Güne Bakan Mine/Erinç BÜYÜKAŞIK

Mehmet’in aklına Mine’yi yine iskeleye yakın çorbacıya götürmek gelmişti kapıdan çıkar çıkmaz. Başka bir esnaf lokantası bilmezdi zaten. Çorbanın hası orda abla , hele de kelle paçası.. Sirkeyle ne biçim hem de. . Bu adam her kelle paça dediğinde Mine’nin midesi kalkıyordu. Yusuf yusuf  olmuştu  yine Mehmet tekme tokat müşteriye giriştiğinde. Deli bozuk işte! Nasıl da pişman yediği boka şimdi.. Utangaç bir gülümseme belirdi yine yüzünde, pırıl pırıl bir gülüşü var sahiden bu oğlanın. 

Ketumluğu tutmuştu yine, konuşası yoktu Mehmet'in pavyondaki son vukuatlara dair anlaşılan. Zaten ağzı var dili yok cinsinden oğlanın Cemal'e bir türlü ses çıkaramadığını bilirdi. Varsa yoksa sızlanıyordu yanındayken.

Güneş doğdu doğacak.  Sabahın köründe yine kelle paça yiyecek bu oğlan. Ne sağlam mide var bunda diye geçirdi içinden. Bir şey yiyesi de yoktu sahiden. En iyisi mercimekle geçiştirmekti.

Garın tepesindeki kızıllık Mine’nin yüzündeki pembeliği belirginleştirdi. Çıkarken makyajını alelacele silmişti. Yaşını belli etmiyorsun abla. Kim iddia edebilir senin kırkını geçirdiğini diye yılıştı yine. Mine'nin hayli alımlı, işveli olduğunu düşünürdü zaten. Kadının gamzesi belirdi yine her zamanki gibi.

Bodur meşelerin, o görkemli gürgenlerin arasından doğan güneşi anımsadı yeniden. Uzak bir geçmişten bir selam gibiydi bu anı. O ilkbahar cümbüşünde usul usul esen rüzgar gibi sabahın serinliği. Askılı minisini çekiştirdi sandalyeye yerleştiğinde. Ufuktaki kızıllık çoktan cenazesini kaldırdığını sandığı o çocuksu sevinci diriltti bir an. Minarelerin arkasından doğuyor gün yine, eve gidip uyumalı artık. 

Hoş oğlan da kuyruk gibi takılır oldu peşine kaç gündür. Koltukta sızmaktan başka bir hayrı da yok, bir iki sevişmişlerdi de hemen uyuya kalmıştı, horlaya horlaya hem de. Bir başına izlemişti belgeseli. Sevmiyordu öyle belgesel falan zaten, aklım ermiyor böyle şeylere abla deyip duruyordu. Güzel oğlandı da saftı biraz. Hemşerim diye Cemal her pis işini yaptırıyordu zavallıya. Samyeli vurmuş mayıs çirozu çocuğu ayak işlerinde kullanıyordu besbelli. Valla abla kol çalışıyorum öyle çiroz göründüğüme aldanma. Aylardır boksa gidiyorum. Yumruğum iyidir hem de diye havaya bir iki yumruk attı. Görmüştü oğlanın yumruk gücünü kadına asılan müşterinin suratında gece gece.

"Üç kuruşa talim et oğlum sen. Zevzeksin zevzek, sesini çıkartmazsan her bir haltı yaptırır bu herif sana. Bu puşt için kodese gitmeye değmez.  Rutubetli bekar odalarında çürümekse niyetin senin bileceğin iş. Polislerle sen cebelleşirsin o değil, diye terslemişti Mehmet’i. Neymiş mekanda içmesine izin veriyormuş, ara ara ayarı kaçırsa da zararı yokmuş oğlanın. Cemil aklınca kolluyordu zavallıyı. Kendisine benzetecekti besbelli. Topalla gezen aksamak öğrenir sonuçta."  Su katılmış votkayı fondip yapıp dört beş kadehten sonra o dellendi yine, araya girmese gebertecekti zavallıyı. Gözü dönmüştü yumruklarken. Cemil de kulağını çekti oğlanın. Kapının önüne koymakla tehdit edip duruyordu zaten. Atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz oğlum. Hemşehrin diye adamın mekanında deliliklerine göz yummaz o puşt, diye kızmıştı kapıdan çıkarken. Aklınca kolluyordu Mine’yi. Valla abla üç kuruşa bu eziyete senin için katlanıyorum diye söyleniyordu bir yandan çorbayı iştahla içerken. Dostluk, yarenlik edecekse tamam da kocacılığa da kalkmasındı bu çocuk.

“Abla be senin şu straplez elbise var ya hani kırmızı olan.. Sahne aldığında yine onu mu giysen?”

