“YAŞAMA DURAKLARI”NDAN BİLANÇO’YA: BEHÇET NECATİGİL’İN ŞİİRİ HANGİ ARADA’N TOPLUM’A GİDER?/ Doç. Dr. Ahmet Cüneyt ISSI*

*İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı

Behçet Necatigil’in şiirinde iki dönem vardır. İlki,Kapalı Çarşı 1945), Çevre(1951),Evler(1953) gibi kitaplarında karşımıza çıkan ve şiirde “anlatma tavrı”nı benimsediği 1945-1955 arası dönemdir. Şair, “yaşama durakları”nın “bir de” kendi ben’inde meydana getirdiği duygu ve düşünceler etrafında döndüğünü söylediği bu şiirlerini “oyunsuz-imâsız”, düz ve oylumsuz bulur.

İkinci dönem, üç kitaplık bir “ara” ile başlar. Eski Toprak (1956) Arada, 1958; Dar Çağ, (1960) kitapları bu aradadır. Bu arada taklit’ten, olay anlatma ve nakletmeden uzaklaşmış, her şairin özlemini çektiği özgün şiiri, özgün şair kimliğini aramaya başlamıştır. İlk dönem şiirlerindeki anlatma, yerini “sezdirme” ve “telkin”e bırakmıştır. Evrensel ve toplumsal insanlık durumlarını “bir yaşantı birliği” etrafında bir araya getirmeye çalışmıştır. “Yaşantı birliği”, tüm zamanlar, devirler ve şiirler içerisinden süzülüp gelen, kat ettiği uzun ve engebeli yollarda çeşitli metinler/temsiller içinde tortulaşıp kristalleşerek varlığını ve canlılığını son an’a, son insana taşıyan evrensel insan duyarlıklarını, onun belli başlı meselelerini, özlemlerini, ıstıraplarını vs. ifade eder. Bu dikkat, bir çökelti denebilecek olan toplum’un bireydeki izlenen görünümleri olarak değerlendirilebilir. Bildiride, “yaşantı birliği” adlandırmasını Necatigil’in şiirindeki birey’inin toplumsal olan’da görünümü gibi ele alacak, toplumu bu aynaya yansıyan görüntülerde değerlendirmeye çalışacağız.

Türk şiirinin usta ismi Behçet Necatigil’in şiir serüveninde birbirinden farklılık gösteren iki dönem söz konusudur. İlk dönem, Kapalı Çarşı(1945), Çevre(1951), Evler(1953) gibi kitaplarında karşımıza çıkar. Kendisinin bir yerde “anlatma tavrı”nı benimsediğini söylediği bu kitaplar, 1945- 1955 arasında yayınlanmıştır. “Geri plânı olmayan tespitler”, “düşündürm(eyen), yorm(ayan)”, “çağrışımlara kapalı”, “öykü unsurunun öne çıkarıldığı”, “ayrıntıları belli, anlamları açık”; “yaşama durakları”nın “bir de” kendi ben’inde meydana getirdiği duygu ve düşünceler etrafında dönen bu dönem şiirlerini o, “oyunsuz-imâsız”, düz ve oylumsuz metinler olarak değerlendirir (Necatigil 2006: 76). Bir söyleşisinde, sadece yüzeye odaklanan, apaçıklığı, kolayca anlaşıldığı için öykülemeyi tercih ettiği bu şiir anlayışının gençlikle ilgili olduğunu söyler. Gençlik’i basit ve moda olan’a, dışarıya, kolay fark edilen’e ve çarpıcıya düşkünlük anlamında alabiliriz. Necatigil’e göre genç, “denizin üstündeki biri”dir ve yalnız denizin üzerini görür. Onu kuran, yapan dip’i, oradaki zengin kaynaşmayı bilmez. O nedenle, gördüğü ve yaşadığı, duyduğu ve hissettiği şeyleri çok önemli, biricik zanneder. Orijinalliğin ve güzelliğin malzemede, olayların parlaklığında olduğunu düşünür: “Şair gençlik yıllarında denizin üstündedir, bir plaj fotoğrafçısıdır. Küçük hayatından enstantaneler verir, bir hatıra defterinde sayfalar gibi, hayat albümüne gündelik fotoğraflar ekler. Bu görüntülerde Ego belirgindir, ön plandadır; kendini hayatın, dünyanın merkezi sanır şair.” (Necatigil 2006: 113). Bunlar, “Şiir Burçları” başlıklı yazıda özelliklerini sıraladığı gurbet burcu’ndaki şairin özellikleridir. Bu burçtaki genç şair olay, durum ve şahıs kalabalığı arasında koşturur; anlam’ın kalabalık ve renklilikte, çarpıcı hikâyelerde olduğunu düşünür.

