SAYIKLAMALAR/Sezai SARIOĞLU

Âh, evet; "tüylerini tersine taradığımız" tarih haber göndermiş. Gönderir ya... "Geçmişi özlemiyor musun?" demiş. Der ya... "Bir görüp çıkacağım" diyorum geçmişe. Derim ya... Tarihin emri siyasetin kavliyle yağmuru unutmuş bir günde buluşuyoruz. Çok kapılı, hiç anahtarlı, misli ve isli bir geçmiş bu. Bir yolunu bulup girip çıkıyorum.

Sarılıyorum geçmişe... Geçmiş, bütün geçmişler ve her zamanki gibi beni anlamıyor. Benim kendisini anlamamı bekliyor. Ayrılırken gökçekimine tabi eli havada, yâr çekimine tabi kalbi karada kalıyor. Havada kalan yağmursuz elini tutmak istiyorum. Elim havada kalıyor... Âh, evet; yüzleşip vedalaşmak için tüm eller havaya, tüm yüzler aynaya. Âh, evet; yeterince düşünülmemiş olsa da, geçmişimiz güzel ve hâlâ hecelenip okunmayı bekliyor....

Geçmisimizi yolda yürürken görsek tanır mıyız? Ama daha da önemlisi geçmişimiz bizi yolda görse tanır mı? Geçmiş ile aramdan şiir sızmıyor. Lakin, kavramları, hatırlı hatıraları, sözcükleri sabitleyip bayatlatan "geçmişcilik" bana hariç. Ne zaman geçmiş, şimdi ve gelecek mevzuu açılsa, Edip Cansever’in "Ey! Geçmiş silindikçe silindikçe bugünle donanırsın/ Ey şimdi! Geçmişle süslenirsin sen de/ Ey zaman aralıkları zaman aralıkları/ Bilmem ki ne isterdiniz bir gidiş-dönüş biletine" dizeleri yardımıma koşar...

Âh, evet; mahsus selâm eder, geçmişi fırtınalı sözlerinden, şimdi'yi yağmurlu gözlerinden öperim...

(YARALAMA DEFTERİ dosyasından)