ÇORAK ÜLKE/Berrin Yelkenbiçer

     “…her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya!”

                                                                                               KAVAFİS

Karşıma oturduğunda önce gözlerini kaçırdı. Ellerini masanın altına sakladı. Gözler ve eller kaçmaya başladıysa fena. Uzun süre sustu. Gözler, eller hele bir de sözler kaçıyorsa durum çok fena demektir. Gitmişlerdir artık ve geri dönmeleri zordur. Bunu öğreneli çok oldu.

Dile gelebilmesini sabırla beklerken şaşırmadığımı, hatta içten içe bunu beklediğimi fark ettim. Hep olan yine oluyordu.  Çok istediğim, arzuladığım, güvendiğim, inandığım bir şeyler yine yarım kalıyordu. Bu onun suçu değildi. Benim suçum da değildi. Bir süredir öylesine mutluydum ki lanetimin peşimi bıraktığını sanmıştım. Ne büyük yanılgı.

Babam aniden gitti benim. Babalar uzun süre gelmeyince gitmiş oluyorlar. Öldü sandım. Ölümü bilecek yaşta değildim de öyle duyduğumdan. Annemin yüzü bir gün aniden karardı. Öyle karardı ki aydınlanması yıllar aldı. Bir daha hiç ışımadı. Önce çok ağladı. Sanki tüm gözyaşları o ağlamalarında tükendi de sonra bir daha hiç ağlamadı. Daha kötüsü olamazmış gibi ağlamadı. Yüzünün yarı karanlığıyla son bir gayret dolanıp durdu. Babamın o ölüme benzer gidişinden sonra annem hep son gayretini gösterdi. Arafın cehenneme yakın kısmında kaldı da hiç dönemedi.

Hemen taşındık. Bir başka şehre, anneannemin yanına. Kimseye veda etmedik. Kimse de bize güle güle demeye gelmedi. Sadece sokağımızın köpeği Arap koştu arkamızdan. Kamyonun arkasından havlaya havlaya koştu. Bir tek o uğurladı bizi. Bilseydi uğurlar mıydı acaba?

Aklım erdiğinde babamın mezarını sordum. Ölmüştü ya, ölülerin mezarları olurdu. Annem cevap vermedi, hâlâ canının acıyor olmasına verdim. Anneannem bir daha sormamamı tembihledi. “Annem üzülmesin diyedir” dedim. Ben de bir daha sormadım. Keşke ölseymiş.

Kelebek gibi uçarak okula başladım, bütün çocuklar gibi. Tam seviyordum her şeyi, alışıyordum ki annem beni alıp başka okula yazdırıyordu. Ne oluyordu da beni istemiyorlardı anlamıyordum. Anlamadıkça beni daha çok istesinler istiyordum. Olmuyordu.

Evimize gelen giden yoktu. Okul değiştirdikçe arkadaş da edinemiyordum. Sonra ev değiştirmeye başladık. Gittiğimiz sokaklarda bakkallar süt, fırınlar ekmek satmaya yüz çevirdiklerinde biz mecburen yeni sokakların, evlerin, okulların peşine düşüyorduk. Bizi sadece artık isim bile veremediğimiz sokak köpekleri uğurluyordu.

Öğrendiğimde ortaokula başlamıştım. Yeni bir sokak, yeni bir evdeydik. Yüz çevrilmesine az vardı. Anlamadım önce.

Babalar hiç öyle şey yapar mıydı?

Bu soruyu milyonlarca kez sordum kendime, anneme, hayata. Hiçbirimiz cevaplamaya cesaret edemiyorduk ama cevap ortadaydı işte. Babam ölmemişti ama lanetini bize bulaştırmıştı.  Peşimizi hiç bırakmayacak bir lanet.

“Anne” dedim bir gün, “ya bana da aynısını yaptıysa?

Annemim hafif ışımaya başlamış yüzü tekrar öyle bir karardı ki hep içinde olduğumuz karanlıkta görünmez oldu. Tuttu omuzlarımdan, şiddetle sarstı beni. “Yaptı mı yoksa?” diye bağırdı, “sana dokundu mu?”

