Buram buram tüten sıcaktan kaçıp içeri daldı. Oh mis! Klimalar gürül gürül çalışıyor, ortalıkta tatlı bir serinlik. Danışmada gözü elindeki cep telefonunda bir kızcağız oturuyor.
- İyi günler, benim böyle böyle bir işim var, nereye gitmem gerekiyor acaba?
Danışman hanımefendi gözlerini telefonundan ayırmadan boşta kalan elinin işaret parmağına kızıl buklelerinden birini doladı.
-İkinci kat üç numaraya çıkacaksınız.
Tamam, kolay! İkinci kat, üç numaraya hemencecik çıktı. Uzunca bir kuyruk var. Olacak tabii, diye geçirdi içinden. Sabrını yüklenip gelmiş zaten. Sıra numarası falan alınmıyor burada, bekliyorsun. Ayakta bekledi. Sırası geldiğinde yanaştı bankoya:
-Benim böyle böyle bir işim var.
Görevli önündeki evraktan gözlerini ayırmadan elinin tersiyle alnındaki teri sıvazladı, karşı odaya girin, dedi.
Kolay, yakınmış.
Hemen girdi karşı odaya. Üç masa var, masaların başındaki çalışanların gözleri önlerindeki bilgisayar monitörlerinde, yüzleri yansıyan ışıkla maviye dönmüş.
-Beni karşı bankodan yolladılar, böyle böyle bir işim var. <
Gözler monitörlerden ayrılmadı, kimse de üstüne alınmadı.
Duymamış olabileceklerini düşünerek sesini yükseltti.
-Beni karşı bankodan yolladılar, böyle böyle bir işim vardı.
En yakın masadan gür bir ses geldi.
-Şu şu evrakınız var mı?
-Var, diye atladı hemen, buyurun.
Görevli aldı evrakı, şöyle bir göz attı, ama, dedi, bunun aslı gibidir’i lazım.
-Aslı gibidir?
-Evet, dedi görevli hiç yüzüne bakmadan. Evrakı geri uzattı.
-Şimdi arşive gidin, bu evrakın aslını sorun, bulununca da bunun üzerine aslı gibidir kaşesi vurdurun, tekrar bize gelin.
-Arşiv?
-İki kat aşağıda.
Koşarak indi. Penceresiz loş odadaki görevliye, benim, dedi, böyle böyle bir işim var.
Görevli yanlara taranmış seyrek saçlarının arasındaki sinek kaydı açıklığı kaşıdı. İsteksizce yerinden kalktı, evrakı aldı. Gelin benimle, dedi. Dar koridor boyunca yürüdü, tıklım tıklım klasörlerle dolu raflar boyunca ilerledi. Yıllara göre düzenlenmiş klasörler arasından birini çekti aldı. Tozlarını üfledi. Öksürdü. Sararmış sayfaları ağır ağır çevirdi. Bir evrak buldu ama emin olmak için göğüs cebinden çıkardığı gözlüğünü yine ağır ağır burnunun üzerine yerleştirdi. Bir elindeki orijinal evraka, bir de diğer elindeki fotokopiye baktı. Klasörü yerine koydu. Gelin benimle, dedi. Girişteki masanın üzerinden bir mühür aldı, fotokopinin üzerine vurdu. Buyurun deyip uzattı.
Fotokopinin vallahi billahi aslına uygunluğu böylece onaylanmış oldu.
Elindeki evrakla tekrar bankonun karşısındaki üç masalı odaya çıktı. Onu aşağıya yollayan görevliye yaklaştı, buyurun, dedi, onaylattım.
Görevli gözlerini monitörden ayırmadan evrakı aldı. Bir süre ekrandaki işiyle ilgilendi, sonra evraka bir göz attı, tekrar monitöre baktı, bir evraka bir ekrana bakarak klavyede iki tık tık yaptı. Evrakın üzerine bir numara yazdı, geri uzattı.
-Şimdi beşinci kat sekiz numaraya çıkın, bilgilerinizi bilgisayara girsinler.
-Siz girmediniz mi?
- Ben kayıt numarası verdim, dedi görevli ters bir sesle, bilgi girişinizi yukarıda yapacaklar.
Bu sefer asansör kullandı. Dile kolay, beşinci kat. Buldu sekiz numarayı, kuyruk daha uzun. Bekleyecek, ne yapacak.
Bekledi.
Sırası geldiğinde, benim, dedi, böyle böyle bir işim var.
Görevli aldı onaylı evrakı, önündeki monitöre bakarak bu sefer üç tık tık yaptı.
-Tamam.
Ne tamam?
-Bilgilerinizi girdim. Şimdi on yedi numaraya gidip çıktı alacaksınız.
- Siz veremiyor musunuz?
Görevli, anlamakta güçlük çeken birine anlatır gibi, on yedi numaraya gidip çıktı alacaksınız, dedi.
Neyse ki on yedi numara aynı katta. Gitti hemen. Benim, dedi, böyle böyle bir işim var. Tabii, dedi tombul görevli tatlı bir sesle, ama önce vezneye inip ödeme yapacaksınız. Niçin E çıktı ücreti. Vezne nerede? Hemen bir kat aşağıda.
Hemen bir kat aşağıya indi. Neyse ki birden fazla vezne var, çok beklemedi. Yanaştı bir tanesine. Benim dedi, böyle böyle bir işim var. Şu kadar ödeyeceksiniz, dedi vezneci gözünü ekrandan ayırmadan. A çok değilmiş, ödeyiverdi. Aldı makbuzunu, tekrar çıktı yukarıya.
