Papatya/Gülnar KANDEYER

Masal masal içinde, dünyanın bir yerinde, olan biten her şey masalcının dilinde. Ona kulak verelim, dinleyip bekleyelim. Düşle gerçek ayrılmış mı? Anlayıp öğrenelim. Dinleyen hayale dalar, masalda dersler arar. Masalcının konusu, canlıların dünyası. Hepsi var bu masalda en güzeli, en hası. Uzat dolduralım boşalan her bir tası.

Gönülden gönüle akan güzellikler, masallarda sizi bekler. Onu dinler bebekler, hatta çiçekler, kelebekler. Kulaklarımızın pasını açalım, dinleyenlere güller saçalım. Masaldan ders almayanın yanında durmayalım kaçalım. Zamanlarda en eskisinde olanlar olmuş.  Gelmiş gelmiş de masalcının diline dolanmış. Dinleyelim çocuklar, ne söylemiş atalar.

Dünya kurulduğundan beri, doğa ana hep cömertmiş. Tüm çabası, canlıların çoğalması ve yaşamın tadını çıkarmaları içinmiş. Canlıların da hepsi bir değilmiş ama. Bencili, dürüstü, yalancısı, iyimseri, kötümseri, üzgünü, neşelisi… Hepsine aynı davranırmış doğa ana. Ancak bir yer varmış ki oraya daha bir özenle bakarmış. Eteğine topladığı papatya tohumlarını öyle bir serpmiş ki yağlıboya bir tablo oluşturmuş adeta. Yeşil saplar, çimen gibi boyunlarını uzatmış önce. Gövdeleri tüylenip kalınlaşmış zamanla. Uç kısımlarından krem rengi düğmeler belirmiş sonra. Minik düğmeler birer birer açılıvermiş günün birinde. Beyaz taç yaprakları sapsarı yüzlerinin çevresini sarınca çok şirin olmuşlar. Yeşil, sarı ve beyaz renkler bezetmiş kırları.

İlk açan papatyalar, sonradan açanların ablası, abisi konumundaymış. Bu tarlada bir saat bile önce gözlerini dünyaya açmak, neredeyse insan yaşının bir yılına denk düşüyormuş. Doğayı ve çevreyi hemen tanıyıp güneş ışınlarını yüzleriyle takip etmeyi öğreniyorlarmış. Sonradan açanlar, gölgede kalıyormuş biraz ama çok geçmeden diğerlerine yetişiyorlarmış.

İlk zamanlar boyları farklı olan papatyalar, kendi boylarına denk olanla arkadaşlığa başlıyor, yarenlik edip oyunlar oynuyorlarmış. En favori oyunları ise “papatya falı”ymış. Beyaz taç yapraklarını sırayla oynatıp “seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor...” diyerek sayıyorlarmış. Genellikle tek sayılı yapraklılarda seviyor çıkıyormuş sonuç. 

Minik bir papatya da bu oyunu oynamak istemiş. “Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor.” Birden minik papatyanın yüzü asılmış. Gölgede olduğundan rengi ruhsarı gri renge dönüşmüş. 

“Ne oldu?” demiş yanındaki arkadaşı Papatyacık.

“Benim yapraklarımın falı, sevmiyor çıkıyor. Neden acaba?”

Onlara tepeden bakan sırım boylu bir papatya kıkırdamış. Yüzü cin gibi parlamış. Beyaz taç yapraklarını kısarak minik papatyaya bakmış.

“Senden kimse fal bakmaz zaten bücürük. Eksik yapraklısın sen!” demiş çığlık atarak. “Ben ne olacağını söyleyeyim mi? Biz senden üstte olduğumuz için biçilecek ve buket yapılacağız. Bir vazonun içinde salınırken buraya hayvanlar otlamaya gelecek. Seni bir inek yiyecek. Merak etme o senin yapraklarının eksik olduğunu fark etmeyecek.”

Sırım boylu olan aklınca minik papatyayla eğleşiyormuş. Ancak arkadaşı Papatyacık, miniğin üzülmesine dayanamamış. Tepeden bakan papatyaya diklenmiş.

“Sen ne kadar bencil ve acımasız birisin öyle. Biraz boyun uzun diye üstünlük taslama. Gün ola harman ola. Yazıklar olsun ki küçüklerini korumayı öğrenememişsin. Boyun uzamış ancak huyun bozulmuş.”

Minik, eksik yapraklı papatyanın yüzünde çiğ taneleri belirmiş. Pıtır pıtır gözyaşları taç yapraklarından aşağıya yuvarlanmış. Arkadaşı Papatyacık onu teselli etmekte zorlanmış. Hayatta böyle kişilerle karşılaşabileceğini, çok fazla dert etmemesini söylemiş.

“Hem.” demiş “ sevmiyor, sözcüğüyle başlayınca sonunda seviyor çıkıyor.”

Neyse sonunda minik papatya yatışmış. Gel zaman git zaman papatyalar bu muhteşem doğa parçasında güzel günler geçirmişler. Yağışlarından sonra bir gün tarlaların yanında yağmur sularından bir gölcük oluşmuş. Bir iki kurbağa türemiş bu gölcükte bir süre sonra. Minik papatyanın tam altında bir anne ve yavru kurbağa, av arayışı içindelermiş. Avlayabilecekleri bir sivrisineği izliyorlarmış. İşte tam o anda yavru kurbağanın gözü minik papatyaya ilişmiş. Çok hoşuna gitmiş minik olması.

“Anneciğim, bak ne şirin!”

Minik papatya, heyecanlanmış. Kendini fark eden minik kurbağaya hayran kalmış. Fakat anne kurbağanın derdi başkaymış. Avlayacağı sivrisinekteymiş gözü. Sivrisinek uçmuş, uçmuş da gidip sırım gibi uzun papatyanın yaprağına konmuş. Anne kurbağa dilini çıkarıp sakız gibi sündürerek sivrisineğin bedenine yapışmış. Dilini tekrar çekip ağzına alırken sırım papatyanın taç yaprağının birini de koparmış. Başına gelene inanamayan sırım papatyamız, yaş dolu gözlerle aşağıya eğilip minik papatyaya bakmış.

Minik papatya ve Papatyacık, boynu bükülen sırım papatyanın sapına şefkatle dokunmuşlar. Onun ne hissettiğini anlıyorlarmış. Pişmanlığı gün gibi açıkmış. Kin gütmeden onu teselli etmek, onların özünde varmış. Bu doğa harikasında hepimize yaşam alanı var, diye düşünüyorlarmış. Önemli olan uyum içinde olmakmış. Kısa- uzun, küçük-büyük, eksik- tam gibi sıfatları ortadan kaldırarak birlik olmaktan geçiyormuş huzurlu olmak.

Kişilerin başına her zaman her şey gelebilirmiş. Bir başkasını eleştirirken, kendimizden uzaklaştırırken yaşantımızda önümüze neler çıkacağını tahmin edemezmişiz. Geç de olsa sırım papatya bunu anlamış.

Gökten bereketli yağmurlar yağmış. Nice güzel papatyalara can vermiş. Bu masala dinleyene birer buket papatya düşüyormuş. Ancak hiçbiri onları koparmaya kıyamamış. Papatya falı için bile olsa onlara zarar vermemiş. Gökten onlara elma değil güzel huylar yağmış. İyi insan olmanın dupduru sularında yunmuş arınmışlar.

@çocukedebiyatı @masal @öykü @kurmaca