Bir Kaymakamın Karısının Kaybolan Ayakkabısı/Gülru Öztunç

Geçitsiz yollardır düşündükleri kahvehanede akşama kadar vakit öldürenlerin. Bir açılıp bir kapanan çoğu zaman hiç açılamayan yollardır en önemlisi. Radyodaki öğle ajansı başladı mıydı demli çayların karıştırılması durur aniden. Öksürükler, homurdanmalar kesilir. Anlatır suretsiz bir ses memleket havadislerini. Olağandır bir haber olmaması buralardan. Başladığı gibi biter ajans. Sonra her şey eski haline döner. Eski biçimini kuşanır. Radyo bir türkü tutturur cızırtılı, derinden. Kaşıklar daha sesli vurur çayın demine. Eli iyi gelmeyen biri söver de söver. Çıngıraklı kapı açılır kapanır. Dehlizlerde sürer gider hayat bu mevsimde. Bir kapıdan öteki kapıya uzanır ancak adımlar. Ancak dehlizlerin ucunda dokunur hayatlar birbirine. Evlerden pek öyle çıkılmaz. İşi olanlar işlerine gider. Kaymakamlık ve okul ve hepitopu üç beştir dükkanların. Manifaturacı her zaman açmaz mesela. Şişi yünü biten haber salar da anca o zaman. Berber bir de öte berici Hasan sabah ilk iş besmeleyle... Daracıktır dehlizler, karşıdan biri gelse sıkışır da anca geçersin. Samimidir öte yandan. Değer dokunursun. Durur iki kelam edersin. Ve bir şey düşünmezsin dehlizden geçip giderken. Sadece yolun sonunu. Gideceğin yeri. Oradan çıkabilmeyi. Varabilmeyi.

Gece öyle hızlı gelir ki, henüz anlayamadan koca bir günü karanlık sarıverir adamın iliğini kemiğini. Camlardaki buğular sızmaya kalmadan daha incecik donar. Perdeler çekilir. Sarıdır tavanlardan sarkan süssüz ampuller. Soluktur ışıkları hep. Sofralar kurulur odaların ortalarına. Sofra bezleri tertemiz serilir. Siniler parlaktır. Kalaylıdır her daim. Tarhana çorbaları kaşıklanır soğuktan kaçarcasına. Turşu küplerine daldırılan çatlamış eller acı acı yanar. Gece öyle hızlı gelir ki akşamüstleri yitip gider. Döşekler serilir sobanın sıcağına. Yüklüklerden çıkarılan lavanta kokulu yün yorganlar atılır renk renk. Halvet olunur o yorganların altında çocuklar duymasın diye sessiz, nefes nefese. Sıva boyalı tavanlara bakılır uyku tutmazsa. Gözyaşları silinir kenarlarına. Bir çocuk kapının arkasındaki korkunç gölgeden saklanır. Sevdalısına kavuşacağı günü hayal edip durur bir genç kızın yeniyetme yüreği. Nefesler camlara mühürlenir gidilmeyen yollar, düşünülmeyen yarınlar gibi. Sobalar söner bir bir odalarda tan ağarmaya yakın. Uykuya yenik düşer yorgun bedenler. En soğuk saatlerdir işte o saatler. Dona keser her yan. Soğuktan dili tutulur sokakların, konuşmaz olur gökyüzü. Çıt çıkmaz hiçbir köşeden. Gölgeler solar ağır ağır. Titreşir odalar, atlas yorganlar sarım sarım sarılır. Uzaklardan uluyan canavarlar bile susar. Dağların elleri sislere uzanır uyanırken hep bir ağızdan kar yüklü dallar. Önce güçsüzdür ilk ışıkları hayatın. Ne yöne gideceğini bilemez. Yalpalar, oraya buraya savurur kendini. Sararmaya başlar sonra dağların beyaz ardı. Yükseldikçe aydınlanır kapılar. Pencere pervazları sararır. Kar yüklü damlar sonra. Göğe vardığında aydınlık yine de ısıtmaya gücü bir türlü yetmez. Camlardaki buzlar bir türlü erimez. Sıcacık yataklardan çıkmak istemez kimse.

Sabah oldu mu alır bir telaş. Kaymakamın elbisesi temiz olmalıdır. Çizmeler boyalı durmalı kapının yanında. Kızlar uyanınca koyar yufka ekmekleri sobanın üstüne. Odacı Nazım her gün uğrar.

-Hanımım, bir isteğin var mıdır?

Nazım'ın suratına bakar öylece. Şu dehlizleri yıksan hele, yollarımı açsan. Ve biraz toprak getirip koysan avucuma...

