Son Dakikalara Gözlem/Ümit Ahmet DUMAN

‘‘Amirim yine aynı adam!‘‘

‘‘Kim?"

‘‘Kim olacak şu her ay gelip ben adam öldüreceğim, katil olacağım, beni hapse atın diyen doktor.‘‘

‘‘İfadesini al, gönder.‘‘

‘‘Amirim neredeyse bir yıldır dediğinizi yapıyoruz ama o gelip ifade vermekten bıkmıyor.‘‘

‘‘O zaman ifadesini bir meslektaşına vermesini söyleyin, çalıştığımız psikolog Rahmi Bey'e yönlendirin.‘‘

‘‘Emredersiniz amirim.‘‘

Memur konuşmaya başlar başlamaz konuya girdi.

‘‘Doktor Bey bugün kısaca ifadenizi alacağız, ama asıl bir meslektaşınıza ifade verirseniz sizi tutuklama şansımız olabilir. Şimdi doktor beyi arayacağım ve yarına randevunuzu alacağım.‘‘

‘‘Kabul, adresini verin yarın randevu saatine gidip ifademi vereyim.‘‘

Sevinç içinde ertesi gün randevu saatinden neredeyse yarım saat öncesinde Doktor meslektaşının muayenehanesindeydi. Salon son derece dingin, tertemiz zemin, klasik resim reprodüksiyonları ile dekore edilmiş duvarlar, sabahın gün ışığını insanın içini açar vaziyette içeri alan geniş camlarıyla, sakinliğin kalesi gibiydi. Şansına ondan başka bekleyen sadece bir karı koca vardı. İçeridekilerin çıkıp doktorun onları almasıyla yalnızlığına dönen Murat konuşma metnini kafasında kurmakla meşguldu. Sakinlik, huzur herkesin tersine ona tüm yaşamı boyunca bir tedirginlik, huzursuzluk verdi. Bu nedenle içeridekilerin çıkışına kadar ki yarım saat ona yıllar yıllar geçmiş kadar uzun geldi. İçeridekileri uğurlayan Doktor olanca samimiyetiyle, güler yüzlü bir ifadeyle Murat’ı odaya buyur etti.

Kısa bir selamlaşma hâl hatır sorma faslından sonra Doktor Bey kayıt cihazını açarak hemen konuya girdi.

‘‘Memur Bey telefonda kısaca bahsetti ama biraz da senden duymak, konuyu derinlemesine açmak, varsa bir çözüm yoluna ulaşmak isterim.‘‘

‘‘Nereden başlasak ki?‘‘

‘‘Mesela bu birilerini öldürme fikri nasıl oluştu sizde?‘‘

Öldürmek iç güdüsü içimde yönetemediğim, engelleyemediğim faaliyetleri örgütlüyordu. Öldürmek bir oyun, bir zevk aracı sanki geçmişte kalmış bir acının intikamı gibiydi. Sürekli aklımda birilerini öldürme planları ile yaşıyordum. Bir canlının son yolculuğunda, an be an oluşan atmosferi izlemek, ölüme giden yolda, gözlerde beliren korkuya, çaresizliğe tanık olmak. Kadın, kız, çoluk çocuk, hayvan, hamile fâni olsun da gerisi fark etmez.

‘‘İlk kez mi uyandı bu istek içinizde?"

‘‘Hayır Doktor Bey, anladığım bu iş biraz uzun sürecek gibi. Bu nedenle hikâyeme taa başından başlayacağım. Dört beş yaşlarımda, nispeten komşu çocuklarına nazaran hareketli geçen çocukluğumda ilk öldürme etkinliğim, duvara yapıştırdığım elimle sıkıştırıp o canım bembeyaz duvarı kızıla boyamış kan lekeleriyle hâlâ zihnimdeki zavallı sivrisineklerdi. O çocuk halimle, zevkten içimde bir şeylerin titrediğini hissediyordum.‘‘

‘‘Murat Bey, bu anlattıklarınız herkesin başından geçmiş sıradan, sonrasında bir travma yaratmayacak olaylar; buradan biraz daha açılalım mı?‘‘

‘‘Hay hay doktor bey, devamı da var tabii ki. Ergenlik dönemi bilinçli öldürme deneyimlerimde kelebekler ve arılar rol almaktaydı. Temmuz sıcağında evin gölgeliklerine sığınan kelebekleri ve arıları ellerimle yakalar, bir kavanoza ya da yerde üzerini camla kapadığım bir çukura atardım. Arenada aslanların, boğa güreşçilerinin birbirlerini vahşice kan revan içinde bırakıp yaşamın son noktasına imza atışlarını seyreden halk gibi, heyecanlı macera filmi seyredercesine rakiplerin yavaş yavaş birbirlerini yok edişlerini seyredalardım.

