Ah O Şarkılar!/Yücel KARTAL

Buz gibi bir hava... Akşamın geç saatleri... Boğaz’dan gelen sert rüzgâr açıktaki yüzleri, kulakları ısırarak yalıyor. Böyledir İstanbul'un soğuğu. Bilen bilir. İnsanın içine içine işler. Kuru ayaza benzemez. Denizden esen poyraz sıkı giyinsen de insanın ciğerlerini deler adeta.

Peş peşe sıralanan otobüs duraklarında son otobüsleri bekleyen üçerli dörderli gruplar... Kimi elliksiz ellerini hohlayarak ısıtmaya çalışıyor, kimi sevgilisiyle soğuk bir İstanbul akşamında bir durakta sarmaş dolaş olmanın keyfini çıkarıyor. Kiminin mesaisi yeni bitmiş, bir an önce kendini sıcacık yuvasındaki yorganın altına atmanın hayalini kuruyor. Kimi geceye henüz başlıyor, hafta sonunda geleceğe birkaç anı bırakma arzusu içinde...

Ortadaki durakta bir taraftan çevremdeki insanları gözlüyor bir taraftan da birkaç saattir içmediğim sigaraların eksiğini kapatmaya çalışıyorum. Yarım saate yakın zamandır beklediğim durakta kim var, kim yok hafızama kaydediyorum. Otobüs ha geldi ha gelecek derken birinci durağın önünde eski püskü bir pikap duruyor. Camı beş on santim kadar açarken bir hayli zorlanan genç bayan, camın küçük aralığından sesini duyurmaya çalışıyor: “Kadıköy’e giden varsa gelebilir, arka taraf müsait!” İlk durağı geçip benim önüme geliyorlar. Soğuktan tir tir titrediğimden olsa gerek düşünmeden atlıyorum arka koltuğa. Bindikten sonra aklıma geliyor. "Yaa sen bu iki gence güvenip nasıl bindin bu arabaya? Ya başına bir iş gelirse?.." Hava çok soğuk, başka çarem mi var sanki! Otobüs belki bir yarım saat daha gelmez. Bir sonraki durağın önünde kız tekrar sesleniyor. Allah vere de bir kişi daha binse, diyorum içimden. Durağın dibinde birbirine sarılmış iki genç, kendilerine seslenildiğinden habersiz birbirlerini öpüp koklamaya devam ediyor. Neyse ki durağın sonunda sonradan üniversite öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim uzun boylu, iri yarı, gür sakallı başka bir genç; pikabın arka tarafında yanıma oturuyor. Rahatlıyorum. Sol tarafa doğru kayarken hem elime hem de ayağıma bir sürü şey takılıyor. Ayaklarıma takılanların boş kola kutusu, elime takılanların ise yine boş sigara paketleri, ezilmiş su şişeleri olduğunu anlıyorum. Çöpler, arabanın içindeki küf kokusunun nedeni olmasa da sahibinin elinde bakımsızlıktan ölmek üzere olan yük hayvanları geliyor aklıma. Şeyhi'nin Harnamesi... Evet evet... Bu kamyonet tam da o fabldaki gibi bir deri bir kemik kalmış zavallı eşeği anımsatıyor bana.

Kamyonetin içi karanlık... Yüzler pek seçilmiyor. Bir hayli kilolu olduğundan -yüzünü de göremediğimden olsa gerek- otuzunu geçmiş olduğunu tahmin ettiğim şoförün “Sigara içerseniz küllük vereyim.” diyerek arka tarafa dönmesiyle otuzunda yok diyorum içimden. Yanında oturan bayanın kafasında, tavşan kulaklı bir bere... Üstünde sunî deriden janjanlı, parlak siyah bir mont... Elindeki cep telefonunu portatif hoparlöre bağlamış. Kenar semtlerden Kadıköy’e eğlenmeye gittikleri kesin. Çocuk, babasının kendi işinde kullandığı pikapla kız arkadaşına güzel bir gece geçirtmek istiyor galiba diye düşünüyorum. Genç, istek yapıyor; kız internetten şarkıyı bulup sesi açıyor. Biraz gevşiyorum. Gençlik bu olsa gerek diye geçiriyorum içimden. Gençlerin sesi, portatif hoparlörden yayılan müziği bastırıyor. Tüm şarkıları birlikte ezbere söylüyorlar.

