Liploka/Elif AKŞAHİN

Bir varmış, bir yokmuş. Çok uzak diyarların birinde bir kulübe de balıkçı yaşarmış. Balıkçı sahilde yaşadığı için, annesi de köyde yaşarmış ve arada sırada oğluna yemek yapar getirirmiş. Oğlu da tuttuğu balıkları satar, parasını annesine verirmiş. Annesinin en büyük dileği, ölmeden önce oğlunun evlendiğini görmekmiş. Köyün kızları, uzun boylu yakışıklı bu delikanlıya bayılırmış ama onun hiç biriyle evlenmeye niyeti yokmuş.



Balıkçının ülkesinin kralının, iki kızı varmış. Birisi, çok  gösterişi sever hiçbir şeyi beğenmez, saraydaki tüm hizmetçilere de kötü davranırmış. Diğer kızı da onun tersine gösterişi sevmeyen, merhametli ve sevgi doluymuş. Hizmetçilerle o kadar iyi anlaşırmış ki onların çocuklarıyla oynar çoğu zamanda hizmetçilerin müştemilatında uyuyakalırmış. 

Yetişkin bir kız olduğunda bile, hep hizmetçilerin evinde kalmaya devam edermiş. Kraliçe bundan rahatsız olduğunu,  krala söylemiş. O da kızına, hizmetçilerle kalmaması konusunda kesin bir emir vermiş. Bu duruma üzülen prenses, yemeden içmeden kesilmiş, hastalanmış ve yataklara düşmüş. Hastalığı epeyce ilerlemiş, sarayın hekimi ilaçlar yapmış ama nafile. Prenses neredeyse ölecek. 

Sarayın hekimi, prensesin iyileşmesi için tek çarenin, denizlerin dibinde yaşayan Liploka balığının yumurtalarının olduğunu söylemiş. Ancak bu balığa ulaşmanın çok zor olduğunu,  birçok balıkçının ulaşmak isterken hayatını kaybettiğini söylemiş. Kral ne olursa olsun kızının yaşaması için bir karar almış ve ülkenin her yerine haber salmış. “ Kim ki kızımın iyileşmesini sağlarsa, kızımı onunla evlendireceğim” demiş. Ülkedeki balıkçıların hepsi bu balığa ulaşıp prensesle evlenme yarışına girmiş. Bizim yakışıklı balıkçının annesi de oğluna demiş ki” Eğer bu balığı sen bulabilirsen ve prensesi iyileştirirsen sarayda yaşarsın. Oğlu, “Saraylarda yaşamak önemli değil anne, ben burada da yaşamaktan çok mutluyum ve özgürüm. Ancak ülkemizin prensesinin hayatı söz konusu ise bunu deneyeceğim.” demiş. Bu balığı yakalamak isteyen birçok balıkçı hayatından olmuş. 

Bunu duyan annesi, oğlunun yanına koşmuş. “ Oğlum sana bir şey olmasını istemiyorum. Vazgeç bu işten demiş demesine ama delikanlı aklına koymuş bir kere. Ertesi sabah gün doğduğunda, elinde küçük bir kovayla sahile doğru yürümüş. Denizin kenarında biraz durup düşünmüş ve sonra, kendini denizin derinliklerine bırakmış. Etrafında bir sürü irili ufaklı balıklar varmış. Ancak aradığı balık görünürlerde yokmuş. O balığın tepesinde tacı andıran bir çıkıntısı varmış. Balık dilinde Liploka, denizlerin kraliçesi demekmiş. Genç balıkçı, birçok balıkçının yapamadığını yapmayı başarmış. Diplerdeki kayalıkların arkasında, Liplokaların yumurtalarına ulaşmış. Elindeki küçük kovanın içine,  yumurtaları doldururken, boynuna gelen sert bir darbe ile yere yıkılmış. Gözlerini açtığında, denizler kraliçesi Liploka’nın karşısında duruyormuş. Kraliçe “ Sen ne hakla bizim yumurtalarımızı çalıyorsun.  Bunun için cezalandırılacağını bilmiyor musun?” Demiş gürleyen sesiyle. 