Ardından nefessiz dermansız kalarak yaşamak için çırpınan, en sonunda çıkış olmadığını anladıklarındaki teslimiyet anlarına tanıklık, ölümü kabullenip bekleyişleri, bana sonradan seyredeceğim Baba filminden daha büyük zevkler verirdi.  Ha bir de unutmadan, renk renk kelebekleri yakalar, çırpınmasınlar diye toplu iğneyle bedenlerinden kutuya saplar, camdan seğirmelerini, renklerinin nefesleri ile eş zamanla yavaş yavaş solmalarını izlerken aldığım hazzı kelimelerle anlatamam.‘‘

‘‘Biraz daha ilerlesek bakalım neler çıkacak daha ?‘‘

‘‘Kediler, içimizdeki kötülüğü tatmin edecek, zarar verdiğimizde acı dolu tepkileriyle haz duyargalarımıza mutluluk sinyalleri iletecek en uysal varlıklardı. Mahallenin beni aratmayacak zıpır çocuklarıyla kuyruklarına teneke bağlamak ve sokağa salarak onların o mahçup halleriyle şaşkınca sağı solu tıngırdatarak gidişlerinden zevklenmek, ortak günahlarımızdandı. Kuyruklarını jiletle ya da bıyıklarını makasla kesmek, dengelerini test eden bilimsel deneylerimiz, sıra dışı oyunlarımızdandı.‘‘

‘Taşrada köpekler, ergenlik ruh halini yaşayan, utangaç hâlleriyle çevredeki kızlara yeterince ulaşamayan gençlerin ilk cinsel deneyimleri olmaya devam etmektemidir hâlâ? İlerleyen zamanlarda mahalledeki afacanlarla, köpeklerle başlattığımız serüvenimize eşekleri de ekledik. Ergenliği geride bırakıp yaşım biraz ilerlediğinde akşamları sundurma ışığında beliren bir kaç sivri avlama telaşında tüm aileyi yerinden hoplatan, bunları tutsa tutsa o tutar dedikleri kertenkelelerin kuyruklarını bırakıp kaçışlarını, gözden kayboluşlarını ölüme gidiş sanırdım da keyiflenirdim. Meğer ölmezler, kuyruklarını yaşam mücadelesine devam için tekrar üretirlermiş.‘‘

‘‘Kafanızdaki öldürme, insan öldürme düşüncesi nasıl oluştu?‘‘

‘’Ölüm aslında yeniden doğumdur.’’ lafını şimdi hatırlamıyorum ama ilkokulda bir hocamız mı, bir radyo proğramı sunucusu mu söylemişti, yoksa bir gazetede mi okumuştum? Bir canlıyı öbür tarafa göndermeyi, birazda bu felsefenin rahatlatıcı etkisiyle tutkuyla istiyordum. Ölecek canlı varlık bambaşka bir hayata, halk deyimiyle tahtalı köye yelken açacaktı.‘‘

‘‘Geçtiğimiz günlerde gittiğim Sinop’ta, güneşe karşı oturduğumuz kahvede çayımı yudumlarken, yan masadan bir amca kısık sesle ’’Şu gördüğün ihtiyar var ya, eski hapishane celladı. Gördüğün gibi iki büklüm yürüyor. Aldığı canların haddi hesabı yok. Bu güne kadar çoktan cehennemi boylamalıydı. Ancak canını zor teslim edeceğini düşündüğünden, ölümünü geciktiriyor. Azrail'le dost olduğunu söylüyor. Şehirde kimse onunla konuşmuyor, ölüm kapısını çalarsa diye." dedi. Sanki gözlerimden anlamıştı amatör cellatlık mesleğinde staj yapmak arzusundaki beni. Hayatımda kızgınlık, öç alma, intikam gibi duyguları doya doya tatmama rağmen ilk kez kıskançlık damarlarımda, beynimde vücut buluyordu. Yaşlı günahkârı bütün benliğimle kıskandım. Çekinmesem gidip tek tek boyunlarına ipi takıp, sandalyesine tekme attığı kurbanlarının son dakikalarını anlatmasını isteyecektim. Kimbilir, kulağına ne önemli mesajlar fısıldamışlar, paylaşılmaz ne gizlere sırdaş etmişlerdir bizim ihtiyarı. Uzun boyluların ölüm sürelerinin kısalara göre daha uzun olduğunu duymuştum. Acaba celladımızın böyle bir istatistiği var mıydı?‘‘

‘‘Ölü görmek değil ölüm dakikalarına şahitlikti isteğim. Gözlerdeki pişmanlığı, tövbeyi, yapamadıklarının hüznünü görmekti beni cezbeden. Sadece son bir kaç saniye.‘‘

‘‘Yavaş yavaş konuya giriyoruz gibi mi? Çocukluğunuzu gözünüzün önüne getirin, yaşadıklarınızdan ilk anda hatırladıklarınızı paylaşabilir misiniz?‘‘

