Eleştirmenler, Canavarlar ve Fantezi Yazarları/ Ursula K. Le Guin Çeviri: Merve Yalçın

İnsanlar bazen beni arayıp, “Bir büyücülük okulu üzerine yazılmış şu muhteşem kitabı mutlaka okumalısın, çok orijinal bir kitap, daha önce bunun gibi bir şey yazılmadı!” gibi şeyler söylerlerdi. İtiraf etmeliyim ki ilk başlarda bana kendi yazdığım Yerdeniz Büyücüsü kitabımı okumamı söylüyorlar sanmıştım. Çünkü, 1969’dan beri basımı yapılan o kitap da bir büyücülük okulundan bahsediyordu.

Fakat nerede bende o şans! Her seferinde 'Harry Potter' kitabından bahsediyorlardı ve ilk başlarda bu durum epey ağırıma gitmişti. Büyük bir kıskançlık duyuyordum. Bu kıskançlığın bir yazar için ne kadar zararlı olduğunu kendime hatırlatarak içimdeki yeşil gözlü canavarla boğuşuyordum.

Fakat zaman geçtikçe bu halimden pek eser kalmadı. Rowling’in kitabından sadece sıradan okuyucu değil aynı zamanda yazar ve eleştirmenler de eşi benzeri görülmemiş bir olay gibi bahsediyorlardı. Bana göre asıl olay, kitabın gördüğü ilgiydi - henüz yeterince satış yapılmamış olmasına rağmen kitap büyük bir popülerlik kazandı. Kitap gerçekten büyüleyiciydi, sihirbaz dilinden konuşmak gerekirse; herkes bu kitap büyüsünün etkisi altındaydı. Kitap hakkında ağızdan ağıza dolaşan dedikodular birçok yetişkini de bu kitabı okumaya yöneltti. On yaşından beri bunun gibi bir şey okumadıklarını söyleyen yetişkinler, kitabı kendi tecrübelerine göre yeni bularak orijinal olduğunu düşünüyorlardı.

Fakat yazar ve eleştirmenlerden edebiyat konusunda daha tecrübeli olmalarını beklerdim. Harry Potter’ı orijinalliği ile övenler, kitabın ait olduğu fantezi edebiyatı, özellikle de fantastik çocuk edebiyatı geleneğine karşı umursamaz bir tavır takınmış oluyordu. Ayrıca bu kitap fantezi geleneğinin bir İngiliz alt geleneği olan “school story” türüne aitti. Amerikalı okur, yazar ve eleştirmenler mazeret olarak bunu öne sürebilirler, fakat birçok yazar ve edebiyat eleştirmeni nasıl olur da edebiyatın böyle ana bir dalı konusunda çok az bilgiye ve çok düşük karşılaştırma standartlarına sahip olur?

 Ayrıca sadece ait olduğu geleneğin özelliklerini taşımakla kalmayıp, birçok yönüyle de türetilmiş ve oldukça klasik olan bu kitabın, nasıl olur da benzersiz bir başarı olduğu kanısına varabilirler?  Bu konuda en çok modernistleri suçlamak gerekir. Edmund Wilson ve jenerasyonu, arkasında küçük bir canavara benzeyen bir eleştiri geleneği bırakmıştır. Anti- sihirbaz olan bu gelenekte, realizmin “ciddi” etiketine sahip çeşitli formları dışında hiçbir kurmaca türü ciddiye alınmamaktadır. Geriye kalan anlatılar ise “tür” olarak etiketlenir ve okunmadan es geçilirler.

Bu kuralı takip ederek, üniversiteler, jenerasyonlar boyunca öğrencilere tüm “tür”lerden uzak durmaları gerektiğini öğretti, fantezi de dahil – eğer 1900’lerden önce ve/veya İngilizce yazılmamışsa büyülü gerçekçi olarak etiketlendirilir. Ayrıca edebiyat öğrencilerine çocuk kitaplarından veya hem çocuklara hem yetişkinlere hitap eden kitaplardan, frengiden kaçar gibi kaçmaları öğretildi. Profesyonel akademi bir tür bozulma yaşıyor. Onlara göre bir türe dokunmak demek kirlenmek demektir. 

Popüler dergilerdeki eleştirmenler de - çoğu bu üniversitelerden gelmedir- bu kurala uyar. Eğer bir dergi insanların çok okuduğu gizem veya bilimkurgu türlerinden birini incelemek zorunda kalırsa, bu işi derginin arkasında, ayrı bir sütunda, utangaç bir başlıkla peçelenmiş bir şekilde yapar. Bir türün, yani realizmin, diğer tüm türlerin üzerinde olduğunu ve geri kalan kurmaca türlerinin realizm olmadıkları için edebiyata dahil olmadığını söylemek; bir panayırda sadece domuzlara ödül vererek, at, öküz ve kümes hayvanlarını domuz olmadıkları için hayvandan saymamak gibi bir şeydir. 