-Hakimin hanımına haber et. Çaya gelecekmiş kızlarla dersin.

Ekim'in yirmi dokuzuydu geldiklerinde. O gün başlamıştı ya kar daha da dinmemişti sanki. Şimdiyse kasaba mıydı yoksa beyaz tabut muydu bilinmez. Kışın ortası. Yollar çoktan kapandı. Ne gelen var dışarılardan ne de gidebilen. Geceler uzun. Öyle bir uzun ki hem de... Ör ör bitmiyor. Ne yana dönse korkuyla yüz yüze gelir. Çıkamaz yorganın altından bir türlü. Kurtulamaz ağırlıktan. Ay bazı geceler doğuyor. Bazıysa hiç. Toprağa hasret çocuklar. Evcilikler odaların köşelerinde. Tornetler merdiven altlarında toz tuttu çoktan. Daha şimdiden unutuldu toprağın kokusu. Görüp göreceği Hakimin hanımı, Nazım'ın kırmızı suratı. Canavardır kurtlar geceleri. Sürüyle gezerler aç bilâç. Gözleri birer ateşböceği. Ama şu işi nasıl etmeli. Hakimin hanımına gidip soracak bugün. Utansa da sıkılsa da soracak... Bir yolu vardır elbet. O bilir muhakkak. Bilmeli hem. Onca zamandır buradalarmış. Bir de Nazım Efendi. Ama ona nasıl sorsun? Nasıl desin?

Kızlar dışarı çıkmaktan korkar oldular. Büyüğü, köpek bizi yer mi anne? diyor hep. Geçen de Hakimin hanımına gitmişlerdi gezme olsun diye. Kızların ikisinde de kırmızı paltolar. Tam evin kapısına yaklaşmışken koca çoban köpeği karşılarında. Boynunda çivili kurt tasması. İki kat büyümüştü sanki. Devleşmişti hayvan. Aynı dehlizde karşı karşıya. Gidecek yer yok. Kızlar başlayınca bağırmaya köpek huysuzlanıyor iyice. Ayağında ayakkabılar. Yokmuş zahir kaymakamın karısının çizmesi. Ayağını sallıyor hırlayan hayvana. Sallıyor ki korksun da kaçsın. Çaresiz. Kızları arkasına saklamaya uğraşıyor bir yandan. Bir yandan ağızlarını kapıyor sımsıkı. Saldıracak belli. Kaçacak yer yok. Ayakkabısının biri ayağından çıkıp uçup gidiyor. Gözden kayboluyor havada. Nazım arkadan yetişmese ne olurdu kim bilir? Ayakkabısı gitti ama. Nazımın paçalarını epey tarazlamış köpek. Isırmamış mübarek. Kırmızı paltolara yaptı hanımım. Dellenmiş birden hayvan, demişti Nazım. Başkaca bir sebep yoktur. Korkmayasın. Yine de Allah korudu.

Hakimin hanımı çörek yapmış. Çayı da demlemiş. Ama sokakları tutmuş bu bok kokusu. Eve girince dayanılmaz oluyor her nedense. Bu bok kokusu yoksa..

Odanın ortasındaki korlanmış sobanın üstünde koca bir kazan cızırdamaya başlamış yeni. Hakimin hanımı utançtan yerlerin dibinde. Bir koşu alıyor kazanı. Hazır erimişlerken döküp de geleyim, diyor. Sen hele geç otur. Nefesi kesilmiş geldiğinde. Bir öksürük yapışıyor boğazına. Bir yudum su içiyor. Sürahinin üstünde duran mavi el bezini özenle koyuyor kenara. Susuyor uzunca. Susuyorlar bakamadan gözlerine. Bok kazanı, diyor sonra. Bütün kış kaynar sobaların üstünde. Kazanlarda biriktiririz. Kaskatı donar. Giderler buz. Öyle bulmuşlar çaresini. Eridi miydi kolay. Kokusuna da alışıyor insan bir zaman sonra...

Kesif bir bok kokusu. Başka bir adı yok bu kokunun. İnsan dışkısı mı demeli yoksa? Evler dolusu, sokaklar dolusu. Kimse umursamıyor sanki. Olağan. Hep varmış gibi. Kapalı yollar gibi. Kanıksanmış. Ne yapsan gitmiyor, burnunun ucuna takılmış gibi. Bu koku buralarda çiçek kokusu sanki. Kışın zemherisinde sadece bu topraklarda açan. Eve dönerken seviniyor. Karların üstündeki ayakkabısı geliyor aklına. Tezinden bir bok kazanı uydurmalı, diyor...