Yazının Tanıklığı/Tanıklığın Yazıları  

ADALAR VAPURUNDA BİR PARALI ASKER/Gülnar KANDEYER

ADALAR VAPURUNDA BİR PARALI ASKER/Gülnar KANDEYER

Ayaklara geçirilmiş pabuçlar, bir motiften kopyalanmış gibi. Her bir parçası, başka başka eller tarafından örülmüş sanki. Kimi acemice kimi mahirce. İmalattan ayağa geçirilinceye kadarki yaşanmışlıkları farklı, iplikleri aynı. Yaşam gailesi. Yoksa ne işi var bunca insanın iş çıkış saatinde ada vapurunda? Birbirine paralel iki demir paravanın arasında ağır akan bir ırmağı andıran insan seli, yapışkanca ilerliyor. İlerleyenin gördüğü önündekinin sırtı, ayakkabıların topukları… Bir karış aralıklarla nizama uygun yürüyen kadınlar, erkekler ve çocuklar. Hava, şapkasız başların tepelerini pişirecek kadar sıcak. Kimi şemsiyesiyle gölgelik yapıyor korunmak adına, yanındakiler ve arkasındakiler de bu gölgeden istifa etmek için markaja alıyorlar onu.

Devamını Okuyun  
Veda/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Veda/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

İki eli yanağında bekledi o gece. Kaybettikleri sanki geri dönecekmişcesine. Sağlı sollu düşüyordu gözyaşları yanağından, biri önde diğeri arkada. “Geçmiş geçmişte kaldı.” denirdi oysaki. Kalmıyordu, en derinden baş gösterip yüzeye çıkıyordu. Bir bıçak yarası gibi acılar saplanıp kalıyordu kalbe. Battıkça batan, acıttıkça acıtan

Devamını Okuyun  
RABITÂ/Erinç BÜYÜKAŞIK

RABITÂ/Erinç BÜYÜKAŞIK

Oğlan sustu sonunda. Kerem, televizyonda baba müsveddesini görünce ağlayacaktı neredeyse. Bağırıp çağırıyor ekrandakiler, küçücük kız zavallı… Bu nasıl aile… Medreseden kaçıp oğlanı kucağında misafirhaneye girdiğinde oğlan salya sümük uyuyakaldı. Devlet baba korurmuş biz, babalar korumuyor oysaki, babalar altısında heriflerin kucağında evcilik oyunu oynatıyor. Medresedeki cam çatlamış, çatladık büyüdükçe büyüyor. Soğuk giriyor içeri. Sarih olmayan hadislere bile biat ediniz. Zihnimdeki onca ezberi unutasım var. Hafzettiğim her şeyi unutmam gerek. Talâk süresi diyor ki adetten kesilmiş kızlar evlenebilirmiş, Hz Ayşe’yi kollamış Peygamber Efendimiz. İsmail Efendi kocandır, hem kocalık hem babalık yapacak sana. Babaları öldürmek gerek, karabasanlarımda ölen babaları ayaklarımın altındaki eziyoruz benim oğlanla. Târik yol demek, şeyhinde yok olmak demek evladım. Ahmet Efendi’nin tefsirini okumalısın evvelâ. Annem saçlarımı taradı o gece de.

Devamını Okuyun  
Güne Bakan Mine/Erinç BÜYÜKAŞIK

Güne Bakan Mine/Erinç BÜYÜKAŞIK

Garın tepesindeki kızıllık Mine’nin yüzündeki pembeliği belirginleştirdi. Çıkarken makyajını alelacele silmişti. Yaşını belli etmiyorsun abla. Kim iddia edebilir senin kırkını geçirdiğini diye yılıştı yine. Mine'nin hayli alımlı, işveli olduğunu düşünürdü zaten. Kadının gamzesi belirdi yine her zamanki gibi.

