Kimsesiz/Oğuz KARTAL

     “Soğuk su bir lira, soğuk su bir lira, buz gibi sular, buz gibi.”

     “…”

     “Soğuk su alır mısın abla, buz gibi soğuk su, bir lira ablacım.”

     “…”

     “Abi su vereyim mi, soğuk su bir lira.”

     Hava otuz beş dereceydi. Nemden nefes almak imkansızdı. Meydanda su satan beyaz tenli çocuk piliç gibi kızarmıştı. Sabahtan beri hepi topu beş paket su satmıştı. Her pakette on iki adet su vardı. Cebindeki altmış liranın yirmi lirasını da sucuya verecekti.

     “Su vereyim mi abi, buz gibi su.”

     Adama küfreder gibi baktı. Adam çoktan arkasını dönmüştü, görmedi. Elindeki paketi de bitirdikten sonra yenisini almak için sucuya koşar adım yöneldi. Terden sırılsıklam olmuştu.

      Sucu Bekir elinde bir kâğıdı dükkânın camına asıyordu.

     “Kolay gelsin Bekir Abi.”

     “Sana da kardeşim.”

     “Hayırdır abi, motorcu işten mi çıktı.”

     “Sipariş götürdüğü müşteriyle tartışmış, müşteri bizi aradı, niye adama ters çıktın diyorum, beni azarlıyor pezevenk. Kovdum ben de.”

     “…”

     “Var mı tanıdığın motorcu, bahşişlerle birlikte aşağı yukarı yüz otuz lira para kazanır, yemek parası da veririm, akşama kadar motorun üstündesin ama daha yaz yeni başlıyor, çoğu bina asansörlü zaten, öyle çok merdiven de çıkmıyoruz; eskisi gibi değil yani anlayacağın.” Çocuk küçük bir hesap yaptı, akşama kadar meydanda boğaz patlatıp terden pişik olacağına motora çıkmak daha karlı geldi. Çekine çekine adama sordu:

     “Abi ben yapayım. Kaç zamandır tanıyorsun beni, nasıl çalıştığımı biliyorsun.”

     Sucu Bekir çocuğu tanıyordu, ne kadar çalışkan olduğunu da biliyordu ama yapabilir miydi, daha kaç yaşındaydı bu çocuk?

     “Ehliyetin var mı senin, hem kaç yaşındasın sen?”

     “On yedi abi, ehliyetim yok ama kullanmayı biliyorum, kursa da yazıldım zaten.”

     Hayatı boyunca hiç motor kullanmamıştı ama ne vardı sanki, sürenler nasıl sürüyordu, atla deve değildi ya. Biraz para kazandıktan sonra kursa yazılır, ehliyeti de alırdı.

     “Kaza bela olur, sağa sola çarparsan ne olacak?”

     “Hepsini ben üstlenirim abi, yevmiyemden kesersin.”

     “Motorla dağıtım dışında burada elim ayağım olacaksın, ben yokken sen işe sahip çıkacaksın.”

     Çocuğun yüzünde beliren neşe ve heyecan Bekir’in de keyfini yerine getirdi.

     “Sen ne dersen o abi.”

     Bekir cama astığı ilanı çıkarıp top haline getirdi. Elini çocuğa uzattı.

     “Hayırlı olsun. Allah utandırmasın.”

     “Sağ ol abi.”

     Bir sonraki gün sabah sekizde dükkânı Bekir’le beraber açtı, dip köşe ortalığı temizledi. Bir saat sonra kamyon dükkânın önüne yanaştı. Damacanaları ikişer ikişer sırtlayıp boş alana istifledi. Ellerini hissetmiyordu, vücudundaki tüm kaslar gerginleşmişti. Bekir’in ellerine dikkat kesildi bir an, adam yıllardır bu işi yapmaktan avuç içleri nasır tutmuştu. Kocaman büyük nasırlar. Birkaç ay içinde kendi elleri de böyle olacaktı. Durmadan dolu damacanaları indiriyor boş olanları yüklüyordu. Yarım saatin sonunda nefes almakta güçlük çekmeye başladı. Gözü kararır gibi oldu. Allahtan iş bitmişti. Ne zaman kahvaltı yapacaklarını sormaya çekiniyordu. Sabah sabah çok yorulmuştu, alışkın değildi ama ilk günden kendini göstermek istiyordu, bu yüzden patron ne derse onu yapmanın ve çok soru sormamanın en doğrusu olacağına karar verdi. Telefon çaldı.

     “Hadi bismillah günün ilk siparişi geldi.”

     “…”

     “Yedi damacana, Kalkandere derneğine, Füruz sokak 7/A. Biliyor musun nerde olduğunu?” Bilmiyorum anlamında başını salladı. Diğeri eliyle tarif etti, gideceği yer çok uzakta değildi. Damacanaları motorun yanına getirdi. Üç tane öne tarafa, üç tane de motorun arkasına bir ip bağlayarak dizdi. Motorun üstüne çıktığında yerdeki bir damacanayı da kucağına aldı. Anahtarı çevirdi, Bekir, uzaktan çocuğu izliyordu. Gaza biraz fazla basınca motor aniden hızlandı. Ani bir fren yapıp durdu. Bekir içerden çıkıp koşarak geldi. Çocuğu azarlamaya hazırlanıyordu.

