Oğlan sustu sonunda. Kerem, televizyonda baba müsveddesini görünce ağlayacaktı neredeyse. Bağırıp çağırıyor ekrandakiler, küçücük kız zavallı… Bu nasıl aile… Medreseden kaçıp oğlanı kucağında misafirhaneye girdiğinde oğlan salya sümük uyuyakaldı. Devlet baba korurmuş biz, babalar korumuyor oysaki, babalar altısında heriflerin kucağında evcilik oyunu oynatıyor. Medresedeki cam çatlamış, çatladık büyüdükçe büyüyor. Soğuk giriyor içeri. Sarih olmayan hadislere bile biat ediniz. Zihnimdeki onca ezberi unutasım var. Hafzettiğim her şeyi unutmam gerek. Talâk süresi diyor ki adetten kesilmiş kızlar evlenebilirmiş, Hz Ayşe’yi kollamış Peygamber Efendimiz. İsmail Efendi kocandır, hem kocalık hem babalık yapacak sana. Babaları öldürmek gerek, karabasanlarımda ölen babaları ayaklarımın altındaki eziyoruz benim oğlanla. Târik yol demek, şeyhinde yok olmak demek evladım. Ahmet Efendi’nin tefsirini okumalısın evvelâ. Annem saçlarımı taradı o gece de.
Devamını OkuyunKapıyı dikkatlice tıklayarak içeri girdikten sonra lazım olduğunda ustalıkla kullanabildiği o kibar ses tonu ile memurlara “Merhaba, kolay gelsin!” deyip usulca ama etkili bir dil ve mimikle meramını anlatmaya başladı. Dışarıdaki yağmurlu ve soğuk havanın aksine bütün kedilerin mayışarak uyuyabileceği sıcacık ofise girdiğinde çocukluğunun gürül gürül yanan kömür sobaları geldi aklına ister istemez. Ofiste gözlerini hızlıca gezdirerek asıl patronun kim olduğunu anlamaya çalıştı bir taraftan. Arkadaki büyük masada, bütün işlerini bitirmiş gibi koltuğunu ileri geri sallayarak sesini duyamadığı yağmuru seyreden orta yaşlı adamın şef olduğunu tahmin ettikten sonra gözlerini diğer memurlara kaydırdı. En önde her hâliyle yeni olduğunu belli eden kızıl saçlı, boş bakışlı kızcağızı çabucak geçti. Onun yanındaki masada kulağındaki cihazla mesai saatlerinde aklının başka yerlerde olduğunu bir bakıma haydi haydi itiraf eden, tavırlarından tecrübeli memur havalarında olduğu hemen anlaşılabilen memurda karar kıldı.
Devamını OkuyunDaha yeni yetmeyken tanıdığım bir kadındı. Âşık oldum, ellerine, bana verdiği emeğe. Sanırdım hiç ayrılmayacağız. Ben gençtim o geçkinceydi bir hayli. Bir zaman sonra gelmez oldu. Yetiştim bu sırada. Bu kez genç bir kız geldi yanıma. Yeşil gözlerimi sevdi, yeşilliğimi okşadı sevecenlikle. Gönül bu, kaydı genç kıza meyillendi. Ama unutmadı da eski sevdasını. Nerede kalmıştı bilinmez. Zaman zaman gelirdi aklıma sabahın ilk saatlerinde üzerime çiy düşer gibi.
Devamını OkuyunSol kolu ile kapattığı gözlerini, o kolu yavaşça çekip, göz kapaklarının üzerine vuran ışıktan koruyarak, özenle açtı. Sert ve soğuk bir zeminde ve giderek aydınlanan bembeyaz bir yerdeydi. Kulaklarını, yakınlardan gelen ilginç sesler doldurdu. Duvarlarda yankılanan bu çırpınışlar sessizlikte inanılmaz bir biçimde yankılanıp büyüyordu. Doğruldu, uyandıran o tok seslerin sahipleri tam karşısında geniş ve derin bir nişin içinde hayretle ona bakıyorlardı. Bu umutsuz ve bembeyaz kuşların, zaman zaman duvarlara dokunan, ipeksi fakat can yakan vuruşları çaresizliklerini de anlatıyor gibiydi. Ya da ona öyle geliyordu.
Devamını OkuyunMasasını düzenledi, kahvesini tam kıvamında pişirmişti(orta şekerli, bol köpüklü), bilgisayarını açtı. Yarım saat kadar bir şeyler yazmayı denedi. Yazdıklarını beğenmedi, sildi. ‘Biraz müzik dinlemek iyi gelecek.’ diye geçirdi içinden. Müzik dinlerken hayâllere daldı, o şaşalı törende yılın romanı ödülünü alıyordu yarı uyanık düşte, genç yazarlara seslenirken şu cümleleri kurdu, ‘’Evet, hiç kolay olmadı bu ödülü kazanmak; uykusuz geceler bir yana, yemeden içmeden kesilmiştim, çoğu insan durduğu yerde, bir anda ilhamın geleceğini sanıyor; hayır dostlarım, okudum, durmadan yıllarca okudum ben; yazmak eyleminin bir noktada t a ş m a k olduğunu düşünüyorum. Şu an sahip olduğum şeyler sizleri yanıltmasın, çok zor şartlar altında geçti gençliğim.’’ ‘Nerden çıkmıştı zor şart dediği şey?’ diye geçirdi içinden.
