İçindeki korku dağlarına bir süredir uğramıyordu neyse ki. Van Gölü’ne bakmıyordu o dağlar; ferah, insanın içini okşatan rüzgardan da mahrum yerler oralar. Aslında korkuları gölün kıyıcığındaki Pervari’de türedi yeniden. Köyün erkeklerini toplayıp herbirini azarlıyordu komutan. Tüfeğin dipçiğini hissetti sırtında. Sınırdan geçerken mayınlardan birine basıp ölen zavallı Baran’ın hesabını sormak haddine miydi köydekilerin. O dağlar tekinsizdi haylice.. Dükkânın içinde yine koşturmacayla geçti gün. Ahmet abi höykürüyor diye ıssızca söylendi. Oğlum hamburgerleri zamanında götürsene masalara, müşteriler homurdanıyor baksana.
Ağır aksak yürüyordu iki günden beri. Kırık, çıkık yok çok şükür, biraz şişmiş sağ ayağı. O maçta kaleye top atacağım diye inat etmeseydi ya. Hasan, altın golü atacağım diye sakatladın kendini zevzek herif diye alay etmişti sonrasında. Kasada kümelenmiş bir ikisi heyheylenerek ödediler hesabı. Yarım saattir bekliyorlarmış yemeği, sigara üstüne sigara tellendirdiler beklerken. Topallayarak da servis yapmak akılişi değildi muhakkak. Ahmet abi bir iki gün evde dinlen demedi, nah der puşt, diye küfretti ürkerek. Küçük harflerle çıktı sözcükleri. Koca gövdesiyle ürkütücü o müşteri de eliyle işaret etmişti onu. Birkaç saat sonra bitecekti mesaisi neyse ki. Dengbejin yükselen sesi uyandı zihninde. Bilûrun sesi Cemil abinin sesini takip ediyordu, ova bomboş, ıssız, tek tük ağaçlar. Dedenin mezarı burada, köy sular altında kalacak, o da…Taşımalı mezarı başka yere. Ölüm yazgıydı zaten onun için. Babası gideli de üç yıl oldu. Mayına basmasaydı... Bilûrun sesi yükseldi yeniden.
Dengbej’in ağıdı yakarışı karlı tepelere dek gitti sanki. Toz bulutunda yitip gitti babası da…Ürperdi bir an. Bir zamanlar tek göz oda evde kar kış kıyamette, hele de sobadaki odun sönüverdiğinde anasının sözü gelirdi aklına.
“Uyuyanın üstüne kar yağarmış evlat.” Minderlerin içine gömdüğü başını kaldırırdı da üşüdüğünü unuttuğunu söylerdi kadına yılışıkça. Arada hele bir iki bira içtiyse köydeki Mehmet’le. Çoğu kez sızar kalırdı sedirde zaten küfelik eve getirdiklerinde.
Oyalanma, daldın yine, diye seslendi Ahmet abisi. Bulaşıklar da birikmiş mutfakta. Duvardaki Mardin kalesine baktı o sırada. Tamam abi bir çizburger, patates yanında zero kola olacak. Patates büyük boy mu abi? Aklı bulanmıştı yine, Mardin’in sırtlarında bekleyen bir ufak oğlandı sanki. Hani o kıpkızıl vadiye deniz derdi amcası, dayısı. Kupkuru, kızıl deniz…Diyadin, Hamur, ver elini Doğubeyazıt. İş yok abi, kaçakçılık da riskli bugünlerde, işin başındaki Seyyid abi yol vermişti oan zaten. Anası boşa demezdi, dombuldayan ben oldum, dorum sahibi sen oldun diye. Tütün işinde pay etmemişti o kadar kazancı. Dağın tepelerindeki kar hala erimemiş.
Dükkândaki bir iki müşteri çalan pop şarkısına kulak vermiş, gecenin bir yarısı açlıkla hamburgerlerine saldırdı ağızlarını koca koca açıp. Ketçap mı mayonoz mi? Dükkana giren müşterinin ayakta duramayacak kadar bitkin düşmüş olduğunu fark etti. Koca koca iki sırt çantasını oturduğu masanan köşesine yerleştirdi. Gülümsedi Arjin’e. Teklifsiz bir konuşma başladı aralarında. Abi kola mı gazoz mu? Mardinli misin sahi abi sen, vallaha benziyorsun bizim oralara, demek İzmirlisin. İnciraltı, Bornova’yı bilirim. Araba kiralamıştım da iki yıl önce Çeşme’ye bile gittim. Şimdi bir günlük araba kiralasan beş bin lira. Mıhlanıp kaldık burada, bu aylıkla, bahşişle nar giderim bir yere.
Yere bastıkça ağrıyordu ayak tabanı. Acısı yüzüne yerleşti iyice. Ara ara yokluyordu bahçedeki İzmirli müşteriyi. Sessiz ve kısa yanıtlarla başından savdı sanki demin. Hasan abi yine öfkeli, tabakhaneye bok yetiştiriyoruz sanki. Yine de Allah adamı bir adamdı, yersiz yutsuz bırakmamıştı bu gayya kuyusu şehirde. Gece yarısı olmuş çoktan. Alı al moru mor oldu saatlerdir çalışmaktan. Atın yüğrükse bin de kaç derdi amcası köy barajın kıyıcığına yerleştiğinde. Elli kilometre ötede…İstanbul’a vardın sonunda, iyi halt ettin. Dükkanın dışında zil zurna bir ikisi bağrışıyordu yine. Kelle paça için birader, ancak o paklar sizi diye eğlendi Hasan abi dışarıdakilere seslenip.
Yol nereye abi, İzmir’e mi, yok yok dönmüş oradan. Abi severim İzmirlileri, iyi arkadaşlarım oldu orada, arada Vanlıyım deyince yargılarlarcasınaydı bakışları. Olsun, iyi, has adamlardı. Çay getireyim mi, acelen var demek. Yine gel abi. Severim Narlıdere, Balçova taraflarını. Ali abi vardı Kemeraltı’nın girişinde, dönerci dükkanı vardı. Üç dört ay çalışmıştım yanında. Dükkânın arkasındaki odaya yatak bile atmıştı benim için. İyi adamdır Ali abi, senden iyi olmasın. Ahmet abisi seslendi kasadan. Müşterilerle bu kadar da senli benli olunmazdı, bu oğlandan çekeceği vardı, askerlik arkadaşı Mehmet amcanın hatırı olmasa…
“Yine gel abi, bir çayımızı iç.”
Sırt çantalarını iki tarafına yerleştirip sokak lambalarının zar zor aydınlattığı sokağa ulaştığında Arjin’in limandaki gemilere bakakaldığını düşündü. Belki onu bir yerlere götürecek bir gemiyi uyur uyanık düşlüyordu. Koca bir transitteydi belki de şu an. Bir ağıdı mırıldanıyordu geminin kıç kısmında.
“Derdan heland hinav û dil,
diaxivin kul û birîn.
Janê daye dilê bi kul,
ji ber daxan dikim qêrîn,”*
*Dertler tüketti bağrımı, yüreğimi,
dile geldi yara berelerim.
Sızı vurmuş yaralı yüreğime.
Dağlanmışım, acılardan haykırırım.