BODUR/Erinç BÜYÜKAŞIK

Bir köşede içine gömülmüş bir ıssızlık halindeydi çocuk. On üç yaşında bu travmayla yüzleşmesi mümkün değil, yine de iyi görünüyor. Bir deri bir kemik kalmış. Bir yıldır o odaya hapis esir hayatı yaşamış zavallı dedi sosyal güvenlik görevlisi Leyla Hanım. Teyzesi istifçinin tekiymiş üstelik. Eve girdiklerinde kesif, ağır çöp kokusunun arasında zar zor adım atabiliyordu görevliler. Bir deri bir kemik, ıpıssız bir oğlan çekyatın içinde büzülmüş korkuyla baktı gelen yabancılara.

Kapıyı kırarak açtılar. Teyzeyi tutukladılar, annesi salya sümük karakolun kapısına dayanmış. “Valla teyzesi alıkoydu oğlanı. Kaç defa yalvardım kadına ver oğlumu diye.” Çatılarda eğleşen kuşlar bile şaşkınlıkla izliyordu evin içinde olup biteni. Polisler burunlarını kapatıp odalar arasında mekik dokurcasına çöp dağlarını aşmaya çalışırken buldular oğlanı. İki büklüm kadın evdeki çöpler üzerine soruları cevaplamamıştı bir türlü. Apartmandakiler kokuyu fark etmedi mi bir yıldır. Kimse o evin kapısını çalmadı besbelli.

Annesi…Salya sümük, dövünerek ağlıyordu sürekli. “Yok valla istedim. Vermedi oğlanı bana. Bakamazmışım bir başıma dedi. Tek göz odada bakamazmışım bir başına diye hapsetti Mehmet’i.”

Oğlanın sağlığı ortanın iyisi dedi sosyal hizmetlerdeki Leyla. Bodur kalmış çocuk doğru düzgün beslenmemekten. Bir yıldır tutsakmış da odada. Bir deri bir kemik. Teyzesine göre annesi kaçırmasın diye oğlan kilitlemiş kapıyı. Biraz daha geç gelse görevliler… Ölürdü diyemedi o sırada Leyla Hanım. Annesi ayrı bir hikâye. Bu ikisine çocuk nasıl emanet etmişlerdi yıllardır. Çocuğu çocuk esirgeme yurduna göndermek bir halta yarar mı diye geçirdi içinden. Karakoldakiler şaşkınlıkla dinliyordu anneyi. Tek göz odada elektrik, su olmadan yaşıyormuş anne kaç aydır. Teyzenin odasında çöp poşetlerinin içinde mahkeme evraklarına rastgeldi genç polis. Çocuk üç yıldır okula gönderilmiyormuş demek ki. Bodur kalmış velet açlıktan.

Bir ıssız gölge gibi bakıyordu Mehmet çevresindekilere. Belli belirsiz gülümsedi. Bir hayat belirtisi bu gülümseme. İncecik parmaklarıyla meyve suyu kutusunu sıkı sıkı tuttu, çevresindeki polislerin sorularını başını onaylayarak yanıtlayabildi ilkin. Sözcükler tek tük çıkıyordu ağzından. Simiti zar zor yiyebildi. Yemek yemeyi unutmuş bu çocuk, kimi vakalarda oluyor böyle şeyler, diye düşündü Leyla Hanım. Susmayı yeğliyor çoğu kez. Ürküyordu besbelli. Karakoldakileri ne kadar tekin buldu bu çocuk kestiremedi bir türlü. Tedirgin, ürkek ürkek baktı odadakilere. Ara ara duvardaki boşlukta yitip gitti bakışları. Mehmet’in zihninde sorular gezindi o sırada.

“Yurda götürseler aç açıkta olmayacak mıydı. Oradaki ablalar odaya hapseder miydi onu? Kapıyı ben kitlemedim yemin ederim.”

Çatılardaki martılarla konuştuğu olurdu odada bir başınayken. Onlar gibi gaklamaya çalışmıştı hatta oyun olsun diye. Çatıda kiremitler üzerinde bir kovalamaca oyununa bile dahil olmuştu yarım yamalak uykularının birinde. Bir kuş olsa kanatları da olurdu muhakkak. Çatılarda özgürce dolaşır, bulutların üstünde özgürce kanatlandığını hayal etti hatta.

Uykudan her uyandığında kan ter içinde kalkıyordu. Kesif ter kokusu yayılmış odaya. Teyzesi saçını tutup soğuk su dökmüştü kafasından aşağı geçen de. Upuzun saçları, yeğenimin kız gibi saçları var. Hep bir kızım olsun zaten, diye geçirirdi kadın içinden. İnatla yemiyordu oğlan, ben iki öğün tabağını koyardım kapı eşiğine. Anası alsa açlıktan çoktan gebermişti valla. Söylediklerine inanıyordu kadın karakolda. Ne kadar vefalı bir teyze olduğu söylevleri çekiyordu sürekli. Anasına kalsa o tek göz odada sersefildi oğlancık. Bir kere kendisi gitmek istememişti okula. Oldum olası huysuzdu yeğeni, ağzını bıçak açmazdı. Anası bile illallah ederdi veletten. Farelerle oynadığı da olurdu oğlanın. Hem de kocaman sıçanla. Teyzesi eve kedi almak istemişti fareler türedi diye. On üçünde hâla yatağa işiyor bir de. Sürekli yıkamak zorunda mıydı çarşafı. Valla katlanılır velet değil benim yeğen diye söyleniyordu o sırada. Leyla Hanım öfkesini bastırmaya çalıştı kadını dinlerken.