Budalalık cahilliği besler ve cahil bir şeyler öğrenmek zorunda olmadığını duymaktan hoşlanır. Fakat hiç kimse bir romanı standart, beklenti, yöntem, söz sanatı ve ait olduğu türün (veya kaynaştığı ve etkileşime girdiği türlerin) tarihi bilgisine sahip olmadan hakkıyla değerlendiremez. Yazarın fantezi yazımına getirdiği bilgi ve hüner ile okurun fantezi yazınını okurken getirdiği beklenti ve beceriler realist kurmacaya getirdiklerinden büyük ölçüde farklılık gösterir. Veya bilim kurgu, gerilim, gizem, western, romantik, çizgi roman, resimli çocuk kitabına ya da genç yetişkinler için olan romanlara.

Elbette anlatıda geniş yeterlilik standartları vardır; Jane Austen ve Patrick O’Brien arasındaki ortak özellikleri (şüphesiz bir hayli) görebilmek açısından tüm türleri kapsayanları belirlemek oldukça ilginç olurdu. Fakat ayrımları belirlemek de eleştiri açısından çok önemlidir ve eleştirmen bir standardın bir türe uygun olup olmadığını bilmelidir.  Kurmaca derslerinde bu tür uygunsuzlukları alıştırmalarla öğrencilerin bulmalarını sağlamak öğrenciler için hem eğlenceli hem de zihin açıcı bir egzersiz olabilir. Örneğin; Yüzüklerin Efendisi’ni 20. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış realistik bir roman olarak alın. (Apaçık uygunluk, cinsel ve erotik öğe, bireysel psikolojik karmaşa ve belirgin sosyal göndermelerde eksiklik. Gayet basit bir egzersiz, binlerce kez yapıldı.) 

Moby Dick’i bilim kurgu olarak alın. 

(Teknolojik bilgi ve harekete geçirme yönünden güçlü, hikaye ilerlediğinde her şey ilerliyor. Fakat anlatım yazarın ayak sürümeleri ve sonu gelmeyen gösterişli soyutlamalarda keyfine düşkünlüğü ile sakatlanmış. Havalı bir dil ve bolca ağız kalabalığı.) 

'Gurur ve Önyargı’yı "Uzak Batı" olarak alın. 

(Zayıf bir anlatım. Bol bol kadın konuşmaları. Darcy iyi bir adam ve o yassı eyeri kullanmasa iyi bir çiftçi olabilir. Ama adını Fitzwilliam gibi bir isimle değiştirmesi lazım, yoksa Wyoming’de işlerini yürütemez.)Ve tüm bu gayri meşru işlemi tersine çevirmek gerekirse; günümüz insan ilişkilerinin detaylarına dar bir şekilde odaklanan modernist realist kurmaca, fantezinin standartlarıyla değerlendirildiğinde; boğucu, hayal gücü olmayan, neredeyse abes olmaktan kaçınamayan ve kaygılandıracak derecede insan merkezli olduğu görülür.

Modernizmin önde gelenleri ve postmodernizm uzmanlarından bazıları, bir filoloji profesörünün en sevdiği 20. yüzyıl İngiliz romanının fantastik bir üçleme olduğunu öğrendiklerinde şoke olmuşlardı. Çünkü insanların realizmi sevmesi gerekir, fantastik edebiyatı değil. Peki ama neden? 

Kurmacada realizm ise edebiyatta yeni bir buluştur. Buhar makinasından çok da yaşlı olduğu söylenemez ve hatta muhtemelen onunla bağlantılıdır da. Peki “edebiyat” adı altında anılmayı hak eden tek kurmaca formun realizm olduğu kanısı nereden gelmektedir?

Gerçek ve kurmaca arasında yapılan ayrımlar oldukça yeni ve bu ayrımı yapmak da faydalı olsa da çoğu zaman sağlıklı değildir. Kişi bir hikaye anlatmaya başlar başlamaz, o bir kurmacaya döner (ya da Borges’in dediği gibi, bütün anlatılar kurmacadır). 

Bu kaçınılmaz süreçten kurtulmaya çalışarak, isterseniz inkar edin ama bilime önem veren biz batılılar kurmacaya da gerçeğe verdiğimize benzer bir orantısız değer vermeye başladık. Fakat böyle yaparak kurmacalığa zarar verdik ve kurmacayı nasıl okuyacağımızı unuttuk.