“Kuzum sana ne, ne giyeceğimden. Her haltıma da karışır oldun. Pezom olmaya mı niyetlendin yoksa?”

 Mine, Mehmet’in suratı iyice ekşiyince bir an oğlanın gönlünü yapmaya niyetlendi. Geceden beri tersleyip duruyordu oğlanı zaten.

“Gullüm yapıyoruz oğlum. Hemen surat asma bakayım. Deri görünümlüsü de iyi duruyor üstümde. Biraz kilo aldım  son günlerde ama balık etli seviyor bizim müşteriler malum.”

Mekânda şişe açtırdığı herifin onu dert ablası bellemesinden iyice bezmişti. Puştun karısıyla sorunu varsa psikoloğa gitseydi ya. Öyle mini etekli, seksi bir psikolog bulmak o kadar kolay değildi muhakkak. Benim de deli doktoruna gitme zamanım yakın diye düşündü. Kasabadaki eşraftan Nihat'tı galiba iki gece önce mekana gelen. Eli ayağı buz kesilmişti herifi görünce.

“Kesin ispiyonlayacak kasabadakilere beni. Bir maraz çıkarmaz umarım hacı babam. Yıllar sonra kapıma damlamasın hacı baba diye az dua etmiyorum. Yukardakiyle aramız pek iyi değil ama olsun. Gençken pavyonlardan çıkmamış, sonra imâna gelmiş her nasılsa. Cemal'e de tembih ettim  mekâna sokmasınlar diye. Dün gece  Ayetel kürsiyi iki defa okudum vallaha bir maraz çıkmasın diye."

“Korkma abla, Cemil abi de kollar seni. Ben varken de bir şeycik olmaz sana.”

“Neyse bırakalım can sıkıcı mevzuları. Gece uyku tutmayınca belgesel izlemeye sardım biliyorsun . Dün gece sen sızdığında televizyonda bir programa denk geldim. Bir zamanlar Avrupa’da millet doğduğunda ve ancak meftâ olduğunda yıkanırmış sadece. Şimdi değil canım. Herifler zırt pırt duş alıp parfümü ardından sıkıyorlar artık. "

Mehmet'in yüzünde anlamsız bir ifade belirdi. Besbelli anlamamıştı bu hikâyenin ne zaman vuku bulduğunu. Oğlanın şaşkınlığını giderme gereği duydu. Bu avalağa birkaç defa anlatmak gerekiyordu zaten.

"Yüzlerce yıl önce olmuş canım benim. Ortaçağ dedikleri bir zamanda. Şimdi sen bunu da bilmezsin besbelli. Yeni hikâye değil yani. Kötü koktukları için de çiçek kokuları taşırlarmış yanlarında. Öyle doğmuş parfüm denen kurtarıcı iksir. Sen de sık sık teke gibi kokuyorsun malûm. O geldi aklıma gece gece. Alsana bir erkek parfümü kendine. Valla ben hediye edeceğim sonunda. Sahi yıkandın mı dün senin bekar odanda. Sıcak su akmıyor diyordun hani. Vallaha şofbenin elektrik parasını keseceğim senden haberin ola. Odada sıcak su yok diye yol yapıyorsun bana gelmek için. Sana hep kapım açık o ayrı mesele. Asma yüzünü öyle dedim diye. .”

Davetkâr bir tınıyla söyledi bunu. Sakı kokmuş gibi kokuyordu oğlan sahiden. Kuyruk muyruktu da hayli hayli şeytan tüyü vardı bu oğlanda muhakkak. Ağzına kira istiyordu yine. Sus pus masaya yerleştiğinden beri. Çorbanın dibini yalayacak utanmasa. İyice anlamıştı, başından atası yoktu oğlanı. Abla aşağı abla yukarı. Yarın bir gün o paralı müşterilere de dalaşırdı bu. Bilmez mi bu aval oğlan oruspunun yemini y…ğı görene kadarmış. Yarın dımdızlak kalır böyle kocacılık yapmaya kalkarsa.”

Kahveyle ela arasında gezinen gözlerine baktı Mehmet’in. Kirli sakal yakışıyordu bu çocuğa sahiden. Yatakta da iş görüyordu hani. Bir de erkenden uyuyup sızmasaydı…

Bangır bangır müzik sesleri yükseldi sokağa bakan bir iki mekandan. “Cemal özel müşterilerle mekân dışında görüştürmeye niyetli bizim kızları son günlerde. İyiden iyiye deyyusu ekrem olup çıktı puşt. Bu Mehmet da ergen romantizmiyle beni kollayacak aklınca.” Hala kapanmamış demek köşedeki pavyon. Gözünün önünde gecenin yarısı pavyona damlayan müdavim müşterisi canlandı. Masada aynı şarkıyı üst üste söyletmişti kadına. Koca parmakları Mine’nin perma saçlarında geziniyordu. Bacaklarını elleyip duruyordu şarkıya eşlik ederken. Mekanda mı düzecen, ulu orta milletin önünde, sikine sahip çık diye iyice dibine düşünce terslemişti herifi.