Devamını Okuyun  
DALAVERENİN KİTABI/Oğuz KARTAL

DALAVERENİN KİTABI/Oğuz KARTAL

‘’Bazı şehirler insanın içindeki yaratma dürtüsünü ortaya çıkartırken bazıları insanı düşünmekten dahi alıkoyar. Mesela ben ilk kitabımı (en çok ses getiren) Ankara’da yaşadığım dönemde yazmaya başladım fakat bir türlü o istediğim biçime sokamıyordum, şehrin kasvetli havası bir yana, doğal güzelliklerden uzak bu bozkırda anlatmak istediklerime engel olan, içimi kaplayan bir huzursuzluk vardı. Yazmak istediğim şey huzursuzluğun kitabı değildi. Doğup büyüdüğüm coğrafya ancak bana ilham veriyordu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan geriye kalan hatıralar anlatmaya çalışacağım hikayelerin temelini oluşturuyordu. Ne istediğimi bildiğim bir dönemdeydim ve her zaman yaptığım gibi hayallerimi gerçeğe dönüştürmek için sonuna kadar gidip çok sıkı çalışacaktım; memuriyete ara verdim ve yola koyuldum.

Devamını Okuyun  
EN SON KAÇA OLUR? /Berrin YELKENBİÇER

EN SON KAÇA OLUR? /Berrin YELKENBİÇER

Kocaya kaçtım ben. “Koca bir şehirde yaşayıp kocaya kaçmak olur muymuş!” demeyin hiç. Ben yaptım, oldu. Tazecik, gencecik bir kızım o zamanlar. Liseyi bitirmek üzereyim. Tam üniversite sınavına hazırlanırken tanıdım o adamı. Bir ismi var tabii ama daha sonra yaşadıklarımdan dolayı onun isim misim hak etmediğini düşünüyorum. “O adam” iyidir. Adam da değildi gerçi!

Devamını Okuyun  
PUSLU KIYININ GÖZLERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

PUSLU KIYININ GÖZLERİ/Erinç BÜYÜKAŞIK

“Biz ölüler bu uğursuz topraklarda bu sona bir şekilde razı olduk. Son nefesimizi verip vermediğimizden emin değildik halbuki Pusuda bekleyen birileri var sanki orada. Tekinsiz bir hal bu.” Ulumaya başlayan kurtlar kıpkızıl vadinin üstündeki leşçilere kızıyor o sırada. Avlarına ortak olmaları katlanılır gibi değil.

Devamını Okuyun  
BODUR/Erinç BÜYÜKAŞIK

BODUR/Erinç BÜYÜKAŞIK

Bir köşede içine gömülmüş bir ıssızlık halindeydi çocuk. On üç yaşında bu travmayla yüzleşmesi mümkün değil, yine de iyi görünüyor. Bir deri bir kemik kalmış. Bir yıldır o odaya hapis esir hayatı yaşamış zavallı dedi sosyal güvenlik görevlisi Leyla Hanım. Teyzesi istifçinin tekiymiş üstelik. Eve girdiklerinde kesif, ağır çöp kokusunun arasında zar zor adım atabiliyordu görevliler. Bir deri bir kemik, ıpıssız bir oğlan çekyatın içinde büzülmüş korkuyla baktı gelen yabancılara.

Devamını Okuyun  
ÇATIDAKİLER/Erinç BÜYÜKAŞIK

ÇATIDAKİLER/Erinç BÜYÜKAŞIK

Odadaki karmaşa bir an boğucu geldi ona. Sanatçı tayfasının bir yanı da istifçiliği diye geçirdi zihninden. Hararetli bir konuşmanın ortasında zihnindeki sorular loş, gün ışığının yarım yamalak girdiği odanın içinde geziniyordu.Sağdan soldan estarabim halleri olsa gerek dedi içinden. Millet bu meredi pof pof mahalle bitirimleri gibi içiyor ya, sahiden katlanamıyorum, diye söylendi Elçin. Amerika’dan yeni gelmiş kız. Teksas’ın bizim kırsallara benzediğini anlatıyordu habire.

Devamını Okuyun