerek besbelli ayılmak için. Ilık yatağımdan kalkmak, aylaklık hallerimden arınmanın zamanı. Sabahları eve bir yabancı gözüyle, aidiyetlerden uzak bakmak gerek, sokağa bedenini ve aklını bir bütün olarak bırakmanın tek çaresi aitliklerini unutmak olsa gerek. Uykudan uyanmaya inat ediyor gözlerim, yanı başımda mırıltılar içinde uyuyor kedim. Banyoya girince ilk işim musluğu açıp suyun akışına kulak vermek, suyun akışındaki artan basınç beni kendime getirebilir. Alarm ısrarla çalıyor, gözlerim hâlâ kapanık, uykunun limanlarına demir atmış halini geride bırakmış.

Devamını Okuyun  
Bir Kaymakamın Karısının Kaybolan Ayakkabısı/Gülru Öztunç

Bir Kaymakamın Karısının Kaybolan Ayakkabısı/Gülru Öztunç

Ekimin yirmi dokuzuydu geldiklerinde. O gün başlamıştı ya kar daha da dinmemişti sanki. Şimdiyse kasaba mıydı yoksa beyaz tabut muydu bilinmez. Kışın ortası. Yollar çoktan kapandı. Ne gelen var dışarılardan ne de gidebilen. Geceler uzun. Öyle bir uzun ki hem de... Ör ör bitmiyor. Ne yana dönse korkuyla yüz yüze gelir. Çıkamaz yorganın altından bir türlü. Kurtulamaz ağırlıktan. Ay bazı geceler doğuyor. Bazıysa hiç. Toprağa hasret çocuklar. Evcilikler odaların köşelerinde. Tornetler merdiven altlarında toz tuttu çoktan. Daha şimdiden unutuldu toprağın kokusu. Görüp göreceği Hakimin hanımı, Nazımın kırmızı suratı. Canavardır kurtlar geceleri. Sürüyle gezerler aç bilâç. Gözleri birer ateşböceği. Ama şu işi nasıl etmeli. Hakimin hanımına gidip soracak bugün. Utansa da sıkılsa da soracak... Bir yolu vardır elbet. O bilir muhakkak. Bilmeli hem. Onca zamandır buradalarmış. Bir de Nazım Efendi. Ama ona nasıl sorsun? Nasıl desin?

Devamını Okuyun  
Janjanlı Güvercin/Tuba KIR

Janjanlı Güvercin/Tuba KIR

“Boğazımda bir düğüm… Öyle bir düğüm ki yeşilden laciverte, lacivertten mora çalan… Bir düğüm ki gürültülü, hırıltılı... Boğazımda bir düğüm, acı acı kokan. Göz yaşartan… Yer değiştiren bir düğüm boğazımdaki. Bazen karnımı, bazen sırtımı, bazen ciğerlerimi zapt eden… Yakan, öksürten, acıtan… Epeydir var. Seksenlerin acıklı filmlerinde, unutulmuş bir şarkıda, neşeli, hiç olmayacak anlarımda nükseden. Rahatsız eden. Ağla ağla çıkmayan, bağırdıkça yerleşen, konuştukça artan, sabrettikçe çoğalan. Boğazımda bir düğüm, benimle yaşayıp, büyüyen…”

Devamını Okuyun