Güncel olaylara, öyküye, bazı nesne ve kavramların parıltısına yaslanan ilk dönem şiirleri başka metinlere, şiir ve şairlere yapılan atıflardan, aykırı kelime dizilişlerinden, bağdaştırmalardan, mesafe ve boşluklardan uzaktır. Bu dönemi, üç kitaplık bir ara takip eder. Necatigil’in şairliğinin bir üst evreye evrildiği, ancak hâlâ arayışın sürdüğü bu dönem “hasret burcu”nun özelliklerini gösterir. Burada, şiirinin onca kalabalık kadrosuna, şaşaalı unsurlara ve anlamını ilk okuyuşta ele veren basit anlatıma rağmen yine de bir eksiğinin, susuzluğunu gidersin diye uğradığı, temas ettiği her olay ve nesnenin bırakın susuzluğunu gidermeyi, bilakis daha da arttırdığını fark etmiştir.

Bizim ara adını verdiğimiz, ancak şairliğinin asıl işaretlerini taşıdığı için Necatigil şiirinin başlangıcı diyebileceğimiz bu dönemle ilgili “Bugünkü şiirim Eski Toprak’tan sonra başladı.” (Necatigil 2006: 97) der. Eski Toprak (1956), Arada (1958) ve Dar Çağ(1960) kitapları, ideali “hikmet burcu” olan “gurbet burcu” şiirlerinin yer aldığı kitaplardır. Ulaşılacak değil, özenilen, özlenen bir ideal olan hikmet burcu, masalı ve adı olan, ancak kendisini görenin olmadığı Zümrüd-i Anka ve Kaf Dağı gibidir. Necatigil’in Söyleriz(1979) adlı son kitabına kadar bıkmadan, umutsuzluğa kapılmadan izini sürdüğü, ulaşmak istediği şiir, işte bu burçtadır.

Toplumu Anlama ve Anlamlandırmanın Yöntemi Olarak Sınama

Eski Toprak ve >Dar Çağ’ı, ikisinin arasında yayınlanan Arada adlı kitabıyla birlikte Necatigil şiirinin ana plânlarını, meselelerini veren bir fotoğraf karesine benzetebiliriz. Bu fotoğrafta eski toprak ve dar çağ, birbirinden farklı özellikleri taşıyan iki figürken, birey arada kalmıştır. Zihinsel ve duygusal olarak parçalanmışlığı, çoğu zaman nostaljiye sığınan mizacı, bulunduğu ortam ve mekânlardan kaçmayı arzulaması, bir türlü hatırından çıkmayan ve kaçmasını imkân dışında bırakan mecburiyetlerle sürekli didişmesi..., fotoğraftaki yerinden kaynaklanmaktadır. Şiirlerde karşımıza çıkan ve genellikle huzursuz, mutsuz görüntülenen birey inanç, tarih ve geleneklerin kurduğu bir büyük yapı olan toplumun üyesidir. O nedenle, bireyi aynı zamanda birlikte yaşadığı toplumun çeşitli meselelerini yansıtan bir ayna gibi düşünebiliriz. Birey, Necatigil’de toplum ve genel insanlık hallerini dinlediğimiz bir nabız, onunla uyuşsun ya da çelişsin, toplumda var olan bütün özelliklerin kendisinde kristalleştiği bir varlıktır.