Tatlı sesli tombul görevlinin başı bu sefer kalabalık. Başka birine aynı şeyleri baştan anlatmaktansa beklemeyi tercih etti. Hem sesi de tatlı. Ortalık az biraz sakinleyince hemen yanına koştu. Buyurun, dedi, makbuzu uzattı, ödemeyi yaptım.
-Tamaaaam, dedi görevli tatlı ve tombul sesiyle, buyurun çıktılarınız, üç adet, birini giriş katındaki dört numaraya, birini dördüncü kattaki altı numaraya vereceksiniz, biri de bende kalacak.
İlk defa şaka mı yapıyorlar acaba diye düşündü.
-Sonra ne yapacağım?
-Onlar sizi yönlendirirler.
Koşarak indi giriş katına. A ne güzel, dört numarada sıra yok. Hemen verdi evrakı, sonra çıktı dördüncü kata. Bu sefer bekledi.
Sırası gelince evrakı verdi. Şimdi, dedi, ne yapacağım?
-Hımmm, dedi, görevli sizin ne vardı?
- Evrakta yazmıyor mu, benim böyle böyle bir işim var.
-Hımmm, dedi görevli, çenesini kaşıdı, dört numaraya da evrak bıraktınız mı?
-Bıraktım, oradan geliyorum.
-Hımmm, vezneye ödeme yaptınız mı?
-Yapmasam bu evrakları nasıl alacağım yahu?
-O zamaaaaan, dedi görevli, sekizinci kata çıkacaksınız, yirmi bir numaraya.
Kesin kamera şakası yapıyorlar bana, diye düşündü bu sefer, sonra seyredip seyredip hep birlikte gülecekler.
Çaresiz çıktı sekizinci kata, ne yapsın.
Oo bu sefer fena kuyruk var ama sıra numarası alınıyor, itiş kakış olmadan efendi efendi oturarak bekleyebiliyorsun. Aldı numarasını, kendisinden önce yirmi bir kişi var. Oturacak yer de buldu. Okunacak kitabı da var yanında. Sıkıntı yok diye geçirdi içinden, okur okur beklerim.
Gömdü burnunu kitabına, katlar arası dolaşmanın yorgunluğunu atıyor bir yandan. Ama o da nesi! Birden bankonun arkasındaki tüm çalışanlar yerlerinden kalkıp aşağıya inmeye başladılar. Allah Allah! dedi kendi kendine, öğle tatili mi başladı acaba?
Saatine baktı, e daha yarım saat var. Ne oluyor diye seslendi uzaklaşan bir görevliye. Cenazemiz var, diye cevap verdi adam, öğle namazına yetiştirecekler, helallik almaya buraya getirdiler.
-Allah rahmet eylesin de niye hepiniz birden gidiyorsunuz? Burası bir iş yeri ve siz mesai saatindesiniz, bazılarınız kalsaydı da işlemlere devam etseydi, bakın bunca insan bekleşiyor.
Duyan olmadı. Olduysa da oralı olan olmadı.
Hep beraber beklediler, beklediler.
Sonra çalışanlar geri döndüler. Manevi bir huzurla ağır ağır işlemlere devam etmeye başladılar ki o da nesi! Yine yerlerinden aynı anda kalkıp bir yerlere gittiler. Bu sefer biliyor nereye gittiklerini. Öğlen arası oldu, yemek yemeleri lazım.
Mola bitince mecbur dönüldü. Karınlar tok, sırtlar pek, dışarısı sıcak, ortam klimalı. Bazılarının ellerinde bir bardak demli çay, ince belli bardaklarda. Hafif rehavet de çökmüş. Ağır ağır işe koyuldular.
Bekledi, bekledi.
Nihayet sıra numarası tabelada yandı. Bankoya doğru ilerlerken numara kâğıdını çöpe attı, nasıl olsa karışıklık olmaz, diye düşündü. Karışıklık olmadı ama görevlinin kâğıdı soracağı tuttu. İşte orada kendini kaybetti.
-Çöpe attım, atmayın dediniz mi, demediniz, hani bir yerlerde sıra numaralarınızı çöpe atmayın diye uyarı tabelası var mı, yok, ne yapacaksınız hem kâğıdı, bu numarada bir ben geldiğime göre ben benim.
Dedi, galiba, tam da hatırlayamıyor.
İlk defa bir görevli başını kaldırıp yüzüne baktı. Tamam dedi, neydi sizin işiniz? Aynı şeyleri onlarca defa anlatmış olmanın bıkkınlığıyla ve gittikçe yükselen bir sesle, benim, dedi, böyle böyle bir işim var, bunlar da sıra numaralı, imzalı, mühürlü, kaşeli, onaylı evraklarım.
Görevli aldı evrakları, okudu, inceledi. Bir mühür daha vurdu, bir imza attı, bir nüsha ona verdi, bir nüsha sağ taraftaki evrak yığının üzerine ayırdı.
-Tamamdır, dedi.
-Ne tamamdır?
-İki ay sonra size posta yoluyla cevap gelecek.
-Bitti mi yani?
-Şimdilik bitti.
İnanamadı. Daha fazla sormadı.
Attı kendisini asansöre, indi aşağıya, koşarak çıktı dışarı. Daha da artmış sıcak yüzüne tokat gibi çarptı, fark etmedi.
İki ay bekleyecekmiş, bekler canım. İki ay dediğin nedir ki?
*Bu metin daha önce "Öykü Gazetesi"nde yayımlanmıştır.