Mine’nin sesi detone çıktı şarkının devamında. Müslüm Baba mezarında ters dönmüştür muhakkak diye eğlendi kendisiyle masadayken. Müşterisi resmen küfelik olmuştu yine. Yine de sanatçının hası görüyordu kadını. Sırf onun için geliyordu mekâna zırt pırt zaten. Mehmet de buna katlanamıyordu muhakkak. Bir köşeye sinip nasıl da kıskanarak, öldürürcesine bakıyordu herife.

“Yine getirdin beni buraya ama hakkın var, mercimek çorbası iyi geldi. Ben okulu dışardan bitiren konsomatrislerdenim biliyorsun, eğitimli assolistiz anlayacağın. Merve entel zilli diye takılıyor durmadan bana. Valla severim öyle yeni, ekzantrik şeyler öğrenmeyi. İnsan her gün yeni bir şey öğrenmeli malûm. Bu konsomasyon kelimesi var ya Frenkçeden geliyormuş. İçki tükettiren demekmiş.”

“Vallaha bilmiyordum abla. Senden korkulur, her bir haltı da biliyorsun.”

Utangaç yılışmasını eğlenceli buldu oğlanın. Asılmanın da adabını biliyordu velet. Ahmet uyumuş olmalı diye düşündü. Komşusu Hanife bakacağına söz vermişti çocuğa. Anası evde yokken de televizyonda çizgi film izleyip oyalanıyordu akıllı oğlu aslında. Babası yıllar önce kaçıp gidince oğlanla dımdızlak ortada kalmasın diye Cemal mekâna sokmuştu kadını. Müşterilerle mekândan sonra görüşmek de nereden çıkmıştı. İki beste bir güfte, bir iki güzel lafla müdavimi bir iki müşteriyi memnun ediyordu hayli hayli. Neyse sonra dert etmeli bunu diye geçirdi içinden. Oğlan okuldan nefret ediyor diye üzülüyordu  bir süredir. Neymiş çocuk huysuzluk ediyormuş sınıfta. Sınıftakiler illallah ediyormuş hocasının dediğine göre. Öyle huysuz, dik başlı bir şey değildi ki benim oğlan. Mehmet abisi de sevmişti Ahmet’i. Çocuk, hocasından hazzetmemişti dönem başından beri. Nemrut herifin tekiydi hocası oğlanın dediğine göre.

Gözlerinin iyice feri kaçtı son günlerde, uykusuzluktandı muhakkak. Gözaltındaki morluğu kremle kapatmanın nafile çaba olduğunu düşünüyordu. Sağ gözünün altındaki damar ne zamandır seğirtip duruyordu. Gözleri şişmişti yine. Suratı boya badana yapmasak boku yiyeceğiz desene diye geçirdi içinden. Kart karı deseler ne olacak, bitli baklanın kör alıcı olur diyordu kendisiyle eğlenerek. 

Mehmet, kendine haksızlık etme abla, bir içim su sayılırsın yaşına göre diye övgüler düzse de yaşı kırkı geçmişti sonuçta. SGK’si olan bir iş bulsaydı emeklilik için gün sayardı muhakkak. Çay poşeti, salatalık iyi geliyormuş göz altı morlukları için. Melek önerdi geçen gece. Yaş kırkı geçti be yavrum, kilolarca salatalık olsa ne işe yarar diye terslemişti kadını.

“Mekân dedikodu kazanı olup çıktı. Melek’i şikayet etmiş işe yeni giren zilliler. Özbek kızlara daha az para veriyormuş Cemal. Belli ki kovmaya niyetlendi bir ikisini. İki kuruş az verip o zavallıları müşterilere meze yapacak anlaşılan. Husumet çıkmış kızlarla arasında hatta. Versay’daki dedikoducu kontesler gibi bizim kızlar. Arsenikle zehirlemedikleri kaldı bizi.”

“Versay da neresi abla?”

“Neyse uzun uzun izah ettirme şimdi. Bana geldiğinde benimle belgesel izlesen öğrenirdin. Hiçbir şey okumuyorsun oğlum sen. Gazetelere bak bari.  Ben açıktan bitirdim okulu biliyorsun. Sen kaça kadar okumuştun sahi?”

Ağzını bıçak açmadı Mehmet’in. İlkokul dese kesin dalgasını geçerdi Mine. Okuma yazmayı öğrenmişti bir şekilde. Allameyi cihan olsa ne olacaktı ki.

“Çay içsek mi abla?”

Mine’nin tadı kaçmıştı yine. Dalıp gitmişti uzaklara. Kasabadakileri düşünüyordu muhakkak. O çorak topraklarda kayboldu  bir an.