İnsanların fantastik edebiyat okumadığını söylemiyorum, birçoğumuz okuyor; fakat akademisyenler ve eleştirmenlerin birçoğu okumuyor ve nasıl okuyacağını da bilmiyor. Onlar adına üzülüyorum. Bazen de öfkeleniyorum. Modern kurmacanın önemli unsurlarından birini isteyerek hatta böbürlenerek görmezden gelen edebiyat hocalarına şunu söylemek istiyorum:

 “Bu branşı öğretecek veya değerlendirecek kadar yetkin değilsiniz. Bu alan hakkında bilgi sahibi olan okurlar ve öğrenciler sizin bu umursamaz önyargınıza meydan okuyacak her hakka sahiptir. - Kalkın tüm edebiyat öğrencileri! Vize ve final notlarınızdan başka kaybedeceğiniz bir şey yok!” Eleştirmenlere ise şunu söylemek istiyorum:

 “Ey eleştirmen, eğer bir fantezi anlatısıyla karşılaşırsan ve siren çığlıkları, içindeki çocuğa seslenerek sende zayıf da olsa bir merak ve de okuduğun eserin kıyaslanamaz özgünlüğünü övme arzusu uyandırırsa, öncelikle biraz fantezi edebiyatı okumanı öneririm. Böylelikle kıyas yapabilecek hale gelir ve eleştirine bir parça kritik zeka katmış olursun. Yoksa diğer türlü, patent ofisinden fırlayan bir memur gibi ‘Bu bir buluş, muhteşem ve eşsiz bir buluş! Mucizevi bir keşif! Bu bir silindir. Silindirin üzerine oturtulan bir araç ile tüm yeryüzünde rahatça seyahat edilebilir!’ diyerek sokaklarda bağırırken bulabilirsin kendini.”

Her zaman böyle insanlara bu bilgisizliklerinin kolay ve güzel bir ilacının olduğunu hatırlatmak istemişimdir. Örneğin bu insanlardan J. R. R. Tolkien’in "Yüzüklerin Efendisi" kitaplarını okumalarını isterdim, çünkü bana göre sadece kitabın kendisi fantezi edebiyatının değerini göstermek açısından yeterlidir. Fakat bu insanlar bu kitapları nasıl okuyacaklarını bilmezlerse bu onlara yarardan çok zarar getirecektir. Okurken onlara - bir tekerleme gibi - çocuksu, ilkel, hayalperest, basit gelecek ve homurdanarak hiçbir şey öğrenmeden bırakacaklardır.

Tolkien de bir akademisyendi ve kendisinin de kendi yazdığı kurmaca tür üzerine makaleleri bulunuyordu. Fantezi edebiyat üzerine bir şeyler öğrenmek isteyen bu makaleleri okuyarak güzel bir başlangıç yapabilir. 

Giriş olarak en iyi rehber fantezi alanında yazdığı Canavarlar ve Eleştirmenler (1984) kitabında bulunan - maalesef - “Peri Masalları Üzerine” adlı makalesidir. (Tolkien, Tinker Bell soyundan gelen tatlı küçük perilere karşı büyük bir nefret duymasına rağmen, neden fantezi ya da fantastik edebiyatı gibi daha kabul gören ifadeler kullanmamış bilmiyorum ama burada böyle tercih etmiş. Her profesörün deli bir yanı var işte.) Ne olursa olsun, Tolkien’in fantezinin yapısı ile ilgili açıklama ve değerlendirmelerine katılmamak elbette mümkün fakat onun fantezi için söylediklerini bilmeden de bu konu hakkında ciddi bir şekilde konuşmak kabul edilemez. 

Fanteziyi edebi bir tür olarak görmeyi reddeden eleştirmen ve akademisyenler kendi fikirlerini, onun fikirleri ve çalışmaları önünde savunabilmek için en azından bir eleştirmen ve romancı olan Tolkien’i okumuş olmaları gerekmektedir.

Fakat maalesef birçoğu Tolkien yerine Todorov’u okumuşlardır. Tzvetan Todorov, Fantastik (1992) kitabında çoğu aslında fanteziyle pek de ilgisi olmayan ilginç şeyler söylemiştir. Okuduğu edebi türlere aşinalığı olan herkes kendisinin konuları tersten anlama konusunda çok kabiliyetli olduğunu biliyorlardır. Ama sonradan düşünüyorum da fanteziyi ısrarla edebiyattan saymayan akademisyen ya da eleştirmenlerin ne kadarı Bakhtin veya Borges okumuştur ki? Ya da Karl Kroeber’in 'Romantic Fantasy and Science Fiction' (1988) kitabını veya Brian Attebery’nin 'Strategies of Fantasy '(1992) kitabını okumuştur? Bu iki isim de fantezi alanında en bilgili ve en dikkatli modern yazarlardandır. Merak ediyorum, kaçı acaba 9-10 yaşından beri gerçek bir fantezi romanı okudular?