     “Uzun zamandır kullanmıyordum, öğleden sonraya kadar alışırım.”

     Sesini çıkartmadı, yapacak bir şey yoktu, bu gaz, bu arka bu da ön fren diye tek tek yerlerini gösterdi.

     “Önemli olan denge, hız yapma, yavaş yavaş git gel.”

     Yavaş yavaş gidip geldi. Öğlene kadar ağzına bir lokma koymadan yedi sekiz sipariş attı. Özgüveni yerine gelmişti. Yolda tanıdıkları görünce korna çalıp yanlarından hızla geçiyordu. Her gittiği yerden de bahşiş aldı. Saat ikiye doğru iş hafifleyince yemek molası verdiler. Bekir kasadan beş lira uzattı:

     “Yarım saate burada ol.” dedi.

     Beş liraya ne yiyeceğim diye düşündü, sokağın ilerisindeki pilavcıya yürüdü, tavuk pilav altı lira yazıyordu camında. Çalıştığımızı da yemeğe mi vereceğiz, diye geçirdi içinden. Gözüne karşıdan gelen bir simitçi çarptı.

     “Simit ne kadar abi?”

     “Bir lira kardeşim.”

     Simitçiden iki tane simit aldı, dükkâna yöneldi. İçeri girdiğinde Bekir kendine bir buçuk bol acılı adana kebap söylemiş, sumaklı soğan katıp yaptığı dürümü mideye indirirken soğuk ayranından yudum alıyordu. Taş gibi simidi kemirirken sebilden doldurduğu soğuk suyu içti. Üç lira cebime kaldı, dedi kendi kendine. Karnını doyurduktan sonra bir on dakika kadar dinlenmeye fırsat buldu. Bekir’in dürtmesiyle uyandı, siparişler birikmişti. Motoruna yükledi, yola çıktı.

     Aksi gibi her sipariş apartmanların en üst katındaki dairelereydi. Merdivenleri çıktı, indi, tekrar çıktı, tekrar indi. Her müşteri karşılaştıkları bu yeni başlayan çocuğu takdir edip bahşiş veriyordu. Hesabına göre akşam alacağı yevmiyeyle birlikte bir günde kazandığı para meydanda su satıp kazandığının yaklaşık üç katı kadar olacaktı. Yorulduğuna değmişti, akşam oluyordu, bir saat sonra saat sekiz olacaktı ve paydos edecekleri.

     Son siparişleri teslim ettikten sonra dükkâna dönerken akşam trafiğine yakalandı. Araçların yanlarından geçip hızlı hızlı dükkâna varmak istiyordu. Bir anlık dalgınlıkla yandan çıkan aracı fark etmedi ve aracın sol çamurluğuna çarptı. Sürücü el frenini çekti, aşağı indi, karşısındakinin çocuk olduğunu fark edince azarlamaya başladı. Araya girenler oldu.

     “Polis çağırın.” dedi adam.

     Çocuğun rengi attı, durumu anlayan adam suçlu kendisi olmasına rağmen iyiden iyiye üstüne gitmeye başladı.

     “Babanı anneni kim varsa çağır bakalım, masrafımı kim ödeyecek.”

     “…”

     Çocuk olayın şokuyla ne yapacağını bilemedi, bir şeyler söyleyecek oldu, insanlar da toplanmıştı. Telefonunu çıkarttı, rehbere baktı, arayacak kimsesinin olmadığını kendisi de biliyordu.

     “Böyle piçleri sokağa sıçıyorlar sonra biz uğraşıyorum, a… çocuğu kim ödeyecek benim masrafımı?”

     Seyircilerden bazıları araya girdi:

     “Hemşerim dur sakin ol, bir sigara yak, sakinleş.”

     “Öderiz masrafını, ne küfrediyorsun.”

     Çocuğun sesi ağlamaklıydı.

     “Üstüne varma çocuğun, öyle büyütülecek bir hasar yok.” dedi adamın çocuğun üstüne yürüdüğünü fark eden birisi.

     “Ödeyeceksin tabi, keriz mi var karşında. Polis gelmedi mi?”

     “Ödeyeceksin tabi, keriz mi var karşında. Polis gelmedi mi?” Adam polis dedikçe çocuğun kalbi daha da hızlı atmaya başladı.

     “Tamam abi, ödeyeceğim, polisi karıştırmayalım.”

     “Ödeyeceksin tabi, git babanı, amcanı, abini kim varsa çağır, çoluk çocukla mı uğraşacağım.”

     “…”

     Bekir geç kalan çocuğu merak etti. Başına bir iş mi gelmişti? Çoluk çocuğa güvenip iş yaparsa olacağı buydu. Geldiğinde iyi bir azar işitecekti. Telefonlara da cevap vermiyordu. Bir yarım saat sonra yüzünün sol tarafı kızarmış bir şekilde içeri girdi çocuk. Tedirgindi.

     “Nerde kaldın?”

     “…”

     “İki saatte bir paket mi atılır, nereye takıldın?”

     “Trafik vardı da ufak bir kaza olmuş, adresi bulmakta da zorlandım.”

     Kaza yaptığını, adamdan yediği iki tokadı söyleyemedi. İnsanlar araya girmişti, çocuk fırsattan istifade kaçmıştı. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi dükkânın kepengini indirdiler. İlk iş gününü az hasarla tamamladığına sevinmişti.