Oğlandan haberi vardı anasının. Torun diye bağrına mı basacaktı bunca yıl sonra? Yine de yerini bilmesini istemezdi hacı babanın. Kasabanın mefruşatçısı koca şehirde bula bula çalıştığı pavyonu mu bulmuştu eğlenmek için. Dünya bir köy misali diye geçirdi içinden. Maraz çıkmaz umarım bu işten diye geçirdi içinden. Tadı yoktu ne zamandır bu hikâyeden dolayı. Belgeselde izlediği maymunlar bir yaşına kadar anne sütüyle beslerlermiş yavrularını. Sonra doğaya bırakırlarmış kendi başlarına beslensinler diye. Anasının o primatlardan farkı olmadığını düşündü geçmişi düşününce.

“Ferdi’nin şarkısını istediler masadan. İki kez aynı şeyi okuttular bana. Yok yok o kundura satıcısı besbelli yanık bana. Gözünü aval aval dikip izliyor sahnede her geldiğinde. En ön masadan rezerve ediyor masayı bir de.”

Mine içten içe hoşnuttu Mehmet’i kızdırmaktan. Yine kıpkırmızı kesilmişti suratı. Katlanamıyordu bu yılışık müşterilere. Mine bu oğlanın kıskançlığından keyif alıyordu aslında. Yüzünü asıp küsmüş çocuk gibi baktı kadına. Çıtır bir bodigard bulmuşum bu yaşta diye geçirdi içinden. Kime niyet kime kısmet. Bu yağız, esmer delikanlının az koşmadılar peşinden mekândaki kızlar. Oğlan bitiyor bana muhakkak diye düşündü bir an. Avanak, olgun kadınlardan hoşlanıyordu belli ki.

“Abla birkaç saat uyursun en azından. Bence daha oturmayalım. Bugün çalışmıyorsun değil mi?”

“Kalkarız birazdan. Kavşaktan bir taksi yakalarız istersen. Şu masasında oturduğum göt göbek bağlamış herif var ya Kapalıçarşı’da kuyumcuymuş. Nasıl düştün buralara diye soruverdi fol yok yumurta yokken. Ben de uydurdum dramatik bir hikâye. Yeşilçam filmleri halt eder yanında. Bir acıdı bir acıdı bana. Karısıyla aylardır düzüşmüyormuş. Öyle senin gibi bir içim su değil diye yılıştı bir de bana. Bacağıma dokundu da ittim elimle iti.”

“O herif pisliğin teki be abla. Yan mekândan da atmışlar geçen. İçmeyi de bilmiyor puşt.”

“Valla o zibidi bir yolunu bulur damlar yine. Gösteriyorum ama vermiyorum diye de kızıyor bana zaten. Adama kirlettiği testiden su içirirlermiş. Atsalar da ağlar, sızlanır, yalvarır döner kürkçü dükkanına. Güya herif karıyı boşayıp servetini bana bırakacakmış. Öyle yüksek sesle güldüm ki adam anladı haybeye kürek çektiğini. Neyse boşver bunları. Hadi kalkalım.”

Taksiye bindiklerinde gün çoktan doğmuştu. Denizden esen lodosun çıplak omzuna tatlı dokunuşu iyi gelmişti. Haydarpaşa bugün daha güzel göründü Mine’ye. Hele de gün doğumlarında Bağaz’ı seyretmek gibisi yoktu hani. Göz göze geldi genç taksi şoförüyle. Rimeli mi akmıştı yoksa. Telefon ekranından yokladı yüzünü. Yüzündeki yorgunluk alametlerine ilençle baktı. Yaşlanıyorsun işte. Elden ayaktan düşünce bu oğlan sana yüz verir mi sanki.

Bu saatte yol açık olur, on dakikada evdeyiz, diye seslendi Mehmet’e. Mehmet yine dalıp gitmiş. Apartman görevlisi yine çöpleri vaktinde almaz. Gün ortasında uykudan uyandırır zır zır kapıyı çalarak. Televizyonu açmalı eve varınca. Oğlan uyumuştur çoktan. Bu saatte anasını beklememeyi öğrendi.“Belki uzay belgeseli vardır. Bu arada hepimiz aslında yıldız tozuymuşuz belgeseldeki sunucuya göre. Hani o zenci oyuncu var ya. O sunuyor programı.” Bir türlü akıl erdiremiyordu bu yıldız tozu hikayesine. Belki bir gün anlardı adamın ne kastettiğini. ”

“O belgesellerdeki gibi hocalar da bizim zamanımızda gezegenlerden, uzaydan falan bahsetselerdi valla astronot olurdum… Neyse neye niyet neye kısmet...”

“Valla haklısın abla.”

Aracın içinde sessizlik çoğul bir sese döndü yol boyunca.