Bu makale tasarlandığı gibi bir çocuk kitabı olan Harry Potter ile başladı, çünkü fanteziden bahsetmek için çocuk edebiyatından da bahsetmek gerekir (bu kısım Todorov’un aklına hiç gelmemiştir). Fantastik edebiyatın bir yaş sınırının olmaması hali bana göre fantezinin en büyük gücüdür. Fakat bu durum anti-sihirbazlar için tam tersine fanteziyi alçaltan bir zayıflık göstergesidir. Bir romanın 10 yaşındakiler tarafından okunabiliyor olması kitabın onlara göre bir yetişkinin okuyamayacağı kadar ilkel, hayalperest, basit ya da tek kelimeyle çocuksu olduğunu gösterir, hep aynı tekerlemeler. “Ah o korkunç orklar!” diye ciyaklıyor Wilson şirin şirin, bir fantezi okurunu taklit ettiğini düşünerek.

 Modernistler yetişkinler olarak henüz üzerine çok konuşulamayan çocuk edebiyatını aşağılama hakkına sahip olduklarına kendilerini ikna etmiş durumdalar. 'Kiddy-lit' uzmanları ise, edebiyatın kanonik yapısının bir eki yapılmaya ve çocuk yuvası edebiyatı haline getirilmeye çalışılan bir anlayışa itilmeye çalışılmıştır. Tıpkı utanç kaynağı olan bir ek bina gibi.

“Oh those awful orcs!” 

Edmund Wilson, 1956 yılında bu adla bir makale yazmış ve makalesinde Tolkien ve Yüzüklerin Efendisi serisini eleştirmiştir. (Ç.N.)(Çocuk edebiyatı anlamında kullanılan, aşağılama içeren bir ifade.) (Ç.N.)Yerdeniz Üçlemesi’nde yer alan Roke Adası’ndaki sihir okulunda, çocuk kitaplarının da ciddi edebiyat tartışmalarında yer alması gerektiğini söylüyoruz. Öne sürdüğümüz sebeplerden biri de şu; iyi bir hayalin ürünü olan kurmaca eser bir yetişkin tarafından anlaşılıp beğenilebildiği kadar bir çocuk tarafından da anlaşılıp beğenilebilmelidir - veya tam tersi. Anlaşılma ve beğenilme, tür olarak birbirinden farklı olabilir fakat değer olarak aynıdır ve ciddi bir değerlendirmeyi hak etmektedir. Bir kitabın ciddi bir değerlendirmeden geçirilmemesinin sebebi ya o kitabın çocuklar için yazılmış olması ya da çocuklar tarafından okunuyor olmasıdır. Bu, entelektüelliğe sığmayan gaddarca bir davranıştır fakat akademide her gün yaşanmaktadır.

Bu önyargı sadece fantezi türüne karşı değil, çocuk okur kitlesinin ilgisini çeken her türe karşı sergilenmektedir. Rudyard Kipling’in romanına İngiliz Edebiyatı’nda hak ettiği yerin verilmemesinin sebebi de muhtemelen, kitabın 12 yaşında bir çocuğa muazzam bir keyif verirken yetişkin bir okuyucuya hitap edemediği görüşüdür. Bu görüş okunduğunda kolayca giderilebilecek bir varsayımdır, fakat önyargı her zaman daha kolay ve güvenlidir. Tavırlarındaki bu saygınlık, kafalarını Flaubert veya James’in metinlerinden kaldırmamaktan gelmektedir. 

Bu metinlerin de İsviçreli Robinsonlarkadar çocukları sıkan metinler olduğuna şüphe yoktur. Lewis Carroll, çocuklar için az yazan yazarlardan biridir - bu durum kısmen belki de, edebiyatla ilgilenen birçok insanın gözünü korkutan Alice kitaplarındaki matematik oyunlarından ve insanların çocuklara duyurmadan yaptıkları dedikoduya malzeme olarak kattıkları - yazdıkları hakkında konuşmadıkları kesin - Carroll’ın cinsel tercihinden kaynaklanıyor olabilir. 

Carroll hakkında saçma sapan birçok şey yazıldı ve ben hala eleştirmen ve profesörlerin çocuk kitapları üzerine tartışmalarını istemekle akıllılık ediyor muyum, bilmiyorum. Bir kitabı kayda değer hale getirmek için yazarının cinsel tercihleri üzerinden faydalanmaya daha ne Son otuz yıldır, çocuklar ve birçok yetişkin ejderhalardan korkmazken, eleştirmenlerin çoğunun ejderhalardan neden bu kadar korktuklarını sorup duruyorum. Sorduğum bu soru artık eski tekerlemelerin tekrarlanması yerine düzgün bir cevabı hak ediyor kanısındayım; çünkü realizm ‘ana görüşü’ karşısında kurmacanın kısıtlanmaya çalışılması giderek daha savunmasız ve daha fantastik bir hal alıyor. 