Unutmak öyle kolay mı sandın

Kolaysa söyle hemen unuturum

Bir gün daha dayanmak zor

Yarın da sonum belli değil

Şarkıları ilk defa duyuyorum. Hepsini aynı şarkıcı söylüyor. “Sözleri Müslüm’ün şarkılarına benziyor ama müzik acayip ritimli.” diyorum.


Yarın da güneş doğacak

Ama bende battı çoktan masal gibi

Kördüğüm bu halim

Çözülmez bin defa da yaksam…

Gence soruyorum. Kim bu şarkıcı? Adını söylüyor. Arkasından beni onaylarcasına anlatıyor. “Evet, Abi... Yeni nesil Müslüm... Ama tek farkla... Bu şarkılar modern RAP! Sen bi de barda bangır bangır dinlesen, kendinden geçersin, inan! “Tabii tabii!” diyorum inanmadan. Ben daha RAP denen müziği kavrayamadan bir de moderni çıkmış, iyi mi?

İster istemez kendi gençliğime uzanıyorum. Eski şarkılar, böyle basit değildi. Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç? diye başlayan şarkı... Ne güzel hayıflanıyordu güftekâr, geçmiş günlerdeki yanlışlarını "gönül"e sorarken? Ya da sevgilisine "Zeytin Gözlüm" diye sesleniyordu bir başka şarkıda başka bir söz yazarı... Ve devamında aşkı icat edene sitemini ne hoş anlatıyordu: Bu sevmenin kabahati kimdedir?

Biz yine şanslıymışız. Bizden önceki kuşak da bizden daha şanslıymış tabii! Babamın keyifli anlarında söylediği, onun kuşağının şarkılarını daha çok beğenirim oldum olası. Onlar kendi hâllerine ağlarken kimseye şikâyet etmemiş, istikbaline bakarken mücrim gibi titremişti. Şimdi bu sözler kuyumcu titizliğiyle işlenmiş birer değerli taş değil mi? Gençlerin bu zevkten mahrum yetişmesine de hayıflandım ister istemez.

Bir iki sohbetten sonra gençlerin zararsız olduğuna kânaat getiriyorum. Biraz daha rahatlıyorum. Onlar da benden hazzetmiş olmalı ki oğlan, kızın kucağındaki siyah poşetten bir tane bira aldı eline. Arkasından bizi ikna etmeyi de unutmadı. “Abi, İnan bu daha ilk biram; geceye yeni başlıyoruz, sarhoş sanmayın sakın!" Tam rahatladım derken biralar çıkıyor ortaya. Ne diyeyim? Otobanda "Beni indir!" diyecek hâlim yok ya! “ Afiyet olsun, hakkındır.” dedim. Kız hemen “Fazla biramız var, isterseniz size de verebilirim.” demez mi? Daha neler? Yanımdaki uzun boylu gencin sesi zaten az çıkıyor, bütün soruları ben cevaplıyorum. Teşekkür ederek bira teklifini reddettim. Bi taraftan yolu kontrol ediyor, bi taraftan hâlâ düşünüyorum. Biralar ortaya çıkınca en baştaki kuruntularım tekrar depreşiyor, hem de fazlasıyla... Neyse ki doğru güzergâhta ilerliyoruz, Kadıköy’e çok az kaldı.

Genç,  anlatmaya devam ediyor. Abi iki gün sonra benim doğum günüm, biz bu akşamdan kutlamaya başladık. Kız devam etti: “Üç gün boyunca kutlayacağız, değil mi Kanka?” "Kanka mi, siz sevgili değil miydiniz?" demiyorum tabii. Şaşkınlığımı kendime bırakıp "Kutlayın, kutlayın; gençlikte her şey güzel, kıymetini bilin!” diyorum. Başka bir şey söyleme şansım var mı? Bi bira da kız açtı. Oğlan, kızdan bi şarkı daha istedi. Yine aynı şarkıcı...

Düşer аklımа bomboş gidişlerin

Bilemem mаnаsını hüzünlerin