Bu sorunun cevabının peşinde düştüm bu sefer. Her terapi seansında bilinç altıma itiverdiğim bir şeyler ortaya çıkacak diye yürek acıları yaşıyordum, ölüp ölüp diriliyordum. Çıkmadı. O adam mı bana dokunmamıştı yoksa ben mi çok derinlere saklamıştım bilemedim. Hâlâ da bilmiyorum. Belki öldüm de dirilemedim. Gittiğinde o kadar küçüktüm ki yanaklarıma batan sakallarını hatırlıyorum sadece. Geriye sadece yanağa batan sakallara hissettiğim nefret kaldı.

Uzun süre o çocuğu düşündüm. Kim olduğunu sordum ama annem söylemedi. Sadece doğduğum şehirde bir komşu çocuğuydu. Ona bunu yapan benim babam olduğu için içimden dışımdan defalarca özür diledim. Çocuk halimle diledim. Bununla başa çıkıp çıkamadığını merak ettim. Çok tuhaf, insan canı çok yanarken bir yandan da merak edebiliyor.

Her yeni başladığım okulda nereli olduğum sorulduğunda doğduğum yeri asla söylemedim. Ben hep buralıydım, bir daha asla oralı olmayacaktım. Annem soy ismimizi değiştirmişti, ben de doğum şehrimi.

Biz izimizi kaybettirmeye çalıştıkça o adamın pisliği de sanki peşimizden geliyordu. Hatta galiba gideceğimiz yere bizden önce ulaşıyordu. Ya da alınlarımızda aynaya baktığımızda bizim göremediğimiz ama bizden başka herkesin yakalayıverdiği mor bir leke vardı. Görmeseler de kokusunu alıyorlardı. Mor lekelerin pis kokuları oluyordu ve üzerimize çıkmamacasına sinmişti.

Küçük şehirde lekenin daha görünür olduğunu anladığımızda büyük şehrin karmaşasına sığınmayı denedik. Bu şehirde herkes öyle çok önüne bakıyordu ki belki bizim lekelerimizi görmezlerdi.

Bir süre görmediler de. Tam da o sırada tanıştım sevgilimle. En lekesiz halimle. Öyle sanıyordum. Sevmeyi öyle çok istiyordum ki hemen sevdim, çok sevdim. İlk defa biri bana hemen yüz çevirmiyordu, sırtını dönmüyordu. Biz en uzun süre oturabildiğimiz evde yaşıyorduk. Annemin yüzü yarım ay gibi ışımaya başlamıştı. Anneannem sokak köpeklerini besliyordu.

Ama yüzümüzü hangi şehirde yıkarsak yıkayalım o lekeden kurtulamıyorduk işte. Bir başkasının günahı, kaçan gözlerde, ellerde, sözcüklerde karşımıza çıkıyordu. Bu adil değildi ama günah o kadar büyüktü ki adaletin terazisinde denge aramak bir hayal oluyordu.

Canım benim, sinek kaydı da tıraş olmuş. Nihayet gözlerini kaldırdı, utancım ona da bulaşmış. Ellerini masanın üzerine koydu. Uzanıp tutmak istedim, cesaret edemedim. Yutkundu. “Ben” dedi, “çok üzgünüm.” Söylenecek hem çok şey vardı hem de hiçbir şey yoktu.

Ben daha çok üzgünüm. Bir şehrin keşmekeşine bel bağladığım için, kalabalıklarda kaybolup hayatta kalmaya çalıştığım için, hep başka şehirlerin peşinde koşmak zorunda kaldığımız için, alnımda erken derinleşmeye başlayan kırışıkların lekemi kapatacağına inandığım için, bu lanetin artık peşimizi bırakmaya başladığı yanılgısına düştüğüm için, anneannem sadece sokak köpekleriyle dost olabildiği için, annemin bir yanı hep karanlık yüzü için çok üzgünüm.

En çok kanatlarının tozu çok küçükken silkelenen ve babam tarafından bir ömrü kanatsız geçirmeye mahkûm edilen o çocuk için üzgünüm.

Keşke ölseydin baba, keşke o çocuğun kanatlarını kırmadan ölseydin.

;Ben hiç doğmamaya razı gelirdim!

*"http://www.besincisanat.com">‘da yayımlanmıştır.