Her teyze yaşlı mı olur abla, deyiverdi bir an. Sanki her an inme inecekmiş gibi yürüyor teyzem. Leyla Hanım soruya anlam veremese de kadının iki büklüm, sağlıksız, çökmüş gövdesini fark ettiğinde erken yaşlanan ellilerinde Hatice’nin ağır aksak yürüyerek karakola girdiğini  hatırladı. 65 doğumluymuş kadın, seksenlerinde gösteriyor. Çok seviyormuş yeğenini, kılına zarar gelsin istemezmiş. Devlet baba gibi kimsesizlerin kimsesiymiş anlattığına göre. Yurda göndermeyin oğlanı, valla yaşayamaz orada. Akranları ezer veledi. Zaten yurtta çete gibi tepesinde dikilir, öldüresiye döverler büyük oğlanlar. Çıtkırıldım bir şey zaten. Valla kendisi kilitledi odasını. Geceleri annesinin onu öldüreceğinden korkar, ağlama krizlerine girerdi. Babası kaç yıldır cezaevinde ablam. Sübyan garip güreba sayılır anlayacağın. Anasından babasından korktuğundan besbelli her gece işerdi yatağına. Sonra köşesine çekilir ağlardı valla. Rüzgar estiğinde odadaki sidik kokusu dağılırdı ancak. Her gün çarşaf, yastık mı yıkanır memur bey. Valla yurtta kalsa büyük abileri öldürürdü bu zavallıyı. İncecik, cıpcılız bir şey zaten. Dokunsam kemikleri kırılır derdim zahir. Bir zamanlar hemşireydim, sonra erkenden emekli ettiler kafadan kontak diye. Anası daha delidir valla. Hem de zır deli. Bu oğlan anası bellerdi beni. Anası çıkıp geldiğinde ona gitmek de istemedi memur bey. Anası belledi beni besbelli. Kızarmış tavuk istedim geçen o yabancı isimli lokantadan. Çocuk bu, belki bunu yer dedim de. Kutudakilere dokunmadı vefasız velet. Bunu da yaz oraya, Mehmet ne zaman canı bir şey çekse dışardan isterdim evdekileri yemiyor diye. Anası kışkırtmıştır muhakkak yine oğlanı benim hakkımda kötü söz söylüyorsa.

Ben hiç evlenmedim ablacım. Sen sosyal hizmetlerden misin. Hiç erkek eli değmedi elime. İki yıl oldu buraya taşınalı. Bu oğlanın anası zillinin tekiydi, mahalledeki oğlanlarla gezerdi genç kızken. Babamın dayakları fayda etmezdi hani. O pezevenk babasıyla istemeden everdiler kardeşimi. Sonra… bir başına kaldı bizimki. Kardeşim dedim, kıyamadım, oğlana da… Vallaha billaha…Ben yıllarca hemşireydim hastanede, çocukların Sevim ablasıydım hep. Anası… Oğlana da bakamaz vallaha billaha, vermeyin kadına bu sübyanı. Hakime zırlar yine kapatır veledi tek göz odaya.

Kıpkırmızı ojesi, permenatlı saçlar, juliyet küpelerimle bir zamanlar ne afet kadındım memur bey. Mahalledeki genç oğlanlar bana meylederlerdi de yüz vermezdim hiçbirine. Bu kokona kardeşim gibi zillinin teki olmadım hiç. Hayat ağzıma sıçtı, sonrasında böyle erkenden çöküverdim anlayacağın. Babamın biriciğiydim evde. Toz kondurmazdı bana. Hayıflanıyordu bunları söylerken. Oğlum gibi sevdim bu çocuğu. Anası analık yapmayınca ortada bırakmadım Mehmet’i hem de.

Karakoldaki nöbetçi memur tutanaktaki ifadeleri gözden geçirdi. Çocuğu Leyla Hanım götürecek yurda. Önce sağlık muayenesi. Ortanın iyisi ruh hali oğlanın. Sus pus bir köşede. Beni o abilerin yanına mı götüreceksin abla. Geçen yıl da gitmiştim o yurda. Zor katlandım yeminle. Belki bu sefer dövmezler beni. Devlet baba sever beni değil mi yurtta. Okula gönderir mi devlet baba peki. Simiti çoktan bitirmişti Mehmet. Pencereden gelen rüzgar tenine dokunduğunda gözleri gökyüzündeki martılara takıldı. Gürültücü, çığırtkandı yine herbiri. Burası en üst kat mı, çatılar görünüyor. Teyzemden de görürdüm çatıları. Martılar uçardı. Gak gak seslenirlerdi bana. Hep bir kanadım olsun istedim biliyor musum Leyla Abla. Uçardım çatıların üstünde böylece. O çöp karıştıran martılardan olmazdım vallaha.

Teyzem saçlarımı çeke çeke yıkadı beni soğuk suyla Leyla abla. Ne zamandı hatırlamıyorum. Hep bir kızım olsun isterdim diye kesmezdi saçlarımı. O nedenle böyle upuzun. Kokuyor muyum abla sahiden. Kafam öyle çok kaşınıyor ki. Teyzem saçlarımı çekerken acıtıyor üstelik.