Behçet Necatigil, bir söyleşisinde şiiri “iki plânlı” bir bütünlük şeklinde aldığını söylemektedir. Plânlardan birincisini ön plân, diğerini ise arka plân olarak adlandırır. İlkinde, bireyin, birey dolayımıyla toplumun, toplum ve dünyanın sorunları, yani hayatın görüntüleri sergilenir. Diğerinde ise, “bölünmüş, ilişkilerde dağılmış bizden” geriye kalan “kişiliğimiz” vardır. Şair, bu plânın esasen “bir bilânço”, “bir muhâsebe” olduğunu söyler ki, şiirdeki özne olan birey, kendisini de etkisi altına alan toplum(sal)la kurduğu ilişkinin nasıl olması gerektiğine burada karar verir; sonuçta ya onunla uzlaşır, ya da isyan veya ret eder. Necatigil’in arka plân için “Hürriyetimize ancak orada kavuşuruz.” (Necatigil 2006: 75-76) demesinin nedeni, bir daha tekrar edelim, sonucu trajik de olsa, bireyin özgür iradesinin burada tecelli etmesindendir.

İkinci dönem, ara dönemde beliren izlerin geliştirilip derinleştirildiği bir dönemdir. Anlatma, yerini “sezdirme” ve “telkin”e bırakmıştır. (Necatigil 2006: 77). Ayrıca, geçmiş, mitolojiler, başka şiir ve şairlere yapılan atıflarla bugünün toplum ve bireyi anlatılmaya/anlaşılmaya çalışılır. Atıflar, bu manada şiirinin geçmiş toplumlar, zamanlar ve metinlerle söyleşmesi, dertleşmesi ve bugünün bireyini olduğu gibi, toplumunu da onlarla sınaması, anlamaya çalışması anlamına gelir. Behçet Necatigil şiirinin bireyi, ön plânda yer alan ve toplum ve insan halleri demek olan her şeyle; fakirlikle, aile reisliğiyle, artan ihtiyaçlarla, yitirilmiş değerlerle, dar çağla vs. hem özne, hem de nesne olarak muhatap olurken, aslında onlarla sınanmaktadır. “Şiiri bir gerilim diye düşünüyorum.” diyen şairi, toplumu, toplumun bir aynası gibi gördüğü bireyi işte bu gerilimde aramak, bilânçoyu buradan elde etmek gerekir. Söz gelimi Evler’deki  “Evler” başlıklı şiirde ev/aile ile dışarısı arasında;Eski Toprak’taki “Sevgilerde” şiirinde zamansızlık ile sevgi arasında, Arada’ya adını veren “Arada” başlıklı şiirde ise doğum ile ölüm arasında sınanan birey, toplumsal bir varlık oluşunu da, bireyliğini de bu gerilim esnasında fark eder. Ev, aile, tarih, gelenekler, inanışlar vs.., bunlarda ve daha pek çok şiirde öznenin dönüp dolaşıp döndüğü asıl değerler olarak karşımıza çıkar. Bazen de, az önce belirtiğimiz gibi, hâlihazırdaki toplum, onun kabulleri ve zor(unlu)lukları, doğu veya batıya ait çeşitli mitolojik hikâyelerle yan yana getirilir ve hem birey, hem de toplum bunlarla sınanır. “Key”, “Nilüfer” ve tarihe, mitoloji öykülerine atıfların yapıldığı pek çok şiirde yozlaşma, bireye yansımaları bu yöntemle verilir.

Kaynaklar:

NECATİGİL, Behçet (2015), Bile/Yazdı, İstanbul.

NECATİGİL, Behçet (2006), Düzyazılar II, (Haz: Ali Tanyeri- Hilmi Yavuz), İstanbul.

NECATİGİL, Behçet (2015), Bile/Yazdı, İstanbul.





Örnek Metin