‘‘Hay hay , Annem beni ve ablamı küçük bir kasabada doğurmuş. Babamın şoförlüğü ile evi çekip çevirdiği, çocukluğumdan silik fotoğraf kareleri gibi hatırladığım mutlu günler, çok ama çok gerilerde kaldı. Sokakta yürürken mutfakta pazar kahvaltılarını yapan minik aileleri gördükçe hala burnumun direği sızlar, hayıflanırım. Fotoğraflara geçmemiş bu kısa mutluluk anları, babamın uzak bir şehirden aile hasretiyle dinlenmeksizin dönerken, direksiyonda uyumasıyla son bulmuştu. O gün evden kaçmıştım. Mezarlıkta onun toprağa verilmesine dek ortalıkta görünmedim. Çok kısa bir süre sonra babamın bedenen geride bıraktığı bizi, annem ruhen, fiziken ve bedenen arkasına bile bakmadan yeni aşkına kaçarak terk etti. Ablam bebeklerine rol verdiği terapi oyunları ile travmasını kolayca halletti. Mutlu bir evlilikle kocasına, çocuklarına örnek bir ana oldu. Bense kadına o mutluluk duygusunu tattırmayı hiç düşünmedim.

Küçük kız çocuklarını taciz ettiğim ergenlik dönemimi saymazsak asıl hıncımı asker öncesi aldım. Ağıma düşürdüğüm genç kızların kadınlığa adım atışlarını, ilk beraberliklerini benimle yaşamaları umarım onları hayata küstürmemiştir.‘‘

‘‘Sonrasında işi ilerletip kocasız akşamlarında evli kadınlara evlerinde eşlik etmek, heyecanı doruklarda hissetmemi sağlar, ruhumu kıpır kıpır ederdi. Ölüm ensemde, çok maceradan kıl payı yırttım. Benim için kadınlar sadece işkence edilecek, yatılacak, üzülecek canlılardı. Onların ağlamalarından, gözyaşlarından, yalvarmalarından ruhuma merhemler yapardım.‘‘

‘‘Gelelim insan öldürme duygunuza ?‘‘

‘‘Şimdi bir insanı öldüremeyeceğime göre kararımı vermeliydim. Birini mutlaka öldürmeliyim ama kimi ? Acaba bir evsizle bir şişe şarap içip ardından onu mekanında yavaş yavaş öldürsem ve ölümünü mü izlesem? Ya da daha fazla kötülüklerle nereye kadar, diye kendi kendime sorsam mı?‘‘

‘‘Profesyonel insan ölümlerine yasal tanıklık etme mesleğinin Doktorluk olabileceğini düşündüm. Mesleğimi icra ederken bir taraftan da hazlarımı yerine getirecektim. Üniversite sınavlarında tercihlerim baştan sona tıp, puanımın yettiği ise ikinci tercihim Cerrahpaşa Tıp’tı. Okul stajlarının başlamasıyla, zorlu nöbetlerde bir çok hastanın son dakikalarını, bire bir gözlemlemek, yoğun bakım nöbetlerini meslek yaşamımın en zevkli anlarına çevirmekteydi. Ölümü kesinleşmiş, geri dönüşü olmayan kurulumuzun belirlediği kadın hastaların teslim oluşlarını son dakikasına kadar izlerdim. Meslek arkadaşlarımın ‘’mesleki titizlik’’ olarak nitelediği, kendi kendimi tatmini büyük hazlarla gerçekleştirirdim.‘‘

‘‘Okul bitişiyle sorumluluk ve kararlarımızın etkisi artarken uzmanlığımı kalp cerrahisinde yaptım. Gözlerden bir adım daha ileri, sıra kalbin son hâline tanıklıklara gelmişti. Nöbetlerimde kadın hastaların son dakikalarına, yavaş yavaş noktayı koyma amacıyla hava kanallarını bilinçle toplu iğne ile deliyor. Yaşadıklarını, gözlerindeki çaresizliği bire bir gözlemliyordum. Konuyu ilginç hale getirecek çeşitlendirme projelerine kafa yoruyordum. Yaş gruplarına göre tepkileri, yirmili, otuzlu yaşlarla, seksen ve üzeri yaşlarda grupluyordum. Ölüm yolunda teslimiyet, korku, endişe duygularına gözlerde, kalp atışlarına paralel şahitlik ediyor, ilginç verilere ulaşıyordum.‘‘

‘‘Deneyimlerimi evde raporluyor, istatistiksel sonuçlar çıkarıyordum. Tepkilerde inanılmaz benzerlikler vardı. Matematiğin güçlü sonuçlarıyla keyfimi arttırıyordum, kim bilir belki ilerde bu sonuçlardan güzel bir makale ya da roman çıkardı?"

‘‘Tamam da halen görevini yapan, önemli bir görevde yararlı bir meslektaşımızsınız, size güzel bir yol önersem ne dersiniz?"

‘‘Ne gibi Doktor Bey?.‘‘

‘‘Her hafta bu toplantımızı tekrarlamak ve bana içinizdekileri eksiksiz aktarmanız. Yaşadıklarınızı paylaştığınız sürece siz de kabuk yapmış yaraların yavaş yavaş söküldüğünü ve izlerini bırakmadan yok olup gittiklerini birlikte izlememiz. Ne dersiniz?‘‘

Murat bu toplantılara bir yıl devam etti ve içinde oluşan öldürme isteği yerini yaşatma mücadelesine dönüşen mesleğinde başarılı örnek bir doktor oldu.