Göç/Ebru Zeynep DİŞİAÇIK

Beklenen kar düşmemişti o gece. Oysaki yağsaydı, beyaza bürünseydi toprak, bir nebze de olsa temizlenecekti her yer.

İçinden dışına taşan sesli düşünceler ruhunu tokatlarcasına dökülüyordu Asya’nın dilinden. Ne takılıyordu, ne de gergin bir mızrak gibi saplanıp kalıyordu. Özgürdü, rahattı ve bir çırpıda çıkıyordu. Tıpkı yağması beklenen beyaz karın saflığı gibi.

Televizyonun sesini biraz daha açtı. Belki bir son dakika haberi ile bu bekleyiş taçlanırdı.

Gökyüzüne uzattı bakışlarını. Bir dilek dilemek istiyordu göğün ortasına yerleşen ama asla ve asla görünmeyen ak sakallı dededen. Çocukluğundan bu yana kulaklarına dolan anlatı bu ise, neden isteğini yapmasındı. Kimi zaman bir yıldızın peşine takılıp kayması da istenirdi. Masallar gibi. Tarla gibiydi zihni. Bir ordan bir burdan, bir sağdan bir soldan.

Uyuyup uyanası vardı. Karın düşmesine olan özlem hiç bu denli vurucu olmamıştı.

Beyaz örtü tüm yeryüzünü temizliyor ve sessizliğe büründürüyordu. Hâl böyleyken insanoğlu da içine içine akıyordu.

Televizyonun sesini biraz daha açtı Asya.

Yılın ilk karı düşmüştü toprağa.

Pencereye çevirdi bakışlarını. Kar taneleri usul usul düşüyordu. Gülümsedi Asya, kıvrıldı pencerenin önündeki koltuğa.

“Kar taneleri birbirlerine asla değmeden düşerler toprağa,” diye okumuştu bir kitap sayfasında.

O an kocaman basamaklı bir merdiveni dayadı beyaz bulutlara. Daldı gitti ufuklara.

Kar, ince bir tabaka kalinde örtmüştü toprağı.

İçerden koca ihtiyarın sesi duyuldu. Ellerini çırparak bağırıyordu.

“Kar yağıyor! Kar yağıyor! Kardan adam yapalım. Boynuna atkı saralım. Kardan adam yapalım. Burnuna havuç takalım.”

Asya, koltuktan kalkarak koca ihtiyarın yanına gitti. Heybetli gövdesinin altında yaşayan küçük bir çocuktu babası. Bir zamanların demir ustası Osman’ı...

Küçülmüştü. Ruhu bir kar tanesi kadar beyaz ve saftı. Asya gülümsedi babasına. Paltosunu giydirdi, beresini, atkısını ve eldivenlerini taktı. Birlikte dışarı çıktılar ve kollarını iki yanlarına açarak gökyüzüne baktılar.  Karı karşılamak müthiş bir şeydi. Nasıl da düşüyordu kar taneleri!

Asya, uzun uzun baktı babasına. Yerlerde yuvarlanan halini seyretti doyasıya. Uçuş uçuş olan zihni, beyaz örtü ile hem hal olmuştu sanki. Beyaza çalardı zihin bir anda, beyazlaşırdı ruh çocukluğunun tadını çıkarırcasına.

Saatler sonra eve girdiklerinde televizyon açıktı. Bir son dakika haberi ekranın tam ortasındaydı.

Fırtına diyordu, her şeyin allak bullak olacağından bahsediyordu. Asya babasını yatırdı, üzerini örttü. Çocukça bir gülüş peydah olmuştu yüzünde. Gözlerini kapadı, tatlı bir uykuya daldı.

Televizyon o gece hiç kapatılmadı, son dakika haberleri ekrandan ayrılmadı. Kar tipiye döndü, sabah ezanı ile birlikte iri iri düştü toprağa. Beyaz örtü iyiden iyiye kaplamıştı toprağı, sokağı ve tüm alanları. Kara saplanan adımlar bileği geçmişti. Yürümek zorlaşmıştı.

Babasının odasına giren Asya bir anda dondu kaldı. Babasının başı sağa düşmüştü. Kulağını babasının dudaklarına dayadı. Nefes almıyordu. Yüzüne yerleşen tebessüm mutlu gidişini resmediyordu.

Asya, babasına veda etmeye hazırdı. Terliklerini kapı önüne çıkardığında düşen kar tanelerini kucaklarcasına uzattı kollarını yukarıya. Beyaza bulanmış bir zihin, beyaz kar taneleriyle birlikte çıkmıştı dünyadan uzak yolculuğuna.

Kar günlerce kalkmadı toprağın üzerinden. Televizyon hiç kapanmadı. Kapı eşiğinde duran terliklerin üzeri kar ile kaplandı.

Akışkan hayat hep bir son dakika haberi duymaya gönülden hazırdı.

“Son dakika! Gökyüzünde göç başladı. Sıcak diyarlara!...”