Güney Amerika’da ilgilenilmesi gereken tek olay bu da değil; ayrıca İngilizce yazılan modern kurmacanın birçok kademesinde başarısızlıklar ve noksanlıklar da söz konusu. Mesela bir eleştirmenden, A.S. Byatt’ın kusursuz erişkinlikteki asık suratlı ama sofistike kadın karakterlerinin yavaş yavaş trole dönüştüklerini gördüğünde ne yapması beklenmelidir? Eleştirmen beyden (cinsiyet özellikle seçilmiştir) fantezi ile uğraşması beklenmektedir. Karl Kroeber’in de dediği gibi, “gerçek olamayacağı bilinen bir şeyi gerçek olarak kabul etmenin sanatsal tecrübesi, inanılamayacak olana karşı uyandırılan inanç duygusu.”

Bir kadının trole dönüşmesi ne demektir? Bir kızın Emma Bovary’e dönüşmesi gibi beraberinde birçok mana taşıyabilir. Hatta bazı insanlar için daha fazla anlamlara da gelebilir. Tamamlanmamışlık ve önermeler günümüz sanatçılarının sahip olduğu en güçlü araçlardır; imkansız, inanılmaz, fantastik olma beraberinde sıradan algıların kısıtlamalarını ve hatalarını da getirir. Kroeber’in ifadeleriyle Madam Bovary “bir kuruntunun baskıcı tamamlanmışlığı”na sahiptir - ama biz bugün şunu tercih edebiliriz, “gerçeğin kırılmış bir parçası.”

Deneyimsiz zihin fanteziyi görmezden gelmeden onu anlamaya zorlandığında, hikayenin çalışma dinamiklerini algılamakta zorlanır ve onu anlamsız bir şey olarak algılamaya meyleder. Anlamlandırmadaki bu başarısızlığını saklamak veya gerekçelendirmek için hikayeyi sürrealizm, dada veya benzeri etiketlerle tasnif eder. Fakat sürrealizm anlamı yıkarken, fantezi anlamı inşa eder, bazen sadece lengüistik olarak bazen de daha fazlasıyla. Başarılı bir fantezi anlatısı güçlü iç tutarlılığı ile dikkat çeker; sıradan dünyanın kuralları hiçbir zaman geçerli değildir ama onları çiğnemez de. Fanteziyi anlamaya çalışan deneyimsiz zihin onu akla uydurmaya yönelir - onu “açıklamaya” çalışarak hikayenin düzeni dışında bir düzene oturtmaya çalışır; bunlar teolojik, psikolojik, politik veya tanıdık olduğu herhangi bir düzen olabilir. Fakat fantezi, alegori değildir. (Alegori ise nadiren de olsa fantezi olabilir ancak Spenser’ın yaptığı gibi bir yandan alegorinin rasyonel adetlerine uyarak diğer yandan da kendi yaratıcılığı içinde serbestçe gezinebildiğinde bu mümkündür.)

Rasyonel yönden açıklanamazlık, otomatik olarak ahlaki sorumsuzluk veya sosyal ilgisizlik anlamına gelmez; bir eleştirmen, son iki yüz yılın şiirlerini okumuş olduğundan bunları zaten biliyordur diye düşünebilirsiniz, fakat durum maalesef hiç de öyle değildir. Fanteziyi, içinden fantastik öğeyi ayıklayıp yerine kavranabilir olanı yerleştirerek açıklamaya çalışma eğilimi; tamamen gerçek dışı olanı, ikinci el bir aleladeliğe indirgemeye çalışmaktır. Bu sebepten Yüzüklerin Efendisi’ni, Tolkien’in Katolik Kilisesi için yazdığı bir savunmaya ya da I. Dünya Savaşı esnasında yaşadıklarını anlattığı bir tımarhaneye çevirmek gibi girişimlere dönüşür yapılanlar. Bu tür rasyonelleştirmeler fanteziyi savunma amacıyla yapılıyormuş gibi algılanabilir fakat aslında onun reddidir, onu asıl anlamından uzaklaştırma çabalarıdır. Okur fanteziyi ancak kendi başına değerlendirdiği zaman onun ahlaki tutumunu ve sosyal karşılığını kavrayabilir.  Bunu söylemişken şunu da hemen eklemeliyim ki, fanteziyi sahip olduğu etiğe veya politikaya indirgemek diğer herhangi bir indirgemeci davranış kadar kötüdür.

 Fantezinin hizmet ettiği amaç açıklanamaz olabilir, bakıldığında bir ejderhanın açıklanamaz olduğu gibi. Fanteziye karşı amaca yönelik, faydacı bir yaklaşım, (özellikle de Bruno Bettelheim ve Robert Bly’ın halk hikayelerine yönelik) ve genel olarak da “psikolojik” bir yaklaşım, bir hikayenin her bir elementini arketipine veya bilinçsiz kaynağına ya da öğretici amacına göre açıklamak son derece regresiftir; bu tavır edebiyatı sihir olarak algılamaktır, hatta bir tür 'verbomancy'(kelimelerle büyü yapmak) denebilir. Bu tarz bir yaklaşımda olan insanlar için sihir ancak iyileştirmek veya ortaya çıkarmakiçin yapılıyorsa sihirdir. Birçok kurmaca eleştirmeni artık bu tarz indirgemeci okumalar yapmaktan kaçınmaktadır; hatta roman okumanın zihinde ve duygularda derin ve kalıcı bir etkiye - buna muhtemelen iyileşme ve aydınlanma da dahil - neden olabileceğini kabul edenler bile bu etkinin aslında belirlenemeyeceği veya öyle bir etkinin hatta olamayacağı konusunda netler. Eğer edebiyat eleştirisi realizmde olduğu gibi amaca yönelik bir “anlam” talep etmiyorsa, peki bunu neden hala fanteziden istiyor?

Çocuk kitapları özellikle faydacı yorumlamalara ve hükümlere karşı savunmasızdır. Kendi yazdığım fantezilerin dergilerde ve çocuk edebiyatı sayfalarında değersiz eşyalarmış gibi tartışıldığını gördüğüm zaman dehşete düşüyorum. Bir çocuk kitabı hareketli bir hikayeden ve belirgin olarak verdiği ahlaki dersten daha fazlasıdır - çocukların kapalı ahlak derslerinden çok aktif bir hayal gücüne ihtiyacı vardır, çocuklar güzelliğe dil aracılığıyla tepki verirler, onlar cevap almak için değil soru sormayı öğrenmek için okumalıdırlar - tüm bunlar çocuk kitaplarını değerlendirenlerin umursamadıkları konulardır. Ama sonradan düşünüyorum da akademideki ve gazetelerdeki meslektaşları ve astları tarafından sürekli küçümsenen ve görmezden gelinen bu eleştirmenlerden ne beklenebilir ki?

Bir metni politik-ekonomik açıdan indirgeme alışkanlığı birçok Marksist ve neo- Marksistin fantezi okumasına engel olmaktadır. Eğer fanteziyi ütopik, distopik veya sosyal herhangi bir bağlamda okuyamazlarsa okuduklarının anlamsız şeyler olduğunu söyleyeceklerdir. Kralları gördüklerinde onları tutucu politikacılar olarak varsayarlar; büyücüleri görürler ve batıl inançları hatırlarlar; ejderhaları görürler ve saçmalık olduklarını düşünürler. Edebi bir zihin fantezi okumalarının en kıymetli varlığıdır, ve tabii liberal zihinler de öyle ama çok katı sınırlara sahip olmadıkları takdirde. Yine de, aşırı derecede ideolojik olmadığı sürece fanteziye karşı her türlü sosyal okuma yaklaşımı kabulümdür, çünkü birçok fantezinin sahip olduğu acemi burjuva feodalizmi havası bunu kaldırabilecek rahatlıktadır.

Fantezinin tüm kollarının “hayalperest” olduğu suçlaması Tolkien ve diğerleri tarafından tartışılmıştı ve şu anda da sadece konuyla ilgisi olmayan cahiller bunu tekrarlayıp duruyorlar. Bununla birlikte, fantezinin çoğu, özellikle de “kahramanlık” hikayeleri, sosyal ve tarihi açıdan geriye bakıldığında, görünüşte hayalperest gibi durmaktadır: 

Sanayi Devrimi ve Modern Zamanlar’dan geriye çekildiğinde, fantezi hikayesi genellikle yeşil, nüfusun az olduğu küçük şehir ve kasabalarda, vahşi doğa ile çevrilmiş yerlerde geçer, hikaye kitabın girişinde bulunan karmaşık haritadan ötesine hiçbir zaman geçmez. Bu muhakkak halk hikayesinin dünyasına bir geri dönüş gibi görünmektedir. Aynen öyledir de; Homer, Virgil, Shakespeare, Cervantes, Swift ve Wordsworth’un dünyasına, birkaç yüzyıl öncesine kadar yaşayan insanların tecrübelerinin bulunduğu edebiyat dünyasına dönüştür: Bu dünya şu anda şehir insanına uzak olabilir ama diğer birçok insan hala bu dünyada yaşamaktadır ve çocukluk anılarından, yeşil alanlarda ya da ormanlarda geçirilen saatler ya da günlerin anılarından, deniz kenarında ya da dağlarda geçirilen tatillerin anılarından bu dünyaya hala ulaşılabilir - şu anda yaşadığımız “doğa”, şehirler, dünya o günlerden sonra bizim için artık doğal olamamıştır.

Fantezinin yeşil doğa içindeki şehirleri bize en çok huzur ve keyif veren yandır ve bu yerler, yaşadığı şehrin sokakları dışına hiç çıkmamış çocuklara bile oldukça tanıdık gelir. Hikaye Altın Çağ’da geçer, efsanevi ya da kişisel bir hikaye de olabilir, ya da bütün altın çağları sona erdiren karanlık bir zamanda da geçebilir. Burada belki de önemli olan nostaljidir. Nostalji duygusuna şu sıralar şüpheli gözüyle bakılıyor o yüzden onu savunmaya çalışmayacağım, ama asıl söylemek istediğim şu; bence nostalji kadar şiiri besleyen başka bir duygu yoktur. Ama fantezinin yeşil şehirlerini savunacağım elbette.

Tolkien’in Orta Dünya’sı sadece sanayileşmeden öncesine ait değildir, insan öncesi ve insan dışıdır da. Geç dönem trajik Avrupa, “gelmekte olan insanlar” - insanoğlu - için hazırlık yapan Çakal, Kuzgun ve diğerlerinin bulunduğu Amerikan mitolojisinin bir paraleli olarak görülebilir. Yüzüklerin Efendisi’nin sonunda, Orta Dünya’daki insan dışı yaratıkların sayısı giderek “azalır” veya birçoğu Batı’ya geçerek dünyayı insanoğluna bırakırlar. Burada hissedilen, yas duygusunda olduğu gibi nostaljik değildir; hissedilen şey sevdiği topraklardan sürülenlerin duyduğu ıstıraptır, Babil’in sularına karışan gözyaşları gibi.

Fantezinin bilindik ormanları ve şehirleriyle benim Yerdeniz’im o büyük resimden habersizdir, ama yine de toplumdan soyutlanmış bir şekilde, bir zamanlar çok iyi bildiği samimiyeti artık yitirmiş modern insanın sürgünde olduğunu ima eder. Yerdeniz çok da yas tutmaz, belki de hatırlamaz. Tüm o kırlar ve ormanlar, köyler ve kasabalar, bir zamanlar bize aittiler, biz de onlara aittik. İşte fantezi hikayelerinde yer alan sanayileşmemiş hayatın gerçeği de budur. Bize reddettiğimiz şeyleri, kendimizi nelerden sürgün ettiğimizi bize hatırlatır.

Hayvanlar eskiden bizler için yemek, baş belası veya ev hayvanı olmak dışında daha çok şey ifade ediyordu; onlar dostumuz olan varlıklardı, çalışma arkadaşlarımızdı, tehlikeli rakiplerdi. En azından benim ejderhalarım için bunlar geçerli. Onlar bize neleri çöpe attığımızı hatırlatır. Genellikle fantezinin yapıp realistik romanın yapamadığı şey, insan olmayan varlıkları hikayeye ana unsur olarak dahil etmektir. Moby Dick’in fantastik unsuru Moby Dick’tir. Bir hayvanı, bir insana eşit bir şekilde ana karakter olarak anlatıya almak - modern deyişle - fantezi yazmaktır. Herhangi bir varlığı insana eş bir mevkide anlatıya dahil etmek - önemde de eş olmak gibi - realizmi terk etmektir.

Realist kurmaca insan davranışları ve insan psikolojisi üzerine odaklanır. “İnsanlık için en uygun çalışma sahası İnsan’dır.” Kurmaca Pope’un bu sözüne uymayarak anlatıya Diğer’i dahil etmeye başladığında, anlatı hayalet hikayesine, korku hikayesine, hayvan hikayesine veya bilim kurguya ya da fanteziye dönüşür; tamamen-insan-olmayana doğru bir hareket başlar. Hatta modernistler tarafından hep tepeden bakılan “yerel” anlatılar bile bu hareketin bir parçasıdırlar; insan psikolojisinden, bu psikolojiyi de içine alan şeye yönelirler, yani tabiata.  Terimlerin, şu anda elimizde olduğundan daha iyi anlamlara ihtiyacı vardır. Thomas Hardy’nin Egdon Heath’i kendi içinde bakıldığında tamamen realistiktir; ama The Return of The Native içinde dikkate alındığında, insan karakterlerini merkezin dışına itme şekli tıpkı bir fantezi ve hatta bilim kurgununki gibidir. 

Melville’in beyaz balinası gerçek bir balina değildir; o balina hayal gücünün ürünü olan bir yaratıktır, tıpkı ejderhalar ve tek boynuzlu atlar gibi; bu yüzden Moby Dick de bir hayvan hikayesi değil bir fantezidir. Virginia Woolf’un <Flush’ı bir hayvan hikayesidir, çünkü Flush gerçek bir spanyeldir; fakat aynı zamanda bu roman Robert ve Elizabeth Brownings hakkındadır da; ayrıca roman fantezi olarak da tanımlanabilir çünkü köpek ana karakterdir ve biz köpeğin ne düşündüğünü biliriz; fakat Savaş ve Barış kitabındaki avlanma sahnesindeki köpeğin de ne düşündüğünü biliriz, ama bu Savaş ve Barış’ı bir fantezi yapmaz... 

Realizmin ve fantezinin ne olduğuna dair yapılan açık ve net tanımlar böyle sürüp gider, üstelik gerekçelerle diğer türlerden de yardım alınarak.&nbsp; Ben daha çok tanımlanamayan bir ifade ile meydan okumak istiyorum; realistik kurmaca insanmerkezciliğe yaklaşırken, fantezi ondan uzaklaşır. Fantezinin yeşil kentleri tamamen insan hayal gücünün bir ürünü gibi görünse de, fantezi insanın efendi ve hakim olmadığı, merkezde ve hatta önemli bile olmadığı yerleri anlatır. (Burada fantezinin gerçek bilime, bilim kurgunun yaptığından daha fazla yaklaştığı söylenebilir, çünkü bilim kurgu insan bilgisinin ve kontrolünün baskıcılığını saplantı haline getirmiştir.)

Şu anda bildiğimiz, sadece insanlar tarafından şekillenmiş ve sadece insanların hüküm sürdüğü dünya çok “eskilerde” kaldı. Eğer kurmaca olan bir diğer dünya, bir diğer gezegen veya hayal edilmiş bir gelecek inşa edemezsek, “çok uzaklar” bir işe yaramayacak - ve tüm bu seçenekler bilim kurgu adıyla etiketlenecekler, hem de her biri “bilim” ve “gelecek”in sağladığı aldatıcı olasılıklar ve sahte rasyonellikler taşıyan iyi fanteziler oldukları halde. Şu da bir gerçektir ki bizler canlı türleri olarak bu dünya üzerinde yeterince zaman geçirdik; hayvanlar arasında hayvanlar gibi yaşadık, vahşi doğa içinde kabileler halinde yaşadık, tarla ve ormanlarda çiftçi ve köylü olarak yaşadık. 

Karmaşık detaylarla çizilmiş yerel haritaların ve bilinen vatan topraklarının sınırları ötesinde, haritanın boş kalmış beyaz kısımlarında ise diğerleri yaşadılar, yani tehlikeli yabancılar, aileden olmayanlar, (henüz) bilinmeyenler. İnsanlığın bu küçük dünyasının uzun geçmişini öğrenmeden bile, birçok çocuk bu dünya içinde kendini güvende hissedebiliyor ve hatta ona ömür boyu sevgi bile besleyebiliyor. Dünyanın bazı parçalarının haritalarını çıkarıyorlar - adaların, dağların arasındaki vadilerin, hayali kasabaların, Roma’ya götürmeyen hayali yolların - tüm bu haritaların çevreleri ise boş kısımlarla dolu.

Dünyanın içine girmiş olduğu bu korkunç homojenleşme çağı, bu haritayı ya da herhangi bir haritayı neredeyse ortadan kaldırmış ve üzerindeki her yeri birbirinin aynısı hale getirmiş, hiçbir boşluk alan bırakmamıştır. Bilinmedik hiçbir toprak kalmamıştır. Her mahallede bir hamburgerci ve bir kafe mutlaka bulunmaktadır. Tüm mahalleler bu şekilde sıralanıp gider. Bilinmedik hiçbir şey yoktur, hepsi birbirinin aynısıdır. Tıpkı Mandelbrot kümesinde olduğu gibi, devasa büyüklükteki ve parçalara ayrılamayacak kadar küçüklükteki her cisim birbirinin tamamen aynısıdır; bu aynılık yine bir aynılığa gider; başka hiçbir şey yoktur; bundan kaçış yoktur, çünkü gidilecek başka yer yoktur.

Yeniden üretilemeyen, yerel bir dünya inşa ederken - mevcut gerçeği reddederek veya değiştirerek - fantezi yazarları bilmemize izin verilen gerçeklikten daha geniş bir gerçeklik alanı bulmaya çalışmaktadır. Bu vasıtayla başka yerlerin de olabileceği, başka hayatlar yaşayan başka insanların da olabileceği duygusunu - veya bilgisini - yeniden kazanmaya çalışırlar. Hayal gücü edebiyatı, nostaljik bir konfor içermek zorunda değildir; trajik de olsa, içinde alternatifleri barındırabilecek kadar geniş bir Sonsuz tekrarın fraktal dünyası şaşırtıcı bir şekilde kırılgandır. İçinde hiçbir illüzyon yoktur, güvenin yanılsaması bile bulunmaz; tamamen insan yapımıdır ve istendiği anda insan eliyle tamamen yok edilebilir. Nötron bombasının, teröristlerin ve vebanın dünyasıdır. Orada İnsan, sadece İnsan üzerinde çalışır. Gerçeklikten oluşan bir tuzaktır. Bu yüzden insanların başka yerler aramasına şaşmamak gerekir. Ama başka yerler yoktur, insani olmayanlar ve hayal gücümüz dışında tabii.

Eğer bir Mandelbrot kümesi haline gelmiş bu dünyadan kurtulmak istiyorsak, yol haritamızın bulunduğu yer bellidir. Tam tamına girift, açıklanamaz ve kaçınılmaz olan hayal gücü.