Devamını Okuyun“Ben terliyorum” diyerek tepinmeye başladı. “Burası sıkış tıkış. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum.” Su, gözleriyle Toprak’ı sakinleştirdi. Sabırla beklemesini öğütledi. Toprak, babasını özlemişti. Babası, üç gün önce mavi kamyonla götürülmüştü. Kamyona binmemek için direnmişti. Direnince ellerindeki sopalarla başına, sırtına vurup, tekmelemişlerdi. Kan içinde yerde kımıldamadan yatıyordu. Siyah çöp poşetinin içine koyup, kamyona fırlatmışlardı. Kamyonun kasasından güm diye bir ses gelmişti. Poşet yırtılmıştı. Babası kalkmaya yeltenirken, o ara Toprak’la göz göze gelmişti. Toprak’a “kaç uzaklaş” der gibiydi.
Devamını Okuyun-Düşmek üzereydi. Alabildiğine yeşil bir ovada koştu, koştu ve koştu. Sonra yer bitti, gök başladı. Yol bitti, bir uçurum karşıladı onu. Aşağısı görünmüyordu. Uçurumun dibini boylamak istemiyordu. Durdu, ardına baktı korkuyla. Geliyorlardı. Kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Bu sefer kesin yakalayacaklardı onu. Durdu ama düşünecek vakti de yoktu. Kaçmalıydı… “Uçmalıyım” dedi.
Devamını OkuyunNe sağ elleri ne de sol elleri birbirine yakınlaşmıştı. Yan yana yürüyorlardı önlerinde uzanan yol boyunca. Turuncu’nun tüm samimiyetini taşıyan genç adam, kendi adımlarıyla dahi dans ediyor gibiydi. Dışından içine doğru uzanan sessiz bir iletişim ağı vardı kimselerin duyamadığı.Yanı başında seyreden genç kadın ise iç sesiyle boğuşurdu dışardan aldığı tüm cesaretle.
Devamını Okuyunİçimdeki kuşlar kaçacak ufuklar arıyor bir süredir. Cehennemin içinde alevler içindeki kanatların benim gibi bir bai belasından kurtulma isteğini anlıyorum hayli hayli. Patlama sırasında meydandaki ölülerden biri olamamak. Ne büyük bir suç bu? Hayatta kalmak... Apartmanın kirli, loş boşluğunda bakışlarına takılıyorum. Kısık hıçkırıklarla karşıladı beni. "Gözaltında bir şey yaptılar mı?" Anadan üryan beklettiler desem. Koğuş soğuktu desem. Biraz ötemdeki Meral'in kanlı yüzünü gördüm yarım yamalak uykumda. Sabaha doğru bıraktılar. Alaca saatlerde ki sen kör bir zaman demiştin, bıraktılar. Ambülansları beklerken alana tomalarla girdiler o gün. Göz gözü görmüyor. Bu duman bulutu yerleşmişti üzerimize patlamadan sonra. Gün erkenden, tanrısal bir buyrukla batmıştı sanki.
Devamını Okuyun“Eksik bir parça” diyorsun. Ve o eksik parçayı gün be gün düşlüyorsun. Resmin tamamını görüpte o boş kalan yer öylece durduğunda, içinde fırtınaya tutulmuşcasınaüşüyor bir bakıma. Ve yenildiğini hissettiğin an çevrendeki tüm kareler o eksik parçayı hatırlatıyor sana. O, her ne ise gözlerin onu arıyor, kulakların onu duymak istiyor. Ve bir tekrar bulanıyor heryerine ince ince. Arnavut kaldırımlarının arasına sıkışıp kalan ince topuk misali hissediyorsun kendini. Çığlık atar gibi ve çaresiz.
Devamını OkuyunHAM MEYVE İlaçsız ağaç gibiydi, meyveleri olgunlaşmadan dökülüyordu. Otların üstü ham, yarılmış meyvelerle kaplıydı. Toprak kendini gizlemiş olmalı. Tıpkı olmamış meyvenin kuru dallarda barınamadığı gibi.
Devamını OkuyunBabası, haydi istediğin kırmızı ayakkabıyı almaya gidiyoruz dediğinde küçük kızın ayakları yerden kesildi. İlla da kırmızı istiyordu. Niye mavi değil, niye yeşil değil, niye sarı değil. Hele siyah hiç değil. Çünkü siyah, kiri göstermez. Saklar rengine tüm sırları. Çamuru, bulaşığı, hoyratlığı çeker renginin altına. Bir tek tozu kolay gösterir. Onu da silersin paçalarına olur biter. Siyah da olsa pırıl pırıl boyalı olmalı, derisinde ayna gibi yansımalı ışık. Ama o, illa da kırmızı diye tutturmuştu. Kırmızı olsun der atalarımız bilmez misiniz, kırmızı olsun beş kuruş fazla olsun.
Devamını Okuyun