Balıkçı, “Sizden özür diliyorum. Fakat ülkemizin prensesi ölmek üzere. Onun yaşaması için sizin yumurtalarınıza ihtiyacı var.  Mecbur olmazsam. böyle bir şeyi asla  yapmak istemezdim. Amacım, sadece birinin hayatına kurtarmaktı.” demiş üzgün bir şekilde. Kraliçe Liploka , deniz altındaki  bütün  balıkları toplayıp bir karar almak istemiş. Ya balıkçıyı öldüreceklermiş ya da yumurtalarının  bir kısmını ona vereceklermiş. 

Yaşlı balıklardan oluşan bir heyet düşünmüşler, taşınmışlar ve bir karara varmışlar. Sonunda Kraliçe Liploka “Sevgili halkım, bugün burada toplanma sebebimizi biliyorsunuz. Çoğunluğun fikri belli, balıkçının hayatına son vermek. İnsanlar bizim düşmanımızdır diyorsunuz. Elbette haklısınız. Onlar bizi avlayıp büyük bir zevkle yiyorlar. Biz ise bir tane insancığın kurtulması için, geleceğimiz olan yumurtaları fedamı edeceğiz diyorsunuz. Bunda da haklısınız. Ancak,  dünya düzeni böyle kurulmuş. Doğanın bir dengesi var. Aranızda büyük balıklarda, küçük balıkları yemiyor mu? Bunu haklı göstermek için değil elbette. Ancak düşmanına bile merhamet etmek en güçlü yüreklerle mümkündür. Biz insanlar kadar büyük olmayabiliriz. Fiziki gücümüz de olmayabilir. Fakat bu balıkçıyı affedersek, insanlardan daha güçlü oluruz. Unutmayın, merhamet ve vicdan en büyük güçtür.  

Prensesin hayatı için, bu yıl biraz yumurtamızı feda edebiliriz. Prensesin ne kadar iyi biri olduğunu biliyorsunuz. Arkadaşlarınızı, sarayın mutfağında yemeğe hazırlarken onları tekrar denize bıraktığını ne çabuk unuttunuz. O sevgi dolu güzel prensesin iyiliğini asla unutmayın. Ve bir şeyi daha unutmayın, ne olursa olsun her zaman sevgi kazanacaktır.” dediğinde tüm balıklar alkışlayarak ona onay vermişler. Sonra, balıkçının kovasını yumurtalarla doldurup, bir yunusun sırtına bindirip kıyıya kadar gitmesini emretmiş kraliçe. Yunus emri yerine getirip, genç balıkçıyı kıyıya bırakmış. Gözlerini hafif hafif araladığında güneşin ona dik geldiğini gören balıkçı, yanında duran küçük kovaya hayretle bakmış. 

Nasıl buraya geldiğini hatırlamaya çalışsa da bu mümkün olmamış. Kayalıklar arasına girdiğini hatırlıyormuş ama gerisi yokmuş zihninde. Sonra hemen kendini toparlayıp, küçük kovasını alıp bir an önce saraya varmayı düşünmüş ki o anda, sahilde sarayın atlı askeri dolaşıyormuş. 

Balıkçı, ona “Eğer beni saraya götürürsen prensesi iyileştirebilirim.” dediğinde asker onu atın üstüne alıp dörtnala saraya ulaştırmış. Prensesin hiç zamanı kalmamış,  neredeyse ölecek. Sarayın doktoru kovayı alıp hemen ilaçlar yapmış ve prensese içirmiş ve iki gün içinde prenses eski sağlığına kavuşmuş. Kral, kızına balıkçıyla evlenmek isteyip istemediğini sorduğunda onu beğendiğini söylemiş. 

Kral bunun üzerine balıkçı ile kızına kırk gün kırk gece düğün yaptırmış. Sarayın prensi olan balıkçı, bir daha hiç balık tutmadığı gibi balıkları korumak için de elinden geleni yapmış ve sarayda mutlu  ve mesut yaşamışlar. 

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri masalı anlatana, biri dinleyene, biri de yüreğinde sevgiyi hiç eksik etmeyenlere.



#öykü #çocukedebiyatı #